Önerilen Aramalar

Covid-19 Perakende Sektörüne Pratik Öneriler "Tüketici Mevzuatı Kapsamında İade ve Değişim Süreci"

31.03.2020

Tüm Makaleler
COVID-19 (“Koronavirüs”), tüm dünyayı etkisi altına almaya devam etmektedir. Ticaret dünyasında covid-19 salgının olumsuz yansımalarını en derinden hisseden alanlardan birisi perakende sektörüdür.
Alıcılar tarafında talep dalgalanmaları, uzun dönemde tedarik zincirinde daha da yoğun hissedilmesi öngörülen sıkıntılar, alışveriş merkezlerinde giderek karmaşıklaşan kira kiracı ilişkileri ve perakende mağazaları çalışanların sağlıklarını koruma öncelikleri, perakendecilerin büyüyen sorunlarından bazılarıdır.

Covid-19 salgını nedeni ile incelenmesi gereken konulara ilişkin genel açıklamalara Covid-19 Salgınının Perakende Sektörüne Etkisi başlıklı yazımızda değinmiştik.

Covid-19 döneminde, salgının sözleşmeler üzerindeki etkileri de dikkate alınarak konvansiyonel ve mesafeli sözleşmeler bakımından tüketici mevzuatı kapsamında ürün iade ve değişimi süreçlerine dair içinde bulunulan çözüm arayışında hukuki açılardan gözetilmesi gereken hususlar oluşturmaktadır.

Bu yazıda öncelikle bu zorlu dönemde iade ve değişim süreçlerinde meydana gelebilecek olası ihlalleri tanımlamak için mevzuatın emredici hükümlerine yakından bakılacak ve sonrasında muhtemel sorunlara getirilecek çözümlerde dikkat edilmesi gereken noktalar değerlendirilecektir.

A. Tüketici Mevzuatı Kapsamında Cayma Hakkı
Tüketicilerin satın aldıkları ürünlere ilişkin iade ve değişim hakkı düzenlemeleri, 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun (“Kanun”) ve Mesafeli Sözleşmeler Yönetmeliği (“Yönetmelik”) kapsamında “Cayma Hakkı” başlığı altında ele alınmaktadır. Tüketici mevzuatı, diğer pek çok konuda olduğu gibi iade ve değişim hususunda da tüketiciyi koruyucu hükümler getirmekte ve bunlar; tüketici aleyhine değiştirilemez, nispi emredici nitelik taşıyarak tüketicilere sunulması gerekli asgari koşulları belirtmektedirler.

Söz konusu Kanun ve Yönetmelik uyarınca; işyeri dışında kurulan sözleşmeler, mesafeli satışlar, devre tatil sözleşmeleri ve ön ödemeli konut satışları sözleşmelerinde tüketicilerin 14 günlük, taksitle satış sözleşmelerinde 7 günlük cayma hakkı olduğu düzenlenmiştir.

Bu doğrultuda, belirtilen cayma sürelerinin de “asgari” nitelik taşıdıkları ve ticari işletmelerin tercihleri doğrultusunda artırılabileceği yanında kanun koyucunun tarafların fiziksel varlığı nezdinde, “mağazada” oluşturulan geleneksel satış sözleşmeleri bakımından herhangi bir cayma hakkı kullanımı süresi belirlemediği göze çarpmaktadır. Bir diğer ifadeyle; tüketici için tarafların “gerçek anlamda” karşı karşıya gelmediği ve alım konusu mal veya hizmeti somut olarak göremediği veya deneyemediği alışveriş yöntemi bakımından 14 günlük süre söz konusuyken, mağazadan gerçekleşen satışlarda söz konusu süre, taraf iradelerine -pratik hayatta satıcının izlediği ticari politikaya- bırakılmış olup uygulamada sıklıkla 30 günlük süre tanındığını da belirtmek gerekir.

Yukarıda belirtmiş olduğumuz satış sözleşmesi kurulma yöntemine ilişkin ayrım kapsamında; tüketiciler nezdinde sağlanması zaruri asgari koşullara değinmekte fayda olduğu düşüncesindeyiz.

Elektronik Ticarette Tüketiciye 14 Gün Cayma Hakkı
Elektronik ticaret (“e-ticaret”) yoluyla gerçekleştirilen satışlar bakımından, tüketicinin 14 gün içinde herhangi bir gerekçe göstermeksizin ve cezai şart ödemeksizin -kanunda müstesna tutulan ürünler haricinde- sözleşmeden cayma hakkı mevcut olup bu hak, sözleşmenin kurulmasından malın teslimine kadar olan süre içinde kullanılabilecektir. Bununla birlikte; ön bilgilendirme yükümlülüğünün yerine getirilmemesi durumunda cayma hakkı süresinin 1 yıla çıkacağı belirtilmelidir.

Cayma hakkının kullanımı için satıcı veya sağlayıcıya yazılı olarak veya kalıcı veri saklayıcısı ile bildirim yapılması gerekliliği söz konusudur.

Satıcı, cayma hakkını kullandığına ilişkin bildirimin kendisine ulaştığı tarihten itibaren 14 gün içinde, varsa malın tüketiciye teslim masrafları da dahil olmak üzere tahsil edilen tüm ödemeleri iade etmekle yükümlüdür. Söz konusu tüm geri ödemeler, tüketicinin satın alırken kullandığı ödeme aracına uygun bir şekilde ve tüketiciye herhangi bir masraf veya yükümlülük getirmeden tek seferde yapılmalıdır.

Satıcının iade için belirttiği taşıyıcı aracılığıyla malın geri gönderilmesi halinde, (belirtilen taşıyıcının, tüketicinin bulunduğu yerde şubesinin olmaması durumunda satıcı, ilave hiçbir masraf talep etmeksizin iade edilmek istenen malın tüketiciden alınmasını sağlayacaktır) tüketici iadeye ilişkin masraflardan sorumlu tutulamayacak olup ön bilgilendirmede iade için herhangi bir taşıyıcının belirtmediği durumda ise, tüketiciden iade masrafına ilişkin herhangi bir bedel talep edilemeyecektir. Satıcının, bedel iadesi gerçekleştirmek için iade tarihinden itibaren 14 günlük süresi mevcuttur.

Son olarak, e-ticaret faaliyeti gerçekleştiren perakendecilerin dikkat etmesi gereken bir diğer önemli husus ise; siparişin taahhüt edilen süre içinde yerine getirilmesi zorunluluğudur. Mal satışlarında bu süre 30 günü geçemeyecek olup aksi takdirde tüketici sözleşmeyi feshetme hakkına sahip olacaktır.

Geleneksel satış sözleşmeleri için ise, yukarıda da belirttiğimiz üzere ticari işletmenin belirlemiş olduğu cayma hakkı kullanım süresi önem arz etmekte olup bu süre uygulamada, genellikle 30 gün olarak belirlenmektedir.

Sözleşmede öngörülen iade ve değişime ilişkin koşulların, sözleşme süresi içerisinde tüketiciler aleyhine değiştirilmesi yasaklanmıştır. Bir diğer ifadeyle, sözleşmede düzenlenen iade ve değişim usul, süre ve koşulların mevzuatta gösterilen asgari şartların üstünde kalsa dahi sözleşmede belirlenenden aşağıya çekilmesi/zorlaştırılması mümkün değildir.

Ayrıca, tüketicilerden talep edilecek her türlü ücret ve masrafa ilişkin bilgilerin, ticari ilişkinin kurulması sırasında sözleşmenin eki olarak alıcılara ayrıca verilmesi zorunluluğu düzenlenmiş olup işbu husus, esasen sözleşmenin sonradan tüketici aleyhine değiştirilemeyeceğini belirten hükmün doğal bir uzantısıdır.

B. Koronavirüs ve Tüketicilerle Akdedilen Sözleşmelere Etkileri
Olağanüstü süreçlerden geçilen şu günlerde, ticaret aktörlerinin kiradan, tedarik sözleşmelerine neredeyse tüm faaliyetlerinde etkilerini hissettiği Koronavirüs, perakendecilerin mal satımına ilişkin tüketicilerle akdettiği sözleşmeleri de derinden etkilemektedir. Koronavirüs’ün Sözleşmelere Etkisi – Mücbir Sebep Tartışması ve Değerlendirmesi başlıklı yazımızda, bu husustaki genel değerlendirmelerimizi ele almıştık.

Hukuk tekniği bakımından, ifanın gereği gibi yerine getirilmesi borcu kapsamında yer alan ve satıcının yerine getirmesi gereken bir yan yükümlülük olarak iade ve değişim bahsi ile tüketicinin yerine getirmesi gereken bir külfet (yüküm) niteliğindeki bildirim hususları edimsel açıdan değerlendirildiğinde, ele alınması gereken başlığın “mücbir sebep” kurumu olduğu görülmektedir.

Sözleşmelerde, başlangıçta mevcut olmayıp sözleşme akdedilmesinden sonra kontrol dışı olarak ortaya çıkan, maruz kalan tarafın Sözleşme ile üstlendiği edimi ifa etmesini engelleyen, belirli bir süre devamı halinde taraflara sözleşmeyi fesih, askıya alma, tadil etme gibi hakları verebilecek durumlar, mücbir sebep olarak nitelenmektedir.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (“TBK”) başta olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti mevzuatında detaylı bir mücbir sebep tanımı verilmeyen, hangi hallerin bu kapsamda değerlendirilebileceği hususunun düzenlenmesi içtihatlara ve doktrine bırakılan mücbir sebep müessesesi; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2017/11-90 E. 2018/1259 K. Sayılı ve 27.06.2018 tarihli kararı ile şöyle tanımlanmıştır:

“Mücbir sebep, sorumlu veya borçlunun faaliyet ve işletmesi dışında meydana gelen, genel bir davranış normunun veya borcun ihlâline mutlak ve kaçınılmaz bir şekilde yol açan, öngörülmesi ve karşı konulması mümkün olmayan olağanüstü bir olaydır. Deprem, sel, yangın, SALGIN HASTALIK gibi doğal afetler mücbir sebep sayılır.”

Önemle vurgulanmalıdır ki, genel salgınlar; Yargıtay kararları ile mücbir sebep olarak belirtilmiş ve Koronavirüs’ün, Dünya Sağlık Örgütü’nün (“DSÖ”) pandemi olarak nitelendirdiği bir genel salgın olarak mücbir sebep sayılacağı ifade edilmekte olup salt mücbir sebebin varlığı, ifa borcunu yerine getiremeyen tarafın sorumluluktan sıyrılabilmesi için yeterli kabul edilmemektedir. Mücbir sebebin aynı zamanda borçlunun borcunu ifa etmesinde güçlük veya imkansızlığa yol açtığı, bu hususta yapılacak münferit ve detaylı değerlendirme ile de saptanabilir olmalıdır.

Bununla birlikte; mücbir sebep kurumunun, hem satıcılar (tacirler) hem de alıcılar (tüketiciler) nezdinde çift yönlü olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.

TBK anlamında bir yan yükümlülük niteliğini haiz iade ve değişim borçlarının Koronavirüs dolayısıyla sunulamaması hali için; salgın, işbu yerine getirememenin mazur görülebilmesine olanak sağlayabilecek bir durum niteliği taşımakla beraber Yargıtay’ın ilgili değerlendirmelerinde özellikle tacirler açısından mücbir sebep hususunda dar bir yorumlama yaptığı ve söz konusu mücbir sebebin tacir nezdinde gerçek anlamda ve yoğun şekilde mevcudiyetinin bulunması şartını aradığını önemle belirtmek isteriz.

Bir diğer ifadeyle, Koronavirüs dolayısıyla -ihtiyari değil zaruri olarak- tüm operasyonlarını durdurmuş, tüm personelini idari izne çıkarmak durumunda kalmış olan bir ticari işletmenin iade ve değişim hizmetlerini “mücbir sebep süresince” sağlayamamasının mazur görülebilmesi imkan dahilinde olup tamamen kendi inisiyatifi gereği faaliyetlerine ara vermiş bir işletme için aynı yorumda bulunulamayacaktır.

Bununla birlikte, söz konusu değerlendirmenin tüketiciler açısından daha geniş bir yorumlama alanı bulacağı ve tüketiciler nezdinde yaşanabilecek olası hak kayıplarında, -özellikle iade ve/veya değişim konusu üründe söz konusu olabilecek ayıplar da düşünüldüğünde- üzerlerine düşen bildirim/iade külfetlerini öngörülen süreler içerisinde yerine getirememeleri konularında mücbir sebep iddiasında bulunan tüketiciler lehine, hakkaniyet gereği bu kayıpların giderilebilmesi yönünde kararlar verilebileceği kanaatindeyiz.

Koronavirüs sebebiyle iade ve değişim hakkı için mevzuatta ve tüketicilerle akdedilecek sözleşmelerde düzenlenen sürelerin tüketiciler tarafından kaçırılmasına ilişkin “mücbir sebep” hali dolayısıyla kendilerine kusur atfedilemeyeceği ve ticari işletmelerin iade ve değişim için gerekli ek imkan ve olanakları sağlamadığı iddiasıyla bu kurumlara karşı yasal girişimler başlatılabilme ihtimali mevcuttur.

C. İade ve Değişim Sürecine İlişkin Alternatiflere Hukuki Bir Bakış
Perakende sektörü, Koronavirüs sarmalında çalışanlarının sağlıklarını koruma, müşterilerini memnun etme ve bu zorlu dönemi minimum maddi kayıpla atlatma amacıyla kurguladıkları planları hukuk filtresinden geçirmeye de özen göstermek zorunda bulunuyor. Bu kapsamda; iade ve değişim süreci özelinde örnek niteliği taşıyan bazı alternatif yollar ve değerlendirmelerimiz şöyledir:
  • Öncelikle; iade ve değişim hakkı için yukarıda belirtilen ve her ticari işletme tarafından tarafı olduğu sözleşmelerde düzenlenen süreler göz önünde bulundurularak, iade ve değişim haklarının kullanım süreleri Koronavirüs salgını başlangıcında halen dolmamış, devam ediyor olanların bu haklarına ilişkin yaşayabilecekleri olası mağduriyetleri önlemek için sürelerin durdurulması / uzatılması seçeneği hayata geçirilebilir.

    Özellikle; iade ve değişim sürelerinin dikkate değer biçimde uzatılmasının, uygulamada ülke çapında bilinen birçok perakendecinin de katılımıyla giderek artarak hayata geçirildiği görülüyor.

    Ayrıca, işbu düzenlemelere ilişkin satış noktaları ve online platformlarda açık ve anlaşılır duyuru yapılması, e-ticaret faaliyeti söz konusu ise ön bilgilendirme formunda ve kullanıcı sözleşmelerinde açık ve ayrıca bulundurulması gerekmektedir.
  • Bununla birlikte; iade ve değişim haklarına ilişkin süreleri Koronavirüs salgını vuku bulmadan önce sona ermiş olan tüketiciler nezdinde böyle bir hakkın söz konusu olmadığı hususunun vurgulanması faydalı olacaktır.
  • Önemle belirtmek isteriz ki, e-ticaret faaliyeti gösteren ticari işletmelerin, siparişlere ilişkin taahhüt ettikleri süreleri -mevzuatta nispi emredici olan 30 günlük sınırın altında kalacak şekilde olsa dahi- tüketiciler aleyhine uzatmaları, Kanun düzenlemesi sebebiyle mümkün değildir. Bu sebeple, bu şekilde alınacak bir önlem, Kanun’a aykırılık teşkil edecektir. Burada kargo ve teslimat şirketlerinin faaliyetlerini durdurması/yavaşlatması gibi durumlarda işletmelerin mücbir sebep dayanağı ile yaşayacakları gecikmelerden sorumlu olmayacakları şeklinde yorum yapılabilir ancak bu durumda da TBK’nın ilgili hükümlerinde düzenlenen bildirim yükümlülüğü ve Türk Medeni Kanunu Madde 2 kapsamındaki iyi niyet ve dürüstlük prensiplerine uygun hareket edilmesi gerektiği unutulmamalıdır.
  • Ürün iade ve değişimleri için -eğer mümkünse- bölgesel olarak uygun bir lokasyonda açık durumda bir mağaza belirlenebilir ve -tüketiciyi mağdur etmeyecek şekilde- iade ve değişim işlemlerinin yalnızca bu mağazadan gerçekleştirilebileceği uygun kanallarla duyurulabilir.
  • Ayıp söz konusu olan ürünlere ilişkin gerçekleştirilecek hata/kusur inceleme ve muayene süreçleri için Koronavirüs salgını sebebiyle öngörülecek usul ve alabileceği normal dışı zaman bakımından tüketicilere ayrıca bir bilgilendirme yapılabilir.
  • Ürün iade ve değişimlerinin geçici bir süre için “kargo” yolu ile gerçekleştirilmesi uygulamasına geçilebilir. Bunun için; tüketicileri mağdur etmeyecek ve mevzuat hükümlerine aykırı düşmeyecek şekilde gerekli operasyonel altyapı ve lojistik hizmetlerinin iade ve değişime ilişkin belirtilen sürelere riayet edilerek planlanması gerekmektedir.

    İşbu durumda, kargo yoluyla iade ve değişime ilişkin koşul ve uygulamaya dair hükümleri gösterir münhasır ve müstakil bir “Kargo ile İade Süreci Yönergesi” düzenlenmesi ve herkesçe kolaylıkla erişilebilecek şekilde online platformlarda tüketicilerin dikkatine sunulmak üzere yayımlanmasında fayda vardır. İade ve değişim politikasına ilişkin içinde bulunulan durumun meydana getirdiği şartların mevzuatla ters düşmeyerek belirtileceği –özellikle kargo tercihi, kargo masrafı, öngörülen süre ve kullanıcı hatası vb. sebeplerle iade veya değişim kabul edilemeyecek durumlar bakımından gerekli hükümleri içerir- bu metnin, uygulamayı yürüten ticari işletme için sorumlulukları düzenleyici ve bu yola başvuracak müşteriler için de aydınlatıcı olacağı kanaatindeyiz.
  • Son olarak, iade ve değişim süreçlerine dair belirtilen hususlara ilişkin uygulamada bazı ticari işletmelerin müşterilerine ticari elektronik ileti gönderdiği gözlemlenmektedir. Önemle belirtilmelidir ki, ticari ileti göndermek isteyen gerçek veya tüzel kişi hizmet sağlayıcıları, öncelikle İleti Yönetim Sistemi’ne (“İYS”) kaydolmakla yükümlüdürler. Ek olarak; ticari ileti gönderimi yalnızca bu hususta onay vermiş müşterilere yapılabilecektir. Aksi durum, Ticari İletişim ve Ticari Elektronik İletiler Hakkında Yönetmelik ile getirilen düzenlemeye açık bir aykırılık oluşturmaktadır.

    Bununla birlikte, iade ve değişim haklarına ilişkin yapılacak bilgilendirmelerin yalnızca mobil uygulama üzerinden anlık bildirim (push notification) gerçekleştirilmesi hali için mevcut uygulama kapsamında İYS’ye bildirim yükümlülüğü bulunmamaktadır.


Benzer Makaleler
Bu yazımızda yenilebilir enerji kaynaklarından elektrik üretimini hukuki yönler başta olmak üzere bir çok açıdan ele aldık.
2023 yılında Rekabet Kurumu’na bildirilen işlemlere ilişkin olarak, Rekabet Kurumu (“Kurum”) Ekonomik Analiz ve Araştırma Dairesi Başkanlığı tarafından hazırlanan 2023 yılı Birleşme ve Devralma Görünüm Raporu (“Rapor”), 5 Ocak 2024 tarihinde, Kurum’un internet sitesinde yayımlanmıştır.
Türk Rekabet Kurumu (“Kurum”) tarafından Birleşme ve Devralma rejimini diğer mehaz Avrupa Birliği (“AB”) hukuklarıyla yeknesak kılmak adına 1997/1 sayılı Rekabet Kurulu’ndan İzin Alınması Gereken Birleşme ve Devralmalar Hakkında Tebliğ’i yürürlükten kaldırılarak
Türk Borçlar Hukuku ve Ticaret Hukukunda, konsinye satış şartı ve konsinye satış sözleşmesi diye anılan sözleşme türü açıkça düzenlenmemiş bir kavram olup sözleşme serbestisi kapsamında uygulama ve öğretide gelişmiş, yargı kararları ve ikincil hukuk kaynaklarında sıkça ifade bulmuş bir kavramdır.
İnternet, günümüzde enformasyon ve iletişim teknolojilerinde meydana gelen gelişmelerle birlikte, ekonomiye yön veren en önemli platformlardan biri haline gelmiştir.
Rusya ve Ukrayna arasında bir süredir gözlemlenmekte olan diplomatik gerginlik ve zıtlaşmaların yerini sıcak çatışma ve Rusya tarafından bazı Ukrayna topraklarının işgaline bırakması ile birlikte, Dünya ülkeleri bu duruma tepkiler göstererek Rusya’ya karşı çeşitli yaptırımlar uygulamaya başlamıştır.
2021 yılı, Türk Rekabet Hukuku bakımından birçok ilke imza atılan bir yıl oldu. Geçtiğimiz son 10 yıldaki gelişmelere kıyasla, 2021 yılında, sadece 1 yıl içinde, Türk Rekabet Hukuku uygulamasına, çeşitli içtihatlar ve mevzuat oluşumları aracılığıyla ciddi bir ivme kazandırıldı.
Türk Borçlar Kanununun en önemli düzenlemelerinden biri olan satış sözleşmelerinde üzerinde durulması gereken en önemli konu satışın yapılmasından sonra satılan üründe ayıp ortaya çıkması ve ayıp halinde alıcının hakları ile satıcının yükümlülüklerinin neler olduğudur. Bu yazımızda da özel olarak ayıp halinde tarafların hak ve yükümlülükleri ile bunlar için düzenlenmiş şekil şartlarından bahsedilmektedir.
İstem konusunun bölünebilir olduğu durumlarda tamamının değil, yalnızca belli bir kesiminin dava edilmesi halinde kısmi dava söz konusu olmaktadır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (“HMK”) 107. maddesinde yapılan düzenleme ile talep sonucunun belirlenemediği hallerde kısmi davaya nazaran daha kolay bir yol olan belirsiz alacak davası seçeneği getirilmiş, böylelikle alacaklıya, alacağının belirlenebilen kısmı üzerinden harç yatırarak açacağı dava kapsamında karşı tarafın iznine veya ıslah yoluna başvurmasına gerek olmadan talep sonucunu kesin olarak belirleme olağanı tanınmıştır.
Ticari hayatta teşebbüsler, faaliyet içerisinde bulunduğu diğer sektör oyuncularından olan alacaklarını tahsil etmek adına alacaklarını taşınmaz ipoteği ile teminat altına alma yöntemini sık sık tercih etmektedir.
“Takas Edilemez/Değiştirilemez Jetonlar’ın ("NFT"- Non-Fungible Token) kullanımının blok zincir teknolojisi ile yaratıcı fikri mülkiyeti birleştirmede kazandığı popülerlik günbegün artmaktadır.
Ticari hayatta teşebbüslerin faaliyetlerini baskı altında olmaksızın serbesti ile gerçekleştirebilmesi, teşebbüslerin bulunduğu pazardaki varlığını koruyabilmesinin yanında son alıcı olan tüketicilerin adil fiyatlandırma ve kaliteli ürün dengesinde piyasaya sunulmuş son üründen faydalanabilmesi açısından da önem taşımaktadır.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın (“Bakanlık”) İş Yerlerinde Covid-19 Tedbirleri başlıklı duyurusu (“Duyuru”) 3 Eylül 2021 tarihinde Bakanlık internet adresinde yayımlanmıştır.
Yazımız kapsamında, En Çok Kayrılan Müşteri koşulunun tanımı ile ticaret hayatındaki temel fonksiyonu ve Türk Rekabet Hukuku kapsamındaki yeri değerlendirilecektir.
Bu makale İcra ve İflas Kanunu’nda Değişiklik Yapan Torba Kanu’nun ne getirdiğine değinmektedir.
2019 yılı Aralık ayından beri hayatımızda yer alan Koronavirüs (“Covid-19”) ile birlikte maskeli, sosyal mesafeli yaşam tarzı yeni normal haline geldi.
Avrupa ve Amerika’da yaklaşık kırk yıla yakın bir süredir uygulanan uyuşmazlık çözüm yöntemi olan arabuluculuk kurumu günümüzde ülkemizde de en sık kullanılan alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerinden birisidir.
Arabuluculuk Sonucunda Yapılan Milletlerarası Sulh Anlaşmaları Hakkında Birleşmiş Milletler Konvansiyonu’nun (“Singapur Konvansiyonu/Konvansiyon”) Onaylanması Hakkında Karar (“Karar”), 22 Nisan 2021 tarihli ve 31462 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Karar ile beraber, Konvansiyon’a ilişkin iç hukuk onay süreci tamamlanmış olup; Türkiye’nin onayı, 22 Ekim 2021 tarihine kadar Birleşmiş Milletler’in New York’ta bulunan merkezine tevdii edilecektir.
Abonelik Sözleşmesinden Kaynaklanan Para Alacaklarına İlişkin Takibin Başlatılması Usulü Hakkında Kanun (“Kanun”), 19 Aralık 2018 tarihli ve 30630 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Kanun uyarınca, arabuluculuk ile ilgili oldukça önemli düzenlemeler mevcuttur. 1 Ocak 2019 tarihi itibariyle yürürlüğe girecek olan düzenleme uyarınca konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat taleplerine ilişkin ticari davalarda arabuluculuk dava şartı haline getirilmiştir.
“Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karara (“Karar”) İlişkin Tebliğ’de (Tebliğ No: 2008-32/34) (“Tebliğ”) Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (Tebliğ No: 2018-32/51)” (“Değişiklik Tebliği”) 6 Ekim 2018 tarihli ve 30557 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak, yayımı tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Kaynağını İsviçre Federal İcra ve İflas Kanunu’ndan alan ve yürürlüğe girdiği 1932 yılından beri metninde birçok kez değişiklikler yapılan 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nda Türkiye’de toplumsal ihtiyaçların değişmesi ve genel ekonomide meydana gelen gelişmeler sebebiyle, mali yönden güçlük yaşayan şirketlerin faaliyetlerinin devam etmesi bir başka deyişle iflas etmelerinin önüne geçilmesi amacıyla bazı kurtuluş çarelerine yer verilmişti. Bunlara örnek olarak “mal varlığının terki suretiyle konkordato”, “iflasın ertelenmesi” ve “uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırma” verilebilir. Her ne kadar kanunda birden fazla kurum yer alsa da, özellikle “iflasın ertelenmesi” dışındaki kurumların işleyişine ilişkin maddelerin süre ve usul bakımından uygulanmasında yaşanan zorluklar sebebiyle ticari anlamda güç durumda olan tacirler son yıllarda sadece “iflasın ertelenmesi” kurumuna başvurmakta idi. Bu kurum yıllar geçtikçe amacından sapmış ve erteleme talep eden tacirin mali durumunu iyileştirmekten çok, alacaklıların alacaklarına kavuşmasına engel olan ya da sürüncemede bırakan bir kurum haline gelmiştir.
Elektronik ticaretin günümüzdeki önemi tartışılmaz. E-ticaret hacminin gittikçe arttığı bugünlerde, e-ticaret işlemlerinde Rekabet Hukukunun da geliştiğini görüyoruz.
Çeşitli gelişmeler karşısında ülke ekonomisinin büyüme hızını arttırmak ve bu suretle kalkınmasını sağlamak için dünyadaki ekonomik ve politik riskler ile yakın coğrafyamızda yaşanan bölgesel olayların ekonomi üzerindeki muhtemel etkisini bertaraf etmek ve müteşebbislerin iş ve yatırım kararlarına daha sıhhatli bir şekilde odaklanmalarına imkan sağlamak, AR-GE faaliyetlerinin desteklenmesi ve ülkemize yönelik yatırımların arttırılması amacıyla, özel sektörün kamuya olan borç yükünün azaltılarak borçlara taksitle ödeme imkanları getirilmekte ve ihtilafların sulh yoluyla sonlandırılmasını ve vergi incelemesinde olan konuların dava yoluna gidilmeksizin çözümlenmesini sağlamak üzere çeşitli düzenlemeler yapılmaktadır.
Yüzyıllardır Aile Şirketlerinde sürdürülebilirliği sekteye uğratan faktörlerden başlıcası hissedarlar arası uyuşmazlıklar olmuştur. Aile büyüdükçe hissedarlık tabanının da genişlemesi, daha fazla hissedar ve daha fazla çatışan görüş ortaya çıkaracaktır. Genişleyen hissedarlık yapısı içerisinde hissedarlardan birisinin payını 3. kişiye devir suretiyle çıkış planı gibi iradi sebepler ya da hissedarlardan birisinin kaybı, boşanması veya payının cebri icra yolu ile alacaklı bir başka kurum ya da kişiye intikali neticesinde Şirketin kurumsal yapısı ile bağdaşmayabilecek hissedarların Şirkete girişinin önü açılabilecek; Şirket operasyonlarını etkileyebilecek kilit durumlar dahi ortaya çıkabilecektir. Şirketler nezdinde gerek iradi gerekse irade dışı pay devirlerine karşı getirilecek bazı sınırlamalar veya mevzuatın çok başvurulmayan bazı enstrümanları Aile Şirketlerinde hissedarlık yapısının korunması ve Şirketin sürdürülebilirliğe giden yolda ilerleyişini kolaylaştırmaktadır.
Son yıllarda en büyük şirketlerden küçük işletmelere kadar hedef ayırt etmeksizin giderek artan siber saldırıların global olarak yol açtığı zararların 2021 yılından itibaren yıllık 6 trilyon dolara çıkması beklenmektedir. İletişim, hizmet ve para akışının sanal ortama taşındığı dünyamızda hem özel sektör hem de kamu kurum ve kuruluşları için siber tehditler varlığını giderek daha fazla hissettirmektedir.
Mali Suçları Araştırma Kurulu (“MASAK”) tarafından hazırlanan Kripto Varlık Hizmet Sağlayıcıları İçin Suç Gelirlerinin Aklanmasının ve Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Yükümlülüklere İlişkin Temel Esaslar (“Kripto Varlık Hizmet Sağlayıcıları Rehberi”) 4 Mayıs 2021 tarihinde MASAK internet adresinde yayımlanmıştır.
İlk kez 2020 arifesinde rapor edilen ve 2020’nin ikinci çeyreğine girilmesiyle bir pandemiye dönüşen COVID19 toplumları her seviyede etkileyerek yaşam tarzlarını ve iş yapma süreçlerini sekteye uğrattı, zaman zaman askıya alınmasına sebep oldu, ya da hızlı bir değişime zorladı.
Tüm Dünyayı ve dolayısıyla da ülkemizi de etkisi altına alan ve özellikle de perakende, lojistik, sağlık, otomotiv, tekstil gibi sektörlerin işleyişinde ve sürekliliğinde aksamalara sebep olan COVID-19 salgınından en çok etkilenen sektörlerin başında perakende sektörü gelmektedir.
COVID-19 salgını çerçevesinde alınması gereken acil durum önlemleri kapsamında icra ve iflas işlemleri yönünden de tedbir alınması gerekmiş, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (“Kanun”) “II-FEVKALADE HALLERDE TATİL” üst başlığını taşıyan, “İcra takiplerinin durdurulması halleri” başlıklı 330. maddesindeki “Salgın hastalık, umumi bir musibet veya harb halinde Cumhurbaşkanı karariyle memleketin bir kısmında veya bazı iktisadi zümreler lehine muayyen bir müddet için icra takipleri durdurulabilir.”
Korona virüs, evrensel adıyla COVID-19 (“Korona virüs”), 2019 yılı Aralık ayında Çin’in Wuhan şehrinde ilk kez görülmesinden bu yana hızlı yayılmasının önlenmesi amacıyla seyahat politikalarının gözden geçirmesi, üretim kesintileri, karantina uygulamaları, ülkesel olağanüstü hal kararları gibi tedbirler sebebiyle iş hayatını çok kısa zaman içerisinde olumsuz olarak etkilemiştir.
16.03.2020 tarihli yayınımızda da belirtmiş olduğumuz üzere Korona virüs evrensel adıyla COVID-19 (“Korona virüs”) salgınının en önemli izdüşümlerinden birisi işçi – işveren istihdam ilişkisinde kendisini göstermektedir.
Evrensel adıyla COVID-19 (“Koronavirüs”) olarak bilinen Koronavirüs’ün sebep olduğu salgın hastalık, 2019 yılı Aralık ayında Çin’in Wuhan şehrinde ilk kez görülmesinin ardından kısa bir zaman içerisinde tüm dünyayı hem sağlık hem de ekonomik anlamda etkisi altına almıştır.
Korona virüs salgınının global etkisi, küresel krize neden olabilecek nitelikteki çeşitli alan ve sektörlerde yarattığı olumsuz yansımalar, şirketlerin ticari anlaşmaları ve edimlerin ifası yönünden oldukça önemli sonuçlar doğurmaktadır.
Covid-19 Salgın sürecinde gerek işverenler gerek ise sağlık kuruluşları tarafından birtakım önlemler alınmakta olup pandemi ile mücadele edilmesi sebebiyle, özellikle sağlık verileri başta olmak üzere pek çok kişisel verinin işlenmesi zaruri hale gelmiştir.
Dünya Sağlık Örgütü (“DSÖ”) tarafından 11.03.2020 tarihinde “Pandemi (salgın)” olarak nitelendirilen Covid-19 virüsünün (“Koronavirüs”) işveren-çalışan ilişkilerini üst düzeyde etkilediği şu günlerde, her çalışan ve işverenin gündemine aldığı konulara dair değerlendirmelerimizi sıkça sorulan sorular formatında bu yazımızda paylaşıyoruz.
COVID-19 salgını sebebiyle alınması gereken acil durum önlemleri kapsamında icra ve iflas hukuku işlemleri yönünden 2279 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile tedbirlerin usul hukukuna ve diğer uygulamalara etkileri bakımından ise 7226 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 20.12.2009 tarihli 5941 sayılı Çek Kanunu’na Geçici 5. Madde eklenerek önemli yenilikler getirilmiştir.
COVID-19 salgını sebebiyle alınması gereken acil durum önlemleri kapsamında ülkemizin de içerisinde bulunduğu süreç sebebiyle birçok konu başlığı yönünden gerekli önlemler alınmış olmakla birlikte, çalışan ve işveren ilişkileri de alınan işbu önlemlerden etkilenmiştir.
Bilindiği üzere, sosyal medya konusundaki yasal düzenlemeler Türkiye’nin gündeminde her zaman önemli bir yere sahip olmuştur.
Teknoloji hayatımızda gün geçtikçe daha büyük bir yer kaplamakta. Bu sayede, artık en basit günlük alışverişlerimizi bile internet üstünden sağlamaya başladığımız yadsınamaz bir gerçek haline geldi. Bu doğrultuda, erişilebilirlik, hız, çeşitlilik gibi kavramlar yaşantımızın daha da önemli bir parçası oldular.
Şirket hisselerin devrinde olduğu gibi ticari hayatın süregelen akışında gerçekleşen işlemlerde vergisel boyut oldukça önemli bir yere sahip olup ticari hayatta atılacak adımlar vergisel anlamdaki sonuçları ile değerlendirilmektedir. Şirket hisse devirlerinde ortaya çıkan kazancın vergisel sonucunu hissedar lehine çevirmek için mevzuat düzenlemeleri dikkatle incelenmeli ve atılacak adımlar buna göre belirlenmelidir.
Günümüzde tüketiciler, satın aldıkları araçlar ile ilgili olarak karşılaştıkları arızaların yetkili servisler tarafından giderilmesini istemektedirler. Ancak, yetkili servisler tarafından bu talepleri yerine getirilmediğinde Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunu’ndan doğan seçimlik haklarını kullanmak maksadıyla yasal yollara başvurmaktadırlar. Bu haklarından bir tanesi de aracın ayıpsız misliyle değişimi yani yenisiyle değiştirilmesidir. İşte tam bu noktada önemle belirtmek gerekir ki, tüketicilerin her araç arızasında bu seçimlik haklarını kullanabilecekleri hatasına düştüklerini ve akabinde yargılama sonrasında hayal kırıklığına uğradıkları gözlemlenmiş olup, tüketicilerin bu haklarını hangi şartlar altında kullanabilecekleri ve aracın yenisi ile değişimine ilişkin hakkın kapsamına değinmek gerekmektedir.
Şirket kapanışı, bir şirketin tasfiye sürecine girmesiyle başlayıp Ticaret Sicilinden terkini ile son bulmaktadır. Tasfiye sürecine giren şirketler, birçok alanda farklı prosedürleri tamamlamakla yükümlü olup işbu Bilgi Notu şirketlerin tasfiye sürecinde Şirketler Hukuku ve İş Hukuku açısından göz önünde bulundurulması gereken hukuki risk ve unsurlara ilişkin olup genel bilgilendirme niteliğindedir. İşbu Bilgi Notu iki bölümden oluşmakla beraber ilk bölümde tasfiye süreci Şirketler Hukuku açısından, ikinci bölümde ise İş Hukuku açısından ele alınacaktır. Ayrıca, işbu Bilgi Notu’nun devamında “şirketin kapanmasına” ilişkin ifadeler hukuki olarak şirketin tasfiyesi olarak anlaşılmalıdır.
Taraflar, sözleşmeden doğan yükümlülüklerini ifa etmemelerinin önüne geçmek amacıyla sözleşmeyle ceza koşulu kararlaştırılabilir. Sözleşmede kararlaştırılacak ceza koşuluyla taraflar, ortaya çıkacak riskleri en aza indirgemeyi ve ifa alacaklısının korunmasını amaçlamaktadır.
Son yıllarda artan ivmeli gelişimi ile perakende sektörünün lokomotifi haline gelen Alışveriş Merkezleri(“AVM”), ülkemiz ekonomisi içinde önemli bir rol oynamaktadır. Ülkemizde AVM’ler yakaladığı giriş sayısı ve harcama miktarları ile ölçümlenen büyüme oranlarıyla Avrupa sıralamalarının da üst basamaklarında yer almaktadır. Bu gelişime paralel olarak, ülkemizde Avrupa Birliği müktesebatına uyum sağlanabilmesi ve perakende sektörü ile AVM’lerin de yasal düzleminin yaratılabilmesi için özel hukuki düzenlemelere ihtiyaç duyulmuştur. Bu bağlamda öncelikle, 29.01.2015 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6585 Sayılı Perakende Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun (“6585 sayılı Kanun”) ile perakende sektöründe genel hukuki bir çerçeve oluşturulmuş, ileride çıkarılacak yönetmeliklere ilişkin altyapı oluşturulmuştur.
“Koronavirüs (“Covid-19”) tüm dünyayı etkisi altına almaya devam ederken ticaret dünyasında salgının olumsuz yansımalarını en derinden hisseden alanlardan birisi olan perakende sektörü, Covid-19 sarmalında çalışanların sağlıklarını koruma, müşterilerini memnun etme ve bu zorlu dönemi minimum kayıpla atlatma amacıyla kurguladıkları planları hukuk filtresinden geçirmeye de özen göstermek durumundadır.
Kurumsal Yönetim uygulamaları ve kurumsal yönetimin özümsenmesinin Şirketlerin sürdürülebilirliğine etkisi tartışmasız olmakla birlikte Şirketler nezdinde etkin uygulamalar, finansmana erişime de olumlu etki etmekte; finansmana erişim de sürdürülebilirliği dolaylı olarak desteklemektedir.
6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (“TTK”) 367. maddesi uyarınca, anonim şirketlerde yönetim kurulu, hazırlayacağı ve yürürlüğe koyacağı bir iç yönerge ile şirketin yönetimine ilişkin birtakım yetkileri bazı yönetim kurulu üyelerine veya yönetim kurulu üyesi olmayan üçüncü kişilere devredebilmektedir.