Önerilen Aramalar

Milletlerarası Tahkim ve Yargıtayın Tahkime Güncel Bakış Açısı

23.12.2016

Tüm Makaleler
1. GİRİŞ
Globalleşen dünyada yargı sistemlerinin birbirleriyle etkileşimi günden güne kaçınılmaz şekilde artmaktadır. Bu etkileşim, tarafların olası bir uyuşmazlığa uygulanmasını istedikleri başkaca ve tercihen bağımsız bir hukuk sistemi arayışına yol açmaktadır. Bu ihtiyaç ise tarafların iradelerini ön plana çıkaran ve alternatif uyuşmazlık çözüm yolu olan milletlerarası tahkim seçimini her geçen gün artırmaktadır.

Türkiye’de yeni sayılabilecek milletlerarası tahkim müessesesi son yıllarda İstanbul Ticaret Odası Tahkim Merkezi (ITOTAM) ve İstanbul Tahkim Merkezi (ISTAC) gibi kuruluşlarla ilerleme kaydetmektedir. Ne var ki bu kurumlardan çok Türk yargısı, milletlerarası tahkimin Türkiye’de ne şekilde yol alacağını da belirleyici önemli bir rol üstlenmektedir. Bu sebeple özellikle yüksek mahkemelerin milletlerarası tahkime ilişkin uyuşmazlıklardaki içtihatlarının gidişatını incelemek son derece büyük önem arz etmektedir.

2. YARGITAY KARARLARI IŞIĞINDA MİLLETLERARASI TAHKİM
Yargıtay kararları ışığında milletlerarası tahkim konusu (1) tahkim şartı veya sözleşmelerinin geçerliliği, (2) tahkim özel yetkisi ve (3) tahkim kararlarının tenfizi şeklinde üç başlık altında kısaca incelenecektir.

2.1 TAHKİM ŞARTININ VEYA SÖZLEŞMESİNİN GEÇERLİLİĞİ
Yargıtay 11. HD. E. 2009/3257, K. 2011/1675, T. 15.02.2011:
  • Dava, yük gemisi karaya oturan davacının Kurtarma Yardım Sözleşmesi (“Sözleşme”) imzaladığı davalı Kıyı Emniyet Müdürlüğü’nün kurtarma işlemini gerçekleştirdiği sırada gemiye verdiği zararın kurtarma ve yardım ücreti hesaplanmak suretiyle tazminine ilişkindir.
  • Davalı, hasarın karaya oturma sonucu meydana geldiğine ve Sözleşme’deki tahkim şartı sebebiyle kurtarma ve yardım ücretinin tahkim yoluyla belirlenmesi gerektiğini savunarak davanın reddini istemiştir.
  • Yerel mahkeme ise zarara davalının sebep olduğunun davacı tarafından kanıtlanamadığına ve kurtarma ve yardım ücretine ilişkin ihtilafın tahkim yoluyla çözümlenmesi gerektiğine hükmederek davayı reddetmiştir.
  • Yargıtay, Sözleşme’deki tahkim şartında kurtarma ve yardım alacağına ilişkin tahkime başvurabilme imkânı sadece davalıya tanındığı için davacının hak arama özgürlüğünün kısıtlandığına ve ilk derece mahkemesinin uzmanlık gerektiren bir hususta bilirkişi incelemesine başvurmaksızın eksik inceleme ile karar verdiğine hükmederek ilgili kararı bozmuştur.
Not: Yargıtay tek tarafa tanınan tahkime başvurma yetkisini geçerli kabul etmemektedir.

Yargıtay 19. HD. E. 2010/12674, K. 2011/6178, T. 05.05.2011:
  • Dava, davalının haksız davranışı neticesinde feshedilen distribütörlük sözleşmesi neticesinde uğranılan zararın (portföy tazminatı, kar mahrumiyeti ve piyasa oluşturma maliyeti) davalıdan tahsiline ilişkindir.
  • Davalı, her iki tarafın imzasını içeren proforma faturalardaki kayıtlar gereği, olası bir uyuşmazlığın Güney Kore hukukuna tabi olduğunu ve Güney Kore Cumhuriyeti Tahkim Kurumu’nda görülmesi gerektiğini savunmuştur.
  • Yerel Mahkeme, her ne kadar distribütörlük sözleşmesinde tarafların imzası bulunmasa dahi her iki tarafın da anılan sözleşmeye dayanarak beyanda bulunması sebebiyle sözleşmedeki tahkim şartına (Güney Kore’de Milletlerarası Ticaret Odaları Tahkim Kuralları uyarınca) dayalı olarak yetki yönünden davayı reddetmiştir.
  • Yargıtay ise tarafların imzasını içermeyen sözleşmeye dayalı tahkim anlaşması yapılamayacağından bahisle tarafların örtüşen bir tahkim iradesi olmadığına hükmederek proforma faturalar üzerindeki kayıtların geçerliliğinin incelenmesi gerektiğinden bahisle yerel mahkeme hükmünü bozmuştur.
Not: Yargıtay tarafların muhakeme sırasında tahkim şartına dayalı beyanda bulunmalarına rağmen bu içtihadı ile tahkim iradesini sözleşmenin imzalanması yoluyla aramaktadır.

Yargıtay 19. HD. E. 2012/3057, K.2012/8736, T. 24.5.2012:
  • Dava, taraflar arasındaki satım sözleşmesinden doğan uyuşmazlığa dair American Arbitration Association’ın (“AAA”) tahkim kararının Yabancı Hakem Kararlarının Tanınması ve İcrası Hakkında New York Konvansiyonu’na (“New York Konvansiyon”) göre Türkiye’de tenfizine ilişkindir.
  • Davalı, kendisine ait 14.05.2011 tarihli nihai satım teyit mektubunda yine aynı taraflar arasında 2001 yılında yapılmış satım sözleşmesindeki tahkim şartını kabul etmediğini, bu sebeple tahkim heyetinin yargılama yetkisi olmadığını; tahkim şartının varlığı kabul edilse dahi 2001 tarihli satım sözleşmesindeki imzanın davalı şirketin yetkilisinin olmadığını ve bu sebeple sözleşmenin geçersiz olduğunu savunarak davanın reddini talep etmiştir.
  • Yerel mahkeme, 2001 yılındaki sözleşme görüşmeleri sırasında davalı tarafın tahkim şartını tadil etmediği, reddetmediği veya kabul etmediğini belirtmiş; ne var ki teslim edilen mallar karşılığında ödemenin kabul edildiğini ve bu sebeple davalının sözleşmeyi kendi hareketiyle onayladığını; 2011 yılındaki sözleşme için ayrıca bir imzaya gerek olmadığı ve salt anlaşmanın yeterli olduğundan bahisle AAA’nın kararının tenfizine karar vermiştir.
  • Yargıtay ise New York Konvansiyon’un 2. maddesi gereği tahkim sözleşmesinin yazılı olarak yapılması gerektiğini; 2001 yılındaki sözleşmenin aynen ifa edilmesi neticesinde davalının sözleşmenin yetkisiz kişilerce imzalandığı savunmasına itibar edilemeyeceğini; bu sebeple 2001 tarihli sözleşmede yazılılık şartının karşılandığı ancak 2011 tarihli sözleşme görüşmelerinde davalı tarafından 2001 tarihli sözleşmedeki tahkim şartına yapılan atfın kabul edildiğini gösteren açık ya da örtülü bir ibarenin yer almadığı, davalının 2011 tarihli sözleşme koşullarının aynen ifa etmediğini yani fiili bir kabulün bulunmadığını belirterek tahkim şartı açısından yazılılık koşulunun sağlanmaması neticesinde tarafların tahkim iradelerinin uyuşmadığından bahisle ilk derece mahkemesinin kararını bozmuştur.
Not: Yargıtay önceki sözleşmelerde tahkim şartına atıfta bulunulduğu takdirde bu atfın taraflarca ayrıca açıkça kabulünü aramakta ve buna ek olarak sözleşmenin aynen ifasını örtülü kabul olarak değerlendirmektedir.

2.2 TAHKİM ÖZEL YETKİSİ
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2000/191122 K. 2000/1256, T. 11.10.2000:
  • Dava, tahkim şartı içeren buğday alım-satımı sözleşmesi kapsamında davalının yükümlü olduğu akreditifi açmaması neticesinde çıkan uyuşmazlığın taşındığı GAFTA tahkim heyeti kararının tenfizine ilişkindir.
  • Davalı, taraflar arasında geçerli bir sözleşme olmadığını, sözleşmenin yetkisiz temsilci tarafından imzalandığını, tahkim heyeti önünde usulüne uygun şekilde temsil edilmediğini ve hakem seçiminden haberdar olmaması sebebiyle savunma hakkının kısıtlandığını iddia ederek davanın reddini talep etmiştir.
  • Yerel Mahkeme ise sözleşmenin davalı şirketi temsile yetkili kişi tarafından imzalanmadığından bahisle tahkim şartının geçersizliğine, davalının hakem önünde usulüne uygun temsil edilmediğine, hakem seçiminden davalının haberdar edilmeyerek savunma hakkının ihlal edildiğine ve tahkim heyeti kararının usulüne uygun olarak davalıya tebliğ edilmediği gerekçeleriyle davayı reddetmiştir.
  • Yargıtay 19. Hukuk Dairesi, alım-satım sözleşmesi davalı şirketi temsile yetkisiz kişi tarafından imzalansa dahi davalı şirketin temsile yetkili yönetim kurulu başkanı tarafından daha sonraki bir tarihte gönderilen ihtarname ile buğday alım satımına ilişkin sözleşmeye dayanıldığını tespit ederek tahkim şartının geçerli hale gelmesinden bahisle yerel mahkeme kararını bozmuştur. Yerel Mahkeme aynı gerekçelerle kararında direnmiştir.
  • YHDK ise sözleşmeyi imzalayan kişiye özel olarak tahkim şartını kabul etme yetkisinin verilmediğini ve asıl sözleşmenin geçerli olmasının sözleşmedeki tahkim şartını geçerli kılmayacağını belirterek 818 sayılı Borçlar Kanunu (“BK”) m. 388/3 gereği tahkim şartı için özel yetkinin zorunlu olması ve kamu düzeni gerekçeleriyle direnme kararını onanmıştır.
  • YHDK karşı oy yazısında "...özel ve tüzel tüm kuruluşlar nezdinde temsile..." şeklindeki ibare ile alım satım sözleşmesini imzalamaya davalı temsilcinin tahkimi kabul etme bakımından yetkili olduğunu, sözleşme ile tahkim şartının birbirinden ayrı değerlendirilmesi gerektiğini, tarafların uygulanacak hukuk olarak İngiliz Hukuku’nu seçmeleri sebebiyle tahkime ilişkin bölümün geçerliliğinin İngiliz Hukuku’na göre çözümlenmesini gerektiğini belirterek çoğunluk kararına katılmamıştır.
  • Not: Her ne kadar dolaylı olarak sözleşmenin kabulü, Yargıtay tarafından tahkim dostu bir uygulama ile kabul görse de özel yetki hususunda dar bir yorum yapılmaktadır ve tahkime ilişkin özel yetki aranmaktadır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2011/11-742 K. 2010/3203, T. 22.02.2012:
  • Dava, davalı taşıtanın acentesi ile davacı taşıyanın gemi işletme müteahhidi arasında yapılan navlun sözleşmesinden kaynaklanan demuraj alacağının tahsiline ilişkindir.
  • Davalı, taşıtanı izafeten navlun sözleşmesi gereği İngiliz Hukuku’nun uygulanması gerektiğini, sözleşmede tahkim şartı olduğunu, mahkemenin davayı görmeye yetkili ve görevli olmadığını, gemilerin gecikmesine davacının sebep olduğunu iddia ederek davanın reddini istemiştir.
  • Yerel mahkeme, navlun sözleşmesindeki geçerli tahkim şartının varlığından bahisle davayı görev yönünden reddetmiştir.
  • Yargıtay 11. Hukuk Dairesi ise 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu m. 121 gereği yazılı bir izin olmadıkça acentenin sözleşmesel ilişkiye girme yetkisinin olmadığını, BK m. 388 gereği vekile tahkim sözleşmesi yapabilmesi için özel yetki verilmesi gerektiğini ve davalı acentenin böyle bir yetkisinin olmadığını belirterek yerel mahkeme kararını bozmuştur. Yerel mahkeme bozma kararına aynı gerekçeyle direnmiştir.
  • YHGK, özel dairenin bozma kararının gerekçesini doğru bularak direnme kararını bozmuştur.
  • YHGK karşı oy yazısında ise aynı navlun sözleşmesinden kaynaklanan ve tarafları aynı olan başka bir davada sözleşmedeki tahkim şartı geçerli kabul edilmesine rağmen aynı tahkim şartının bu dava açısından geçersiz kabul edilmesinin hiçbir hukuki dayanağının olmadığından bahisle çoğunluk kararına katılmamıştır.
Not: Aksi yöndeki azınlık görüşüne rağmen Yargıtay özel yetki konusundaki içtihadını korumaktadır.

2.3 TAHKİM KARARLARININ TENFİZİ
Yargıtay 19. HD. E.2009/5703 K. 2009/8256, T. 15.09.2009:
  • Dava, Tedarik ve Satım Alım Münhasır Genel Bayiliği Sözleşmesi (“Bayilik Sözleşmesi”) kapsamındaki davalı tarafın ihlalleri ve faturalandırılmış borçlarını ödememesi neticesinde Milletlerarası Tahkim Mahkemesi’nin (“ICC”) davalı aleyhine hükmettiği tazminat kararının tenfizine ilişkindir.
  • Davalı, davacı tarafın yabancı uyruklu olması sebebiyle teminat yatırması gerektiğini, Bayilik Sözleşmesi’ndeki tahkim şartının yok hükmünde olduğunu ve tahkim kararına konu faturaların sahte olduğundan bahisle kararın kamu düzenine aykırı olduğunu belirterek davanın reddini talep etmiştir.
  • Yerel mahkeme, New York Konvansiyonu gereği Bayilik Sözleşmesi’ndeki tahkim şartının geçerli olduğunu, tahkim kararının kamu düzenine aykırı olmadığını belirterek tahkim kararının tenfizine hükmetmiştir.
  • Yargıtay ise Bayilik Sözleşmesi’nin ilgili maddesince İngiltere’deki ICC’nin görevli olduğunu, buna rağmen uyuşmazlığın Fransa’daki ICC’ye götürüldüğünü; Londra’da ICC bulunup bulunmadığı araştırması yapılarak şayet böyle bir Mahkeme var ise uyuşmazlığın bu Mahkeme’de çözülmesi gerektiğini belirterek ilk derece mahkemesinin hükmünü bozmuştur.
Not: Yargıtay tahkim şartı veya anlaşmalarını dar bir şekilde yorumlayarak tahkimi geçersiz kılmaktansa taraf iradelerini öne çıkaran bir yorum yolu tercih edebilmektedir.

15. HD. E. 2014/2183, K. 2014/3226, T. 12.05.2014:
  • Dava, eser sözleşmesinden doğan uyuşmazlığın sulh sözleşmesiyle çözülmesine rağmen davalı tarafından bu sözleşmenin hükümlerinin yerine getirilmemesi neticesinde eser sözleşmesinden doğan uyuşmazlıkları çözmeye yetkili kılınan ICC kararının tenfizine ilişkindir.
  • Davalı, geçerli bir tahkim anlaşması bulunmadığını, tahkim yargılamasının sulh ile sona erdiğini, cezai şartın fahiş olduğunu, bu sebeple hem usule hem de esasa ilişkin kamu düzenine aykırılık hallerinin bulunduğunu ve tenfiz için gerekli şartların gerçeklemediğini savunmuştur.
  • Yerel mahkeme ise tenfizin şartlarını inceledikten sonra Türk hukukuna göre her ne kadar cezai şartın miktarını belirleme noktasında taraflara serbestlik tanınmış olsa da bu serbestliğin mutlak olmayıp tarafın ekonomik özgürlüğünü yok edecek ya da ağır şekilde kısıtlayacak veyahut ekonomik geleceğini tehlikeye düşürecek nitelikte olamayacağına ve bu nedenle tahkim kararının kamu düzenine aykırı olduğuna hükmederek davayı reddetmiştir.
  • Yargıtay, normun toplumsal yarar ve hukuk düzeni açısından vazgeçilmez bir niteliği olduğu takdirde kamu düzeni ile ilişkili olabileceğini; özel hukukta ise genellikle aile, miras, eşya ve vergi hukuku kurallarının bu niteliğe haiz olduğunu; kamu düzenine aykırılık kıstasının Türk Hukuk sistemine veya emredici kurallara aykırılıktan öte Türk Hukuku’nun temel değerlerine, genel ahlak ve adap anlayışına, Anayasa’daki temel hak ve özgürlüklere, milletlerarası alanda kabul görmüş hukuk prensiplerine dayalı olduğunu ve cezai şartın fahiş olmadığın belirterek yerel mahkemenin kararını bozmuştur.
Not: Uygulamada sıklıkla karşılaşılan “kamu düzeni” nedeniyle tenfiz talebinin reddedilmesine müsaade etmeyen tahkim dostu bu karar ilerisi için önem arz etmektedir.

19. HD. E. 2015/9465, K. 2015/13105 T. 20.10.2015:
  • Dava, ticari satıştan kaynaklanan uyuşmazlığa dair yabancı hakem kararının tenfizi davasında Asliye Ticaret Mahkemesi’nin görevli olup olmadığına ilişkindir.
  • Davalı, taraflar arasındaki tahkim şartının geçerli olmadığını ve davaya bakmaya görevli mahkemenin Asliye Hukuk Mahkemesi olduğunu savunarak davanın reddini talep etmiştir.
  • Yerel mahkeme, 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’un (“MÖHUK”) 60. maddesi gereği tenfiz kararını vermeye görevli mahkemelerin Asliye Hukuk Mahkemeleri olduğundan bahisle görevsizlik kararı vererek davayı reddetmiştir.
  • Yargıtay ise MÖHUK m. 60/2 gereği yabancı hakem kararlarının tenfizinin açıkça Asliye Mahkemeleri’ne bırakıldığını, Asliye Mahkemeleri’nden anlaşılması gerekenin Asliye Hukuk ve Asliye Ticaret Mahkemeleri olduğunu ve ticari nitelikteki davanın Asliye Ticaret Mahkemeleri’nde çözülmesi gerektiğini belirterek ilk derece mahkemesinin hükmünü bozmuştur.
Not: Sağlıklı bir yargılama için ticari uyuşmazlıkların aslında Ticaret Mahkemelerinde görülmesi gerektiğini teyit eden bu hüküm uygulama açısından büyük önem taşımaktadır.

3. ÖNEMLİ BİLGİLER VE DİKKAT EDİLMESİ GEREKENLER
  • Hukuki işlemin tek tarafına tahkim yetkisi tanıyan anlaşmalardan kaçınılmalıdır.
  • Tahkim sözleşmesi yazılı olarak yapılmalı ve her iki tarafça imzalı olmalıdır.
  • Eski sözleşmelere yapılan atıflarda şekil şartına uyularak karşı tarafın açık ve yazılı rızası aranmalıdır.
  • Tahkim süreci başlatılmadan önce karşı tarafın temsilcisinin tahkim şartı/sözleşmesi için özel yetkili olup olmadığı teyit edilmelidir.
  • Tahkim sözleşmesinde/şartında yazılı tahkim heyetine ve/veya seçili tahkim yeri veya kurumuna riayet edilmelidir.
  • Türkiye’de tenfizi gerçekleşecek bir tahkim kararının hangi yönleriyle kamu düzenine aykırı olabileceği ayrıntılı şekilde değerlendirilmelidir.
  • Ticari uyuşmazlıktan doğan tahkim kararlarının tenfizinde görevli mahkemeye dikkat edilmeli ve usule ilişkin itirazlara mahal vermemek için dava ticaret mahkemesinde açılmalıdır.

4. SONUÇ
Milletlerarası tahkimde özellikle tahkim şartının/sözleşmesinin geçerliliği, tahkim özel yetkisi ve tahkim kararının tenfizi tahkimin sonuç doğurabilmesi ve dolayısıyla daha çok tercih edilebilmesi adına büyük önem arz etmektedir. Bu üç konuya ilişkin Yargıtay’ın tutumu ise çekingen ve muhafazakâr bir bakış açısından yavaş yavaş tahkim dostu bir çizgiye kaymaktadır. Önceleri tahkimi adeta bir istisna olarak kabul eden Yargıtay, fahiş cezai şartın kamu düzenine aykırılık teşkil etmeyeceği noktasına kadar evirilmiştir.

Türk yargı sisteminin milletlerarası tahkime ilişkin kat etmesi gereken halen uzun ve meşakkatli çalışmalar gerektiren bir yolu vardır. Bu noktada uygulamadaki aktörlere düşen ilk rol, değişen ve gelişen yüksek mahkeme kararlarını iyi analiz ederek milletlerarası tahkime ilişkin doğru ve uygulanabilir tahkim anlaşması/şartı düzenlemek ve nihayetinde tenfiz sürecinde dinamik ve sonuç odaklı çözümler sunmaktır. Aksi takdirde tahkim kararlarının uygulanması veya tenfiz edilebilir tahkim kararlarının alınması hususunda geri dönülmez hak veya vakit kayıplarının yaşanması söz konusu olabilecektir.

Av. Efe Kınıkoğlu

Benzer Makaleler
Bu yazımızda yenilebilir enerji kaynaklarından elektrik üretimini hukuki yönler başta olmak üzere bir çok açıdan ele aldık.
2023 yılında Rekabet Kurumu’na bildirilen işlemlere ilişkin olarak, Rekabet Kurumu (“Kurum”) Ekonomik Analiz ve Araştırma Dairesi Başkanlığı tarafından hazırlanan 2023 yılı Birleşme ve Devralma Görünüm Raporu (“Rapor”), 5 Ocak 2024 tarihinde, Kurum’un internet sitesinde yayımlanmıştır.
Türk Rekabet Kurumu (“Kurum”) tarafından Birleşme ve Devralma rejimini diğer mehaz Avrupa Birliği (“AB”) hukuklarıyla yeknesak kılmak adına 1997/1 sayılı Rekabet Kurulu’ndan İzin Alınması Gereken Birleşme ve Devralmalar Hakkında Tebliğ’i yürürlükten kaldırılarak
Türk Borçlar Hukuku ve Ticaret Hukukunda, konsinye satış şartı ve konsinye satış sözleşmesi diye anılan sözleşme türü açıkça düzenlenmemiş bir kavram olup sözleşme serbestisi kapsamında uygulama ve öğretide gelişmiş, yargı kararları ve ikincil hukuk kaynaklarında sıkça ifade bulmuş bir kavramdır.
İnternet, günümüzde enformasyon ve iletişim teknolojilerinde meydana gelen gelişmelerle birlikte, ekonomiye yön veren en önemli platformlardan biri haline gelmiştir.
Rusya ve Ukrayna arasında bir süredir gözlemlenmekte olan diplomatik gerginlik ve zıtlaşmaların yerini sıcak çatışma ve Rusya tarafından bazı Ukrayna topraklarının işgaline bırakması ile birlikte, Dünya ülkeleri bu duruma tepkiler göstererek Rusya’ya karşı çeşitli yaptırımlar uygulamaya başlamıştır.
2021 yılı, Türk Rekabet Hukuku bakımından birçok ilke imza atılan bir yıl oldu. Geçtiğimiz son 10 yıldaki gelişmelere kıyasla, 2021 yılında, sadece 1 yıl içinde, Türk Rekabet Hukuku uygulamasına, çeşitli içtihatlar ve mevzuat oluşumları aracılığıyla ciddi bir ivme kazandırıldı.
Türk Borçlar Kanununun en önemli düzenlemelerinden biri olan satış sözleşmelerinde üzerinde durulması gereken en önemli konu satışın yapılmasından sonra satılan üründe ayıp ortaya çıkması ve ayıp halinde alıcının hakları ile satıcının yükümlülüklerinin neler olduğudur. Bu yazımızda da özel olarak ayıp halinde tarafların hak ve yükümlülükleri ile bunlar için düzenlenmiş şekil şartlarından bahsedilmektedir.
İstem konusunun bölünebilir olduğu durumlarda tamamının değil, yalnızca belli bir kesiminin dava edilmesi halinde kısmi dava söz konusu olmaktadır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (“HMK”) 107. maddesinde yapılan düzenleme ile talep sonucunun belirlenemediği hallerde kısmi davaya nazaran daha kolay bir yol olan belirsiz alacak davası seçeneği getirilmiş, böylelikle alacaklıya, alacağının belirlenebilen kısmı üzerinden harç yatırarak açacağı dava kapsamında karşı tarafın iznine veya ıslah yoluna başvurmasına gerek olmadan talep sonucunu kesin olarak belirleme olağanı tanınmıştır.
Ticari hayatta teşebbüsler, faaliyet içerisinde bulunduğu diğer sektör oyuncularından olan alacaklarını tahsil etmek adına alacaklarını taşınmaz ipoteği ile teminat altına alma yöntemini sık sık tercih etmektedir.
“Takas Edilemez/Değiştirilemez Jetonlar’ın ("NFT"- Non-Fungible Token) kullanımının blok zincir teknolojisi ile yaratıcı fikri mülkiyeti birleştirmede kazandığı popülerlik günbegün artmaktadır.
Ticari hayatta teşebbüslerin faaliyetlerini baskı altında olmaksızın serbesti ile gerçekleştirebilmesi, teşebbüslerin bulunduğu pazardaki varlığını koruyabilmesinin yanında son alıcı olan tüketicilerin adil fiyatlandırma ve kaliteli ürün dengesinde piyasaya sunulmuş son üründen faydalanabilmesi açısından da önem taşımaktadır.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın (“Bakanlık”) İş Yerlerinde Covid-19 Tedbirleri başlıklı duyurusu (“Duyuru”) 3 Eylül 2021 tarihinde Bakanlık internet adresinde yayımlanmıştır.
Yazımız kapsamında, En Çok Kayrılan Müşteri koşulunun tanımı ile ticaret hayatındaki temel fonksiyonu ve Türk Rekabet Hukuku kapsamındaki yeri değerlendirilecektir.
Bu makale İcra ve İflas Kanunu’nda Değişiklik Yapan Torba Kanu’nun ne getirdiğine değinmektedir.
2019 yılı Aralık ayından beri hayatımızda yer alan Koronavirüs (“Covid-19”) ile birlikte maskeli, sosyal mesafeli yaşam tarzı yeni normal haline geldi.
Avrupa ve Amerika’da yaklaşık kırk yıla yakın bir süredir uygulanan uyuşmazlık çözüm yöntemi olan arabuluculuk kurumu günümüzde ülkemizde de en sık kullanılan alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerinden birisidir.
Arabuluculuk Sonucunda Yapılan Milletlerarası Sulh Anlaşmaları Hakkında Birleşmiş Milletler Konvansiyonu’nun (“Singapur Konvansiyonu/Konvansiyon”) Onaylanması Hakkında Karar (“Karar”), 22 Nisan 2021 tarihli ve 31462 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Karar ile beraber, Konvansiyon’a ilişkin iç hukuk onay süreci tamamlanmış olup; Türkiye’nin onayı, 22 Ekim 2021 tarihine kadar Birleşmiş Milletler’in New York’ta bulunan merkezine tevdii edilecektir.
Abonelik Sözleşmesinden Kaynaklanan Para Alacaklarına İlişkin Takibin Başlatılması Usulü Hakkında Kanun (“Kanun”), 19 Aralık 2018 tarihli ve 30630 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Kanun uyarınca, arabuluculuk ile ilgili oldukça önemli düzenlemeler mevcuttur. 1 Ocak 2019 tarihi itibariyle yürürlüğe girecek olan düzenleme uyarınca konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat taleplerine ilişkin ticari davalarda arabuluculuk dava şartı haline getirilmiştir.
“Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karara (“Karar”) İlişkin Tebliğ’de (Tebliğ No: 2008-32/34) (“Tebliğ”) Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (Tebliğ No: 2018-32/51)” (“Değişiklik Tebliği”) 6 Ekim 2018 tarihli ve 30557 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak, yayımı tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Kaynağını İsviçre Federal İcra ve İflas Kanunu’ndan alan ve yürürlüğe girdiği 1932 yılından beri metninde birçok kez değişiklikler yapılan 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nda Türkiye’de toplumsal ihtiyaçların değişmesi ve genel ekonomide meydana gelen gelişmeler sebebiyle, mali yönden güçlük yaşayan şirketlerin faaliyetlerinin devam etmesi bir başka deyişle iflas etmelerinin önüne geçilmesi amacıyla bazı kurtuluş çarelerine yer verilmişti. Bunlara örnek olarak “mal varlığının terki suretiyle konkordato”, “iflasın ertelenmesi” ve “uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırma” verilebilir. Her ne kadar kanunda birden fazla kurum yer alsa da, özellikle “iflasın ertelenmesi” dışındaki kurumların işleyişine ilişkin maddelerin süre ve usul bakımından uygulanmasında yaşanan zorluklar sebebiyle ticari anlamda güç durumda olan tacirler son yıllarda sadece “iflasın ertelenmesi” kurumuna başvurmakta idi. Bu kurum yıllar geçtikçe amacından sapmış ve erteleme talep eden tacirin mali durumunu iyileştirmekten çok, alacaklıların alacaklarına kavuşmasına engel olan ya da sürüncemede bırakan bir kurum haline gelmiştir.
Elektronik ticaretin günümüzdeki önemi tartışılmaz. E-ticaret hacminin gittikçe arttığı bugünlerde, e-ticaret işlemlerinde Rekabet Hukukunun da geliştiğini görüyoruz.
Çeşitli gelişmeler karşısında ülke ekonomisinin büyüme hızını arttırmak ve bu suretle kalkınmasını sağlamak için dünyadaki ekonomik ve politik riskler ile yakın coğrafyamızda yaşanan bölgesel olayların ekonomi üzerindeki muhtemel etkisini bertaraf etmek ve müteşebbislerin iş ve yatırım kararlarına daha sıhhatli bir şekilde odaklanmalarına imkan sağlamak, AR-GE faaliyetlerinin desteklenmesi ve ülkemize yönelik yatırımların arttırılması amacıyla, özel sektörün kamuya olan borç yükünün azaltılarak borçlara taksitle ödeme imkanları getirilmekte ve ihtilafların sulh yoluyla sonlandırılmasını ve vergi incelemesinde olan konuların dava yoluna gidilmeksizin çözümlenmesini sağlamak üzere çeşitli düzenlemeler yapılmaktadır.
Yüzyıllardır Aile Şirketlerinde sürdürülebilirliği sekteye uğratan faktörlerden başlıcası hissedarlar arası uyuşmazlıklar olmuştur. Aile büyüdükçe hissedarlık tabanının da genişlemesi, daha fazla hissedar ve daha fazla çatışan görüş ortaya çıkaracaktır. Genişleyen hissedarlık yapısı içerisinde hissedarlardan birisinin payını 3. kişiye devir suretiyle çıkış planı gibi iradi sebepler ya da hissedarlardan birisinin kaybı, boşanması veya payının cebri icra yolu ile alacaklı bir başka kurum ya da kişiye intikali neticesinde Şirketin kurumsal yapısı ile bağdaşmayabilecek hissedarların Şirkete girişinin önü açılabilecek; Şirket operasyonlarını etkileyebilecek kilit durumlar dahi ortaya çıkabilecektir. Şirketler nezdinde gerek iradi gerekse irade dışı pay devirlerine karşı getirilecek bazı sınırlamalar veya mevzuatın çok başvurulmayan bazı enstrümanları Aile Şirketlerinde hissedarlık yapısının korunması ve Şirketin sürdürülebilirliğe giden yolda ilerleyişini kolaylaştırmaktadır.
Son yıllarda en büyük şirketlerden küçük işletmelere kadar hedef ayırt etmeksizin giderek artan siber saldırıların global olarak yol açtığı zararların 2021 yılından itibaren yıllık 6 trilyon dolara çıkması beklenmektedir. İletişim, hizmet ve para akışının sanal ortama taşındığı dünyamızda hem özel sektör hem de kamu kurum ve kuruluşları için siber tehditler varlığını giderek daha fazla hissettirmektedir.
Mali Suçları Araştırma Kurulu (“MASAK”) tarafından hazırlanan Kripto Varlık Hizmet Sağlayıcıları İçin Suç Gelirlerinin Aklanmasının ve Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Yükümlülüklere İlişkin Temel Esaslar (“Kripto Varlık Hizmet Sağlayıcıları Rehberi”) 4 Mayıs 2021 tarihinde MASAK internet adresinde yayımlanmıştır.
İlk kez 2020 arifesinde rapor edilen ve 2020’nin ikinci çeyreğine girilmesiyle bir pandemiye dönüşen COVID19 toplumları her seviyede etkileyerek yaşam tarzlarını ve iş yapma süreçlerini sekteye uğrattı, zaman zaman askıya alınmasına sebep oldu, ya da hızlı bir değişime zorladı.
Tüm Dünyayı ve dolayısıyla da ülkemizi de etkisi altına alan ve özellikle de perakende, lojistik, sağlık, otomotiv, tekstil gibi sektörlerin işleyişinde ve sürekliliğinde aksamalara sebep olan COVID-19 salgınından en çok etkilenen sektörlerin başında perakende sektörü gelmektedir.
COVID-19 salgını çerçevesinde alınması gereken acil durum önlemleri kapsamında icra ve iflas işlemleri yönünden de tedbir alınması gerekmiş, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (“Kanun”) “II-FEVKALADE HALLERDE TATİL” üst başlığını taşıyan, “İcra takiplerinin durdurulması halleri” başlıklı 330. maddesindeki “Salgın hastalık, umumi bir musibet veya harb halinde Cumhurbaşkanı karariyle memleketin bir kısmında veya bazı iktisadi zümreler lehine muayyen bir müddet için icra takipleri durdurulabilir.”
Korona virüs, evrensel adıyla COVID-19 (“Korona virüs”), 2019 yılı Aralık ayında Çin’in Wuhan şehrinde ilk kez görülmesinden bu yana hızlı yayılmasının önlenmesi amacıyla seyahat politikalarının gözden geçirmesi, üretim kesintileri, karantina uygulamaları, ülkesel olağanüstü hal kararları gibi tedbirler sebebiyle iş hayatını çok kısa zaman içerisinde olumsuz olarak etkilemiştir.
16.03.2020 tarihli yayınımızda da belirtmiş olduğumuz üzere Korona virüs evrensel adıyla COVID-19 (“Korona virüs”) salgınının en önemli izdüşümlerinden birisi işçi – işveren istihdam ilişkisinde kendisini göstermektedir.
Evrensel adıyla COVID-19 (“Koronavirüs”) olarak bilinen Koronavirüs’ün sebep olduğu salgın hastalık, 2019 yılı Aralık ayında Çin’in Wuhan şehrinde ilk kez görülmesinin ardından kısa bir zaman içerisinde tüm dünyayı hem sağlık hem de ekonomik anlamda etkisi altına almıştır.
Korona virüs salgınının global etkisi, küresel krize neden olabilecek nitelikteki çeşitli alan ve sektörlerde yarattığı olumsuz yansımalar, şirketlerin ticari anlaşmaları ve edimlerin ifası yönünden oldukça önemli sonuçlar doğurmaktadır.
COVID-19 (“Koronavirüs”), tüm dünyayı etkisi altına almaya devam etmektedir. Ticaret dünyasında covid-19 salgının olumsuz yansımalarını en derinden hisseden alanlardan birisi perakende sektörüdür.
Covid-19 Salgın sürecinde gerek işverenler gerek ise sağlık kuruluşları tarafından birtakım önlemler alınmakta olup pandemi ile mücadele edilmesi sebebiyle, özellikle sağlık verileri başta olmak üzere pek çok kişisel verinin işlenmesi zaruri hale gelmiştir.
Dünya Sağlık Örgütü (“DSÖ”) tarafından 11.03.2020 tarihinde “Pandemi (salgın)” olarak nitelendirilen Covid-19 virüsünün (“Koronavirüs”) işveren-çalışan ilişkilerini üst düzeyde etkilediği şu günlerde, her çalışan ve işverenin gündemine aldığı konulara dair değerlendirmelerimizi sıkça sorulan sorular formatında bu yazımızda paylaşıyoruz.
COVID-19 salgını sebebiyle alınması gereken acil durum önlemleri kapsamında icra ve iflas hukuku işlemleri yönünden 2279 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile tedbirlerin usul hukukuna ve diğer uygulamalara etkileri bakımından ise 7226 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 20.12.2009 tarihli 5941 sayılı Çek Kanunu’na Geçici 5. Madde eklenerek önemli yenilikler getirilmiştir.
COVID-19 salgını sebebiyle alınması gereken acil durum önlemleri kapsamında ülkemizin de içerisinde bulunduğu süreç sebebiyle birçok konu başlığı yönünden gerekli önlemler alınmış olmakla birlikte, çalışan ve işveren ilişkileri de alınan işbu önlemlerden etkilenmiştir.
Bilindiği üzere, sosyal medya konusundaki yasal düzenlemeler Türkiye’nin gündeminde her zaman önemli bir yere sahip olmuştur.
Teknoloji hayatımızda gün geçtikçe daha büyük bir yer kaplamakta. Bu sayede, artık en basit günlük alışverişlerimizi bile internet üstünden sağlamaya başladığımız yadsınamaz bir gerçek haline geldi. Bu doğrultuda, erişilebilirlik, hız, çeşitlilik gibi kavramlar yaşantımızın daha da önemli bir parçası oldular.
Şirket hisselerin devrinde olduğu gibi ticari hayatın süregelen akışında gerçekleşen işlemlerde vergisel boyut oldukça önemli bir yere sahip olup ticari hayatta atılacak adımlar vergisel anlamdaki sonuçları ile değerlendirilmektedir. Şirket hisse devirlerinde ortaya çıkan kazancın vergisel sonucunu hissedar lehine çevirmek için mevzuat düzenlemeleri dikkatle incelenmeli ve atılacak adımlar buna göre belirlenmelidir.
Günümüzde tüketiciler, satın aldıkları araçlar ile ilgili olarak karşılaştıkları arızaların yetkili servisler tarafından giderilmesini istemektedirler. Ancak, yetkili servisler tarafından bu talepleri yerine getirilmediğinde Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunu’ndan doğan seçimlik haklarını kullanmak maksadıyla yasal yollara başvurmaktadırlar. Bu haklarından bir tanesi de aracın ayıpsız misliyle değişimi yani yenisiyle değiştirilmesidir. İşte tam bu noktada önemle belirtmek gerekir ki, tüketicilerin her araç arızasında bu seçimlik haklarını kullanabilecekleri hatasına düştüklerini ve akabinde yargılama sonrasında hayal kırıklığına uğradıkları gözlemlenmiş olup, tüketicilerin bu haklarını hangi şartlar altında kullanabilecekleri ve aracın yenisi ile değişimine ilişkin hakkın kapsamına değinmek gerekmektedir.
Şirket kapanışı, bir şirketin tasfiye sürecine girmesiyle başlayıp Ticaret Sicilinden terkini ile son bulmaktadır. Tasfiye sürecine giren şirketler, birçok alanda farklı prosedürleri tamamlamakla yükümlü olup işbu Bilgi Notu şirketlerin tasfiye sürecinde Şirketler Hukuku ve İş Hukuku açısından göz önünde bulundurulması gereken hukuki risk ve unsurlara ilişkin olup genel bilgilendirme niteliğindedir. İşbu Bilgi Notu iki bölümden oluşmakla beraber ilk bölümde tasfiye süreci Şirketler Hukuku açısından, ikinci bölümde ise İş Hukuku açısından ele alınacaktır. Ayrıca, işbu Bilgi Notu’nun devamında “şirketin kapanmasına” ilişkin ifadeler hukuki olarak şirketin tasfiyesi olarak anlaşılmalıdır.
Taraflar, sözleşmeden doğan yükümlülüklerini ifa etmemelerinin önüne geçmek amacıyla sözleşmeyle ceza koşulu kararlaştırılabilir. Sözleşmede kararlaştırılacak ceza koşuluyla taraflar, ortaya çıkacak riskleri en aza indirgemeyi ve ifa alacaklısının korunmasını amaçlamaktadır.
Son yıllarda artan ivmeli gelişimi ile perakende sektörünün lokomotifi haline gelen Alışveriş Merkezleri(“AVM”), ülkemiz ekonomisi içinde önemli bir rol oynamaktadır. Ülkemizde AVM’ler yakaladığı giriş sayısı ve harcama miktarları ile ölçümlenen büyüme oranlarıyla Avrupa sıralamalarının da üst basamaklarında yer almaktadır. Bu gelişime paralel olarak, ülkemizde Avrupa Birliği müktesebatına uyum sağlanabilmesi ve perakende sektörü ile AVM’lerin de yasal düzleminin yaratılabilmesi için özel hukuki düzenlemelere ihtiyaç duyulmuştur. Bu bağlamda öncelikle, 29.01.2015 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6585 Sayılı Perakende Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun (“6585 sayılı Kanun”) ile perakende sektöründe genel hukuki bir çerçeve oluşturulmuş, ileride çıkarılacak yönetmeliklere ilişkin altyapı oluşturulmuştur.
“Koronavirüs (“Covid-19”) tüm dünyayı etkisi altına almaya devam ederken ticaret dünyasında salgının olumsuz yansımalarını en derinden hisseden alanlardan birisi olan perakende sektörü, Covid-19 sarmalında çalışanların sağlıklarını koruma, müşterilerini memnun etme ve bu zorlu dönemi minimum kayıpla atlatma amacıyla kurguladıkları planları hukuk filtresinden geçirmeye de özen göstermek durumundadır.
Kurumsal Yönetim uygulamaları ve kurumsal yönetimin özümsenmesinin Şirketlerin sürdürülebilirliğine etkisi tartışmasız olmakla birlikte Şirketler nezdinde etkin uygulamalar, finansmana erişime de olumlu etki etmekte; finansmana erişim de sürdürülebilirliği dolaylı olarak desteklemektedir.
6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (“TTK”) 367. maddesi uyarınca, anonim şirketlerde yönetim kurulu, hazırlayacağı ve yürürlüğe koyacağı bir iç yönerge ile şirketin yönetimine ilişkin birtakım yetkileri bazı yönetim kurulu üyelerine veya yönetim kurulu üyesi olmayan üçüncü kişilere devredebilmektedir.