Taşınır satışlarında satıcının ayıptan doğan sorumluluğuna ilişkin zamanaşımı, Türk Borçlar Kanunu m.231 ile özel olarak düzenlenmiştir. Kural olarak, satıcının ayıptan sorumluluğuna ilişkin talepleri satılan malın alıcıya devrinden itibaren iki yıl geçmekle zamanaşımına uğrar. Bununla birlikte ticari taşınır satışlarında ise Türk Ticaret Kanunu'nun 23/1-c maddesi uyarınca Borçlar Kanunu hükümleri kıyasen uygulanmaktadır. Bu nedenle taraflar tacir olsa dahi ayıptan doğan sorumluluk ve zamanaşımı süreleri bakımından Türk Borçlar Kanunu hükümleri esas alınır.
Türk Borçlar Kanunu m. 231/1 uyarınca, satıcının satış sözleşmesinde daha uzun bir süre için sorumluluk üstlenmediği hâllerde, ayıptan doğan talepler kural olarak malın alıcıya tesliminden itibaren iki yıl içinde ileri sürülmelidir. Ayıbın teslimden sonra ortaya çıkması, bu sürenin başlangıcını etkilemez; bu nedenle, gizli ayıplar da dahil olmak üzere tüm ayıplar bakımından süre işlemeye devam eder ve zamanaşımı süresi teslim tarihinden itibaren iki yılın dolmasıyla sona erer.
Öte yandan, zamanaşımı süresi kesintisiz işleyecek bir yapı arz etmekle birlikte alıcının ayıba ilişkin olarak dava açması, icra takibi başlatması veya satıcının ayıptan doğan borcu ikrar etmesi gibi durumlarda işlemekte olan zamanaşımı süresi kesilir. Bu hâllerde, zamanaşımı yeniden işlemeye başlar ve alıcının hak arama süresi fiilen uzamış olur.
Türk Borçlar Kanunu m. 231/2 uyarınca, ayıbı bilmesine rağmen satıcı bunu alıcıdan gizlemişse veya açıkça ortaya çıkabilecek nitelikte bir ayıbı ciddi ihmal sonucu fark etmemişse, bu durumda ağır kusurlu sayılır ve zamanaşımı korumasından yararlanamaz. Bu hâlde, Türk Borçlar Kanunu’nun 146. maddesi uyarınca on yıllık genel zamanaşımı uygulanır ve ağır kusurun kanıtlanabilmesi hâlinde alıcının dava hakkı iki yıl değil, on yıl içinde sona erer. Bu düzenleme, ayıplı bir malı aldatma kastıyla ya da ağır ihmalle teslim eden satıcıların kısa süreli zamanaşımı korumasından faydalanarak sorumluluktan kaçmasını önlemeyi ve alıcının zamanaşımı süresinden etkilenmemesini amaçlamaktadır.
Uygulamada bu tür ağır kusura dayalı sorumluluklar, çoğunlukla gizli ayıplar nedeniyle gündeme gelebilmektedir. Bu tür ayıplar, malın tesliminde olağan bir muayene ile tespit edilemeyen, ancak kullanım süreci içinde ortaya çıkan kusurlardır. Özellikle Otomotiv, Ağır Sanayi olmak üzere endüstriyel ekipmanlarda gizli ayıplar sıkça görülmektedir. Örneğin, motor arızaları teslim sırasında fark edilmeyebilir ancak zamanla ciddi sorunlara yol açabilir. Bu tür kusurlar genellikle teslimden sonra ortaya çıktığı için alıcıların iki yıllık süre geçtikten sonra dava açması kaçınılmaz olabilmektedir. TBK m. 231/2, bu gibi durumlarda alıcıyı zamanaşımı def’ine karşı korumayı amaçlasa da bu kuralın mahkemeler tarafından nasıl uygulanacağı çok büyük önem arz etmektedir.
Yargıtay, gizli ayıpların satıcının ağır kusuru ile gizlenmiş olması hâlinde kısa zamanaşımı süresinin uygulanamayacağını istikrarlı şekilde kabul etmektedir. Özellikle motor arızası nedeniyle açılan bir davada verilen kararda, her ne kadar uyuşmazlığa eski Borçlar Kanunu uygulanmış olsa da Mahkeme, arızanın gizli ayıp niteliğinde olduğunu, satıcının bu ayıbı ağır kusurla gizlediğini ve bu nedenle zamanaşımı süresinin dolmuş olmasının satıcının sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağını açıkça ifade etmiştir. Bu karar, Yargıtay’ın kısa zamanaşımı süresini alıcı aleyhine daraltıcı değil, aksine koruyucu bir anlayışla yorumladığını en açık şekilde ortaya koymaktadır.
Yargıtay yerleşik içtihatlarında, TBK m. 231/2’de öngörülen koruyucu düzenlemeyi alıcılar lehine yorumladığı, gizli ayıp ve ağır kusur birlikte bulunduğunda satıcının kısa zamanaşımı süresinden yararlanamayacağı sonucuna ulaşıldığı görülmektedir. Ne var ki, ilk derece mahkemeleri nezdinde zaman zaman delillerin değerlendirilme biçimi ya da bilirkişi tespitlerindeki belirsizlikler nedeniyle, bu açık kurala aykırı sonuçlara varılabildiğinden yüksek mahkemelerce verilen kararlar, uygulamanın ilk derece mahkemesi nezdinde de doğru yönde şekillenmesi bakımından yol gösterici nitelik taşımaktadır.
Bu doğrultuda, bazı Bölge Adliye Mahkemesi kararlarında satılan malda gizli ayıp bulunması hâlinde alıcının teslim anında ayıbı fark etmesinin beklenemeyeceği, dolayısıyla araştırma yükümlülüğünün gizli ayıplar açısından sınırlı olduğu vurgulanmış; satıcının gizli ayıplı malı ağır kusuruyla teslim etmesi hâlinde hileli davranışlar ve ağır ihmalin zamanaşımı süresinin işletilmesine engel teşkil ettiğini kabul ederek gizli ayıp ve ağır kusur nedeniyle satıcının zamanaşımı def’inden yararlanamayacağı sonucuna ulaşılmıştır.
Doktrinde de gizli ayıplarda satıcının ağır kusurunun varlığı hâlinde kısa zamanaşımı süresinden yararlanamayacağı yönündeki görüşler ağırlıklıdır. Gizli ayıpların doğası gereği teslim anında tespiti mümkün olmadığından ve satıcının mesleği sebebiyle ayıbı bildiği veya bilmesi gerektiği durumlarda alıcının korunması gerektiğini ve bu durumda Türk Borçlar Kanunu m. 146’daki on yıllık zamanaşımı süresinin uygulanacağı belirtilmektedir.
Tüm bu değerlendirmeler ile gerek tüm imalat sektörlerini etkileyen teknolojik gelişmeler gerekse de küresel satım ağlarının hızlı gelişimi klasik zamanaşımı kurallarının ötesinde, daha adil ve esnek bir yaklaşım gerektirmektedir. Alıcıların gizli ayıpları teslim anında fark etmesi beklenemezken, dava haklarının iki yıl gibi kısa bir sürede sona ermesi, hukukun koruyucu işleviyle çelişmektedir. Türk Borçlar Kanunu m. 231/2 hükmü ise ister aldatma ister ağır ihmal olsun alıcının on yıllık süre içinde hak aranmasına imkân tanıyarak bu sorunu gidermektedir. Bu süreçte, sofistike ve kompleks üretim yapan ithalatçıların gizli ayıplardan sorumlu tutulmaları yalnızca hukuki bir istisna değil, ticari güven ve hakkaniyetin tesisi için temel bir zorunluluktur. Uygulayıcılar tarafından da iki yıllık zamanaşımının üreticiler lehine değil de mevzuat uyarınca doğru ve adil şekilde yorumlanması ve alıcıların gizli ayıplardan 10 yıl süreyle korunması adaletin sağlanması açısından büyük önem taşımaktadır.
Göktürk Şahin, Yönetici Avukat
Selen Kaya, Stajyer Avukat