Önerilen Aramalar

Sürdürülebilirlik ve ESG : Geleceğin Şirketlerini Şekillendiren Yeni Paradigma

6.05.2025

Tüm Makaleler

ESG Nedir ve Neden Önemlidir?

Günümüzde, şirketlerin başarısı yalnızca finansal performanslarıyla değil, aynı zamanda çevresel, sosyal ve kurumsal yönetişim (Environmental, Social, Governance - ESG) kriterlerine uyumlarıyla da ölçülmektedir. ESG, yatırımcılardan tüketicilere kadar tüm paydaşların karar alma süreçlerini etkileyen kritik bir faktör haline gelmiştir.

Bu yeni paradigma, şirketlerin yalnızca operasyonel verimliliklerini artırmalarını değil, aynı zamanda uzun vadeli değer yaratmalarını da zorunlu kılmaktadır. ESG uyumluluğu, sadece regülatif bir zorunluluk olarak görülmemeli, aynı zamanda rekabet avantajı sağlayan stratejik bir unsur olarak ele alınmalıdır. Bu kapsamda ESG kriterleri; yatırımcıların, düzenleyici otoritelerin ve tüketicilerin karar alma süreçlerinde belirleyici bir faktör haline gelmiş olup şirketler, yalnızca finansal performanslarıyla değil, aynı zamanda çevresel etkileri, insan haklarına duyarlılıkları ve yönetişim uygulamalarıyla da değerlendirilmektedir.


ESG'yi Yönlendiren Ulusal ve Uluslararası Düzenlemeler

ESG uygulamalarını yönlendiren çeşitli ulusal ve uluslararası düzenlemeler bulunmaktadır. Bu düzenlemeler, şirketlerin sürdürülebilirlik ilkelerine uyum sağlamasını teşvik ederken, yatırımcıların ve paydaşların daha sorumlu kararlar almasına yardımcı olmayı amaçlamaktadır. Özellikle Avrupa Birliği'nin ("AB") sürdürülebilirlik odaklı düzenlemeleri, global şirketler için yeni yükümlülükler getirmekte olup Kurumsal Sürdürülebilirlik Özen Yükümlülüğü (Corporate Sustainability Due Diligence – "CSDD") ve Kurumsal Sürdürülebilirlik Raporlama Direktifi (Corporate Sustainability Reporting Directive – "CSRD") gibi düzenlemeler, şirketlerin sadece kendi operasyonlarını değil, tüm tedarik zincirlerini kapsayan bir sorumluluk çerçevesine uyum sağlamasını gerektirmektedir. Bu doğrultuda şirketlerin, çevresel ve sosyal etkilerini şeffaf bir şekilde raporlamaları, riskleri önleyici mekanizmalar geliştirmeleri ve sürdürülebilirlik hedeflerini somut adımlarla desteklemeleri beklenmektedir.

Bu süreçte, Türkiye’de ESG'ye yönelik farkındalık ve düzenlemeler de giderek artmaktadır. Sermaye Piyasası Kurulu'nun ("SPK") sürdürülebilirlik ilkeleri, Türk Ticaret Kanunu ("TTK") kapsamında getirilen raporlama standartları ve uluslararası düzenlemelerle uyumlu yerel uygulamalar, şirketlerin bu alandaki yükümlülüklerini genişletmektedir. Yine her ne kadar henüz yasalaşmasa da İklim Kanunu Teklifi ile de özel sektör şirketlerinin karbon raporlama yükümlülüğüne tabi tutulması, özel sektörde faaliyet gösteren kuruluşların karbon ayak izinin azaltılması, alternatif düşük karbonlu yakıtlara ve ham maddelerinin kullanımının artırılması gibi çeşitli yükümlülüklerin de tasarı metninde düzenlendiği görülmektedir. ESG kriterlerinin şirketler üzerindeki etkilerini, güncel düzenlemeleri ve işletmelerin sürdürülebilirlik uyum süreçlerinde dikkat etmeleri gereken noktaları detaylı bir şekilde ele almak, şirketlerin uzun vadeli stratejilerini doğru şekilde belirlemelerine yardımcı olacaktır.


ESG’nin Temel Bileşenleri ve Şirketlere Etkileri

ESG kriterleri, şirketlerin çevresel, sosyal ve yönetişim alanlarındaki performanslarını değerlendiren bir çerçeve sunmaktadır. Bu çerçevede çevresel boyut, bir işletmenin iklim değişikliğiyle mücadelesi, karbon ayak izini azaltma çabaları, enerji verimliliği politikaları ve doğal kaynakları sürdürülebilir şekilde kullanma stratejileri gibi konuları kapsamaktadır. Sürdürülebilir faaliyetlerinin ekosistem üzerindeki etkilerini en aza indirmek ve sürdürülebilir iş modelleri oluşturmak adına giderek daha fazla yenilikçi çözümler geliştirmeye yönelmektedir.

Sosyal boyut kapsamında ise özellikle çeşitlilik, kapsayıcılık ve insan sermayesine yatırım konuları ön plana çıkmaktadır. Bu doğrultuda şirketlerin çalışanlarına, müşterilerine ve genel olarak topluma karşı sorumlulukları ele alınmaktadır. İş gücü çeşitliliği ve kapsayıcılık politikaları, çalışan hakları, cinsiyetler arası adil ücretlendirme, iş güvenliği, toplumsal katkılar ve tedarik zincirindeki etik uygulamalar bu kapsamda değerlendirilmektedir. Günümüzde tüketiciler ve yatırımcılar, sosyal sorumluluk bilinci yüksek şirketleri tercih etmekte, çalışanlar ise adil ve güvenli bir çalışma ortamı sunan işletmelere yönelmektedir.

Kurumsal yönetişim boyutu ise şirketlerin güçlü bir yönetim yapısına sahip olarak şeffaflık, hesap verebilirlik ve etik yönetim ilkelerine bağlılığını ifade etmektedir. Güçlü bir yönetişim yapısı, etkili bir yönetim kurulu, bağımsız denetim mekanizmaları, paydaş haklarına saygı ve yolsuzlukla mücadele gibi unsurları içermektedir. Özellikle finansal şeffaflık ve etik iş uygulamaları, yatırımcıların bir şirketi değerlendirmesinde kritik bir rol oynamaktadır.

ESG kriterlerinin iş dünyasında giderek daha fazla benimsenmesi, şirketlerin hem düzenleyici gerekliliklere hem de piyasa beklentilerine uyum sağlamalarını zorunlu kılmaktadır. Şirketlerin sürdürülebilirlik ilkelerini iş modellerine entegre etmeleri, uzun vadeli riskleri minimize ederken, yatırımcı güvenini artırmakta ve rekabet avantajı sağlamaktadır. ESG’ye uyum sağlayan şirketler, sadece mevzuat yükümlülüklerini yerine getirmekle kalmayıp, aynı zamanda marka değerlerini güçlendirmekte ve gelecekteki büyümelerini sürdürülebilir bir temele oturtmaktadır.


Uluslararası Alanda ESG Düzenlemeleri ve Şirketlerin Yükümlülükleri

ESG kriterleri, yalnızca yatırım kararlarını değil; aynı zamanda şirketlerin iş süreçlerini ve stratejilerini de köklü bir şekilde dönüştürmektedir ve bu dönüşüm, özellikle uluslararası düzenlemelerle hız kazanmış durumdadır. AB’nin sürdürülebilirlik odaklı regülasyonları, sadece AB merkezli şirketleri değil, AB ile iş yapan tüm küresel şirketleri kapsayarak geniş bir etki alanı yaratmaktadır.


Kurumsal Sürdürülebilirlik Özen Yükümlülüğü (Corporate Sustainability Due Diligence “CSDD”)

AB tarafından, şirketlerin çevresel ve insan hakları konularındaki sorumluluklarını artırmak amacıyla CSDD kabul edilmiştir. Bu direktif, 5 Temmuz 2024 tarihinde AB Resmi Gazetesi'nde yayımlanmış ve 25 Temmuz 2024 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu kapsamda AB üye devletlerinin, CSDD'yi 26 Temmuz 2026 tarihine kadar ulusal mevzuatlarına dahil etmeleri gerekmektedir.

CSDD, belirli büyüklükteki şirketlere, kendi operasyonları, bağlı kuruluşları ve değer zincirlerindeki iş ortaklarının faaliyetlerinin insan hakları ve çevre üzerindeki mevcut ve potansiyel olumsuz etkilerini düzenli olarak değerlendirme yükümlülüğü getirmektedir. Bu değerlendirmeler sonucunda, tespit edilen olumsuzlukların önlenmesi, azaltılması veya ortadan kaldırılması için uygun önlemlerin alınması gerekmektedir. Ayrıca, şirketlerin iş modelleri ve stratejilerinin, Paris Anlaşması'nın küresel ısınmayı 1,5°C ile sınırlama hedefine uyumlu olmasını sağlamak amacıyla bir geçiş planı benimsemeleri zorunludur.

CSDD’nin yürürlüğe girmesiyle birlikte, şirketlerin uyum süreçleri kademeli olarak işlemektedir. Şirketlerin büyüklüklerine ve küresel cirolarına bağlı olarak farklı tarihlerde yükümlülükler devreye girecektir:


26 Temmuz 2027'den itibaren:
  • AB merkezli ve 5.000'den fazla çalışanı olan, dünya çapında net cirosu 1,5 Milyar Euro'yu aşan şirketler.
  • AB dışında merkezli olup, AB'de net cirosu 1,5 Milyar Euro'nun üzerinde olan şirketler.

26 Temmuz 2028'den itibaren:
  • AB merkezli ve 3.000'den fazla çalışanı olan, dünya çapında net cirosu 900 Milyon Euro'nun üzerinde olan şirketler.
  • AB dışında merkezli olup, AB'de net cirosu 900 Milyon Euro'nun üzerinde olan şirketler.

26 Temmuz 2029'dan itibaren:
  • AB merkezli ve 1.000'den fazla çalışanı olan, dünya çapında net cirosu 450 Milyon Euro'nun üzerinde olan şirketler.
  • AB dışında merkezli olup, AB'de net cirosu 450 Milyon Euro'nun üzerinde olan şirketler.

CSDD, yalnızca raporlama yükümlülükleri getirmekle kalmamakta, aynı zamanda uyum sağlamayan şirketlere yönelik önemli yaptırımlar öngörmektedir. Bu kapsamda, düzenlemeye uyum sağlamayan şirketler yüksek para cezalarıyla karşı karşıya kalabileceği gibi, kamu ihalelerinden menedilme gibi ciddi yaptırımlarla da karşılaşabileceklerdir. Dolayısıyla, CSDD’ye uyum sağlamak hem hukuki riskleri azaltmak hem de kurumsal itibar açısından kritik bir önem taşımaktadır.

Kurumsal Sürdürülebilirlik Raporlama Direktifi (Corporate Sustainability Reporting Directive “CSRD”)

AB, şirketlerin sürdürülebilirlik konularındaki şeffaflığını artırmak amacıyla CSRD’yi kabul etmiştir. Bu direktif, 16 Aralık 2022 tarihinde AB Resmi Gazetesi'nde yayımlanmış ve 5 Ocak 2023 tarihinde yürürlüğe girmiştir. AB üye devletlerinin, CSRD hükümlerini 6 Temmuz 2024 tarihine kadar ulusal mevzuatlarına dahil etmeleri gerekmekteydi.

CSRD, daha önce yürürlükte olan ve yalnızca borsada işlem gören şirketlere uygulanan Finansal Olmayan Raporlama Direktifi'ni (Non-Financial Reporting Directive “NFRD”) önemli ölçüde revize ederek, sürdürülebilirlik raporlamasının kapsamını genişletmiş ve güçlendirmiştir. Yeni düzenlemeyle, AB'de faaliyet gösteren ve belirli kriterleri karşılayan şirketler, faaliyetlerinin çevresel ve sosyal etkilerini, risklerini ve fırsatlarını tespit etmek, olumsuz etkileri önlemek veya en aza indirmek ve bunları Avrupa Sürdürülebilirlik Raporlama Standartları'na uygun şekilde raporlamakla yükümlüdür.

CSRD, AB içindeki borsaya kote işletmeleri, sigorta ve kredi kuruluşlarını, ayrıca iki mali yıl boyunca belirli büyüklük kriterlerini (50 Milyon Euro net satış, 25 Milyon Euro aktif büyüklük, 250 çalışan) karşılayan büyük işletmeleri kapsamaktadır. AB dışındaki işletmelerden ise, AB ülkelerinde 150 Milyon Euro hasılat elde eden ve belirli bağlantılara sahip olanlar için geçerlidir.


Avrupa Sürdürülebilirlik Raporlama Standartları (European Sustainability Reporting Standards “ESRS”)

31 Temmuz 2023 tarihinde, Avrupa Komisyonu tarafından benimsenen ESRS ise şirketlerin sürdürülebilirlikle ilgili etkileri, fırsatları ve riskleri raporlaması için kural ve gereklilikleri belirlemektedir.

ESRS, 2024 mali yılından itibaren uygulamaya konulacak olup, 2025 yılında ilk raporların sunulması beklenmektedir. Bu raporlar, şirketlerin çevresel etkilerini, toplumsal sorumluluklarını ve yönetişim uygulamalarını kapsayan geniş bir yelpazede olacaktır. Raporlamalar, yalnızca şirketlerin mevcut durumunu değil, aynı zamanda gelecekteki sürdürülebilirlik hedeflerini ve stratejilerini de içerecektir.


Türkiye’de ESG Düzenlemeleri ve Uyum Süreci

Türk Ticaret Kanunu ve Sürdürülebilirlik Raporlaması

Türkiye’de de ESG alanında düzenlemeler giderek artmaktadır. TTK, Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu (“KGK”) ve SPK tarafından getirilen düzenlemeler, şirketlerin sürdürülebilirlik konusunda şeffaf ve hesap verebilir olmalarını hedeflemektedir.

TSRS kapsamında değerlendirilen şirketler, aşağıda belirtilen ölçütlerden en az ikisinin eşik değerini art arda iki raporlama döneminde aşmaları halinde TSRS’ye uyumlu raporlama yükümlülüğüne dahil olmaktadırlar.

TSRS kapsamında belirlenen eşik değerler:
  • Çalışan sayısı: 250 kişi
  • Aktif toplam: 5 Milyon Türk Lirası
  • Yıllık net satış hasılatı: 1 Milyar Türk Lirası


Uyum kolaylıkları kapsamında, TSRS’yi uygulayan şirketler ilk iki yıl karşılaştırmalı veri sunmak zorunda değildir ve Kapsam-3 sera gazı emisyonları açıklaması yapmaları gerekmemektedir.

Bu düzenlemelerle, şirketlerin yatırımcılara sürdürülebilirlik konusunda güvenilir bilgiler sunması zorunlu hale gelmiş; ESG performansı finansman ve yatırım kararlarında belirleyici bir kriter olmuştur.


Sermaye Piyasası Kurulu’nun Sürdürülebilirlik İlkeleri ve Borsa İstanbul Endeksleri

SPK, 2 Ekim 2020'de II-17.1 sayılı Kurumsal Yönetim Tebliği’ni "Sürdürülebilirlik İlkelerine Uyum Çerçevesi"ni içerecek şekilde güncellemiştir. Halka açık şirketler, sürdürülebilirlik ilkelerine uyum durumlarını yıllık kurumsal yönetim raporlarında açıklamakla yükümlüdür. Uyum gönüllülük esasına dayansa da şirketler, gerekçelerini ve etkilerini raporlarında belirtmeli, önemli değişiklikleri ara dönem raporlarında duyurmalıdır. Ayrıca, SPK’nın Sürdürülebilirlik Raporu şablonu kullanılarak Kamuyu Aydınlatma Platformu (KAP) üzerinden raporlama yapılmalıdır. Borsa İstanbul Sürdürülebilirlik Endeksleri ise belirli kriterleri sağlayan şirketleri gönüllü olarak kapsamaktadır.

Bu düzenlemelerle, şirketlerin yatırımcılara sürdürülebilirlik konusunda güvenilir bilgiler sunması zorunlu hale gelmiş; ESG performansı finansman ve yatırım kararlarında belirleyici bir kriter olmuştur.

İklim Kanunu Yasa Tasarısı

Türkiye’de iklim değişikliğiyle mücadeleye yönelik hazırlanan yasa tasarısı ile ülkenin sürdürülebilir kalkınma hedefleri doğrultusunda çeşitli düzenlemelerin yer aldığı görülmektedir. Yasa tasarısı sera gazı emisyonlarının azaltılması, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının artırılması ve çevresel düzenlemelerin güçlendirilmesi gibi konuları kapsamaktadır. Ayrıca, sanayi, ulaşım ve tarım gibi sektörlerde uyum politikalarının benimsenmesi öngörülmektedir. Henüz Resmi Gazete’de yayımlanmamış olsa da ESG kapsamında birçok düzenlemenin yerel boyutta da ele alınacağı bir yasa olacağı anlaşılmaktadır.


Sonuç

ESG kriterleri ve sürdürülebilirlik düzenlemeleri, şirketler için bir uyum sürecinin ötesinde uzun vadeli değer yaratmanın temel unsurlarından biri haline gelmiştir. CSDD ve CSRD gibi düzenlemeler, şirketlerin yalnızca finansal performanslarını değil, çevresel ve sosyal etkilerini de stratejik bir bakış açısıyla yönetmelerini zorunlu kılmaktadır.

Türkiye’de getirilen düzenlemeler, şirketlerin sürdürülebilirlik konusunda daha şeffaf ve hesap verebilir hale gelmelerini sağlamakta ve uluslararası pazarlardaki rekabet gücünü artırmaktadır. ESG kriterlerine uyum sağlayan şirketlerin yatırımcılar, müşteriler ve paydaşlar nezdinde daha avantajlı konuma geçeceği açıktır. Bu nedenle, şirketlerin sürdürülebilirlik ilkelerini iş modellerine entegre etmeleri, proaktif bir yaklaşım benimsemeleri ve düzenleyici gelişmeleri yakından takip etmeleri kritik bir gereklilik haline gelmiştir.
Benzer Makaleler
Bu yazımızda yenilebilir enerji kaynaklarından elektrik üretimini hukuki yönler başta olmak üzere bir çok açıdan ele aldık.
2023 yılında Rekabet Kurumu’na bildirilen işlemlere ilişkin olarak, Rekabet Kurumu (“Kurum”) Ekonomik Analiz ve Araştırma Dairesi Başkanlığı tarafından hazırlanan 2023 yılı Birleşme ve Devralma Görünüm Raporu (“Rapor”), 5 Ocak 2024 tarihinde, Kurum’un internet sitesinde yayımlanmıştır.
Türk Rekabet Kurumu (“Kurum”) tarafından Birleşme ve Devralma rejimini diğer mehaz Avrupa Birliği (“AB”) hukuklarıyla yeknesak kılmak adına 1997/1 sayılı Rekabet Kurulu’ndan İzin Alınması Gereken Birleşme ve Devralmalar Hakkında Tebliğ’i yürürlükten kaldırılarak
Türk Borçlar Hukuku ve Ticaret Hukukunda, konsinye satış şartı ve konsinye satış sözleşmesi diye anılan sözleşme türü açıkça düzenlenmemiş bir kavram olup sözleşme serbestisi kapsamında uygulama ve öğretide gelişmiş, yargı kararları ve ikincil hukuk kaynaklarında sıkça ifade bulmuş bir kavramdır.
İnternet, günümüzde enformasyon ve iletişim teknolojilerinde meydana gelen gelişmelerle birlikte, ekonomiye yön veren en önemli platformlardan biri haline gelmiştir.
Rusya ve Ukrayna arasında bir süredir gözlemlenmekte olan diplomatik gerginlik ve zıtlaşmaların yerini sıcak çatışma ve Rusya tarafından bazı Ukrayna topraklarının işgaline bırakması ile birlikte, Dünya ülkeleri bu duruma tepkiler göstererek Rusya’ya karşı çeşitli yaptırımlar uygulamaya başlamıştır.
2021 yılı, Türk Rekabet Hukuku bakımından birçok ilke imza atılan bir yıl oldu. Geçtiğimiz son 10 yıldaki gelişmelere kıyasla, 2021 yılında, sadece 1 yıl içinde, Türk Rekabet Hukuku uygulamasına, çeşitli içtihatlar ve mevzuat oluşumları aracılığıyla ciddi bir ivme kazandırıldı.
Türk Borçlar Kanununun en önemli düzenlemelerinden biri olan satış sözleşmelerinde üzerinde durulması gereken en önemli konu satışın yapılmasından sonra satılan üründe ayıp ortaya çıkması ve ayıp halinde alıcının hakları ile satıcının yükümlülüklerinin neler olduğudur. Bu yazımızda da özel olarak ayıp halinde tarafların hak ve yükümlülükleri ile bunlar için düzenlenmiş şekil şartlarından bahsedilmektedir.
İstem konusunun bölünebilir olduğu durumlarda tamamının değil, yalnızca belli bir kesiminin dava edilmesi halinde kısmi dava söz konusu olmaktadır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (“HMK”) 107. maddesinde yapılan düzenleme ile talep sonucunun belirlenemediği hallerde kısmi davaya nazaran daha kolay bir yol olan belirsiz alacak davası seçeneği getirilmiş, böylelikle alacaklıya, alacağının belirlenebilen kısmı üzerinden harç yatırarak açacağı dava kapsamında karşı tarafın iznine veya ıslah yoluna başvurmasına gerek olmadan talep sonucunu kesin olarak belirleme olağanı tanınmıştır.
Ticari hayatta teşebbüsler, faaliyet içerisinde bulunduğu diğer sektör oyuncularından olan alacaklarını tahsil etmek adına alacaklarını taşınmaz ipoteği ile teminat altına alma yöntemini sık sık tercih etmektedir.
“Takas Edilemez/Değiştirilemez Jetonlar’ın ("NFT"- Non-Fungible Token) kullanımının blok zincir teknolojisi ile yaratıcı fikri mülkiyeti birleştirmede kazandığı popülerlik günbegün artmaktadır.
Ticari hayatta teşebbüslerin faaliyetlerini baskı altında olmaksızın serbesti ile gerçekleştirebilmesi, teşebbüslerin bulunduğu pazardaki varlığını koruyabilmesinin yanında son alıcı olan tüketicilerin adil fiyatlandırma ve kaliteli ürün dengesinde piyasaya sunulmuş son üründen faydalanabilmesi açısından da önem taşımaktadır.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın (“Bakanlık”) İş Yerlerinde Covid-19 Tedbirleri başlıklı duyurusu (“Duyuru”) 3 Eylül 2021 tarihinde Bakanlık internet adresinde yayımlanmıştır.
Yazımız kapsamında, En Çok Kayrılan Müşteri koşulunun tanımı ile ticaret hayatındaki temel fonksiyonu ve Türk Rekabet Hukuku kapsamındaki yeri değerlendirilecektir.
Bu makale İcra ve İflas Kanunu’nda Değişiklik Yapan Torba Kanu’nun ne getirdiğine değinmektedir.
2019 yılı Aralık ayından beri hayatımızda yer alan Koronavirüs (“Covid-19”) ile birlikte maskeli, sosyal mesafeli yaşam tarzı yeni normal haline geldi.
Avrupa ve Amerika’da yaklaşık kırk yıla yakın bir süredir uygulanan uyuşmazlık çözüm yöntemi olan arabuluculuk kurumu günümüzde ülkemizde de en sık kullanılan alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerinden birisidir.
Arabuluculuk Sonucunda Yapılan Milletlerarası Sulh Anlaşmaları Hakkında Birleşmiş Milletler Konvansiyonu’nun (“Singapur Konvansiyonu/Konvansiyon”) Onaylanması Hakkında Karar (“Karar”), 22 Nisan 2021 tarihli ve 31462 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Karar ile beraber, Konvansiyon’a ilişkin iç hukuk onay süreci tamamlanmış olup; Türkiye’nin onayı, 22 Ekim 2021 tarihine kadar Birleşmiş Milletler’in New York’ta bulunan merkezine tevdii edilecektir.
Abonelik Sözleşmesinden Kaynaklanan Para Alacaklarına İlişkin Takibin Başlatılması Usulü Hakkında Kanun (“Kanun”), 19 Aralık 2018 tarihli ve 30630 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Kanun uyarınca, arabuluculuk ile ilgili oldukça önemli düzenlemeler mevcuttur. 1 Ocak 2019 tarihi itibariyle yürürlüğe girecek olan düzenleme uyarınca konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat taleplerine ilişkin ticari davalarda arabuluculuk dava şartı haline getirilmiştir.
“Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karara (“Karar”) İlişkin Tebliğ’de (Tebliğ No: 2008-32/34) (“Tebliğ”) Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (Tebliğ No: 2018-32/51)” (“Değişiklik Tebliği”) 6 Ekim 2018 tarihli ve 30557 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak, yayımı tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Kaynağını İsviçre Federal İcra ve İflas Kanunu’ndan alan ve yürürlüğe girdiği 1932 yılından beri metninde birçok kez değişiklikler yapılan 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nda Türkiye’de toplumsal ihtiyaçların değişmesi ve genel ekonomide meydana gelen gelişmeler sebebiyle, mali yönden güçlük yaşayan şirketlerin faaliyetlerinin devam etmesi bir başka deyişle iflas etmelerinin önüne geçilmesi amacıyla bazı kurtuluş çarelerine yer verilmişti. Bunlara örnek olarak “mal varlığının terki suretiyle konkordato”, “iflasın ertelenmesi” ve “uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırma” verilebilir. Her ne kadar kanunda birden fazla kurum yer alsa da, özellikle “iflasın ertelenmesi” dışındaki kurumların işleyişine ilişkin maddelerin süre ve usul bakımından uygulanmasında yaşanan zorluklar sebebiyle ticari anlamda güç durumda olan tacirler son yıllarda sadece “iflasın ertelenmesi” kurumuna başvurmakta idi. Bu kurum yıllar geçtikçe amacından sapmış ve erteleme talep eden tacirin mali durumunu iyileştirmekten çok, alacaklıların alacaklarına kavuşmasına engel olan ya da sürüncemede bırakan bir kurum haline gelmiştir.
Elektronik ticaretin günümüzdeki önemi tartışılmaz. E-ticaret hacminin gittikçe arttığı bugünlerde, e-ticaret işlemlerinde Rekabet Hukukunun da geliştiğini görüyoruz.
Çeşitli gelişmeler karşısında ülke ekonomisinin büyüme hızını arttırmak ve bu suretle kalkınmasını sağlamak için dünyadaki ekonomik ve politik riskler ile yakın coğrafyamızda yaşanan bölgesel olayların ekonomi üzerindeki muhtemel etkisini bertaraf etmek ve müteşebbislerin iş ve yatırım kararlarına daha sıhhatli bir şekilde odaklanmalarına imkan sağlamak, AR-GE faaliyetlerinin desteklenmesi ve ülkemize yönelik yatırımların arttırılması amacıyla, özel sektörün kamuya olan borç yükünün azaltılarak borçlara taksitle ödeme imkanları getirilmekte ve ihtilafların sulh yoluyla sonlandırılmasını ve vergi incelemesinde olan konuların dava yoluna gidilmeksizin çözümlenmesini sağlamak üzere çeşitli düzenlemeler yapılmaktadır.
Yüzyıllardır Aile Şirketlerinde sürdürülebilirliği sekteye uğratan faktörlerden başlıcası hissedarlar arası uyuşmazlıklar olmuştur. Aile büyüdükçe hissedarlık tabanının da genişlemesi, daha fazla hissedar ve daha fazla çatışan görüş ortaya çıkaracaktır. Genişleyen hissedarlık yapısı içerisinde hissedarlardan birisinin payını 3. kişiye devir suretiyle çıkış planı gibi iradi sebepler ya da hissedarlardan birisinin kaybı, boşanması veya payının cebri icra yolu ile alacaklı bir başka kurum ya da kişiye intikali neticesinde Şirketin kurumsal yapısı ile bağdaşmayabilecek hissedarların Şirkete girişinin önü açılabilecek; Şirket operasyonlarını etkileyebilecek kilit durumlar dahi ortaya çıkabilecektir. Şirketler nezdinde gerek iradi gerekse irade dışı pay devirlerine karşı getirilecek bazı sınırlamalar veya mevzuatın çok başvurulmayan bazı enstrümanları Aile Şirketlerinde hissedarlık yapısının korunması ve Şirketin sürdürülebilirliğe giden yolda ilerleyişini kolaylaştırmaktadır.
Son yıllarda en büyük şirketlerden küçük işletmelere kadar hedef ayırt etmeksizin giderek artan siber saldırıların global olarak yol açtığı zararların 2021 yılından itibaren yıllık 6 trilyon dolara çıkması beklenmektedir. İletişim, hizmet ve para akışının sanal ortama taşındığı dünyamızda hem özel sektör hem de kamu kurum ve kuruluşları için siber tehditler varlığını giderek daha fazla hissettirmektedir.
Mali Suçları Araştırma Kurulu (“MASAK”) tarafından hazırlanan Kripto Varlık Hizmet Sağlayıcıları İçin Suç Gelirlerinin Aklanmasının ve Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Yükümlülüklere İlişkin Temel Esaslar (“Kripto Varlık Hizmet Sağlayıcıları Rehberi”) 4 Mayıs 2021 tarihinde MASAK internet adresinde yayımlanmıştır.
İlk kez 2020 arifesinde rapor edilen ve 2020’nin ikinci çeyreğine girilmesiyle bir pandemiye dönüşen COVID19 toplumları her seviyede etkileyerek yaşam tarzlarını ve iş yapma süreçlerini sekteye uğrattı, zaman zaman askıya alınmasına sebep oldu, ya da hızlı bir değişime zorladı.
Tüm Dünyayı ve dolayısıyla da ülkemizi de etkisi altına alan ve özellikle de perakende, lojistik, sağlık, otomotiv, tekstil gibi sektörlerin işleyişinde ve sürekliliğinde aksamalara sebep olan COVID-19 salgınından en çok etkilenen sektörlerin başında perakende sektörü gelmektedir.
COVID-19 salgını çerçevesinde alınması gereken acil durum önlemleri kapsamında icra ve iflas işlemleri yönünden de tedbir alınması gerekmiş, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (“Kanun”) “II-FEVKALADE HALLERDE TATİL” üst başlığını taşıyan, “İcra takiplerinin durdurulması halleri” başlıklı 330. maddesindeki “Salgın hastalık, umumi bir musibet veya harb halinde Cumhurbaşkanı karariyle memleketin bir kısmında veya bazı iktisadi zümreler lehine muayyen bir müddet için icra takipleri durdurulabilir.”
Korona virüs, evrensel adıyla COVID-19 (“Korona virüs”), 2019 yılı Aralık ayında Çin’in Wuhan şehrinde ilk kez görülmesinden bu yana hızlı yayılmasının önlenmesi amacıyla seyahat politikalarının gözden geçirmesi, üretim kesintileri, karantina uygulamaları, ülkesel olağanüstü hal kararları gibi tedbirler sebebiyle iş hayatını çok kısa zaman içerisinde olumsuz olarak etkilemiştir.
16.03.2020 tarihli yayınımızda da belirtmiş olduğumuz üzere Korona virüs evrensel adıyla COVID-19 (“Korona virüs”) salgınının en önemli izdüşümlerinden birisi işçi – işveren istihdam ilişkisinde kendisini göstermektedir.
Evrensel adıyla COVID-19 (“Koronavirüs”) olarak bilinen Koronavirüs’ün sebep olduğu salgın hastalık, 2019 yılı Aralık ayında Çin’in Wuhan şehrinde ilk kez görülmesinin ardından kısa bir zaman içerisinde tüm dünyayı hem sağlık hem de ekonomik anlamda etkisi altına almıştır.
Korona virüs salgınının global etkisi, küresel krize neden olabilecek nitelikteki çeşitli alan ve sektörlerde yarattığı olumsuz yansımalar, şirketlerin ticari anlaşmaları ve edimlerin ifası yönünden oldukça önemli sonuçlar doğurmaktadır.
COVID-19 (“Koronavirüs”), tüm dünyayı etkisi altına almaya devam etmektedir. Ticaret dünyasında covid-19 salgının olumsuz yansımalarını en derinden hisseden alanlardan birisi perakende sektörüdür.
Covid-19 Salgın sürecinde gerek işverenler gerek ise sağlık kuruluşları tarafından birtakım önlemler alınmakta olup pandemi ile mücadele edilmesi sebebiyle, özellikle sağlık verileri başta olmak üzere pek çok kişisel verinin işlenmesi zaruri hale gelmiştir.
Dünya Sağlık Örgütü (“DSÖ”) tarafından 11.03.2020 tarihinde “Pandemi (salgın)” olarak nitelendirilen Covid-19 virüsünün (“Koronavirüs”) işveren-çalışan ilişkilerini üst düzeyde etkilediği şu günlerde, her çalışan ve işverenin gündemine aldığı konulara dair değerlendirmelerimizi sıkça sorulan sorular formatında bu yazımızda paylaşıyoruz.
COVID-19 salgını sebebiyle alınması gereken acil durum önlemleri kapsamında icra ve iflas hukuku işlemleri yönünden 2279 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile tedbirlerin usul hukukuna ve diğer uygulamalara etkileri bakımından ise 7226 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 20.12.2009 tarihli 5941 sayılı Çek Kanunu’na Geçici 5. Madde eklenerek önemli yenilikler getirilmiştir.
COVID-19 salgını sebebiyle alınması gereken acil durum önlemleri kapsamında ülkemizin de içerisinde bulunduğu süreç sebebiyle birçok konu başlığı yönünden gerekli önlemler alınmış olmakla birlikte, çalışan ve işveren ilişkileri de alınan işbu önlemlerden etkilenmiştir.
Bilindiği üzere, sosyal medya konusundaki yasal düzenlemeler Türkiye’nin gündeminde her zaman önemli bir yere sahip olmuştur.
Teknoloji hayatımızda gün geçtikçe daha büyük bir yer kaplamakta. Bu sayede, artık en basit günlük alışverişlerimizi bile internet üstünden sağlamaya başladığımız yadsınamaz bir gerçek haline geldi. Bu doğrultuda, erişilebilirlik, hız, çeşitlilik gibi kavramlar yaşantımızın daha da önemli bir parçası oldular.
Şirket hisselerin devrinde olduğu gibi ticari hayatın süregelen akışında gerçekleşen işlemlerde vergisel boyut oldukça önemli bir yere sahip olup ticari hayatta atılacak adımlar vergisel anlamdaki sonuçları ile değerlendirilmektedir. Şirket hisse devirlerinde ortaya çıkan kazancın vergisel sonucunu hissedar lehine çevirmek için mevzuat düzenlemeleri dikkatle incelenmeli ve atılacak adımlar buna göre belirlenmelidir.
Günümüzde tüketiciler, satın aldıkları araçlar ile ilgili olarak karşılaştıkları arızaların yetkili servisler tarafından giderilmesini istemektedirler. Ancak, yetkili servisler tarafından bu talepleri yerine getirilmediğinde Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunu’ndan doğan seçimlik haklarını kullanmak maksadıyla yasal yollara başvurmaktadırlar. Bu haklarından bir tanesi de aracın ayıpsız misliyle değişimi yani yenisiyle değiştirilmesidir. İşte tam bu noktada önemle belirtmek gerekir ki, tüketicilerin her araç arızasında bu seçimlik haklarını kullanabilecekleri hatasına düştüklerini ve akabinde yargılama sonrasında hayal kırıklığına uğradıkları gözlemlenmiş olup, tüketicilerin bu haklarını hangi şartlar altında kullanabilecekleri ve aracın yenisi ile değişimine ilişkin hakkın kapsamına değinmek gerekmektedir.
Şirket kapanışı, bir şirketin tasfiye sürecine girmesiyle başlayıp Ticaret Sicilinden terkini ile son bulmaktadır. Tasfiye sürecine giren şirketler, birçok alanda farklı prosedürleri tamamlamakla yükümlü olup işbu Bilgi Notu şirketlerin tasfiye sürecinde Şirketler Hukuku ve İş Hukuku açısından göz önünde bulundurulması gereken hukuki risk ve unsurlara ilişkin olup genel bilgilendirme niteliğindedir. İşbu Bilgi Notu iki bölümden oluşmakla beraber ilk bölümde tasfiye süreci Şirketler Hukuku açısından, ikinci bölümde ise İş Hukuku açısından ele alınacaktır. Ayrıca, işbu Bilgi Notu’nun devamında “şirketin kapanmasına” ilişkin ifadeler hukuki olarak şirketin tasfiyesi olarak anlaşılmalıdır.
Taraflar, sözleşmeden doğan yükümlülüklerini ifa etmemelerinin önüne geçmek amacıyla sözleşmeyle ceza koşulu kararlaştırılabilir. Sözleşmede kararlaştırılacak ceza koşuluyla taraflar, ortaya çıkacak riskleri en aza indirgemeyi ve ifa alacaklısının korunmasını amaçlamaktadır.
Son yıllarda artan ivmeli gelişimi ile perakende sektörünün lokomotifi haline gelen Alışveriş Merkezleri(“AVM”), ülkemiz ekonomisi içinde önemli bir rol oynamaktadır. Ülkemizde AVM’ler yakaladığı giriş sayısı ve harcama miktarları ile ölçümlenen büyüme oranlarıyla Avrupa sıralamalarının da üst basamaklarında yer almaktadır. Bu gelişime paralel olarak, ülkemizde Avrupa Birliği müktesebatına uyum sağlanabilmesi ve perakende sektörü ile AVM’lerin de yasal düzleminin yaratılabilmesi için özel hukuki düzenlemelere ihtiyaç duyulmuştur. Bu bağlamda öncelikle, 29.01.2015 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6585 Sayılı Perakende Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun (“6585 sayılı Kanun”) ile perakende sektöründe genel hukuki bir çerçeve oluşturulmuş, ileride çıkarılacak yönetmeliklere ilişkin altyapı oluşturulmuştur.
“Koronavirüs (“Covid-19”) tüm dünyayı etkisi altına almaya devam ederken ticaret dünyasında salgının olumsuz yansımalarını en derinden hisseden alanlardan birisi olan perakende sektörü, Covid-19 sarmalında çalışanların sağlıklarını koruma, müşterilerini memnun etme ve bu zorlu dönemi minimum kayıpla atlatma amacıyla kurguladıkları planları hukuk filtresinden geçirmeye de özen göstermek durumundadır.
Kurumsal Yönetim uygulamaları ve kurumsal yönetimin özümsenmesinin Şirketlerin sürdürülebilirliğine etkisi tartışmasız olmakla birlikte Şirketler nezdinde etkin uygulamalar, finansmana erişime de olumlu etki etmekte; finansmana erişim de sürdürülebilirliği dolaylı olarak desteklemektedir.
6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (“TTK”) 367. maddesi uyarınca, anonim şirketlerde yönetim kurulu, hazırlayacağı ve yürürlüğe koyacağı bir iç yönerge ile şirketin yönetimine ilişkin birtakım yetkileri bazı yönetim kurulu üyelerine veya yönetim kurulu üyesi olmayan üçüncü kişilere devredebilmektedir.