Önerilen Aramalar

Yapay Zekâ ve Telif Hakkı

18.09.2025

Tüm Makaleler

1. Giriş

Telif hakkı sistemi, insan zihninin yaratıcı gücüyle ortaya çıkan eserleri korumak amacıyla kurulmuştur ve bunun temelini özgünlük ile yaratıcılık ilkeleri oluşturmaktadır. Ancak yapay zekânın metin, görsel, müzik veya yazılım gibi alanlarda içerik üretme kapasitesinin artmasıyla birlikte bu klasik sistemin sınırları sorgulanır hâle gelmiştir.

Teknolojik gelişmeler nedeniyle artık, bir içeriğin telif korumasından yararlanıp yararlanamayacağı sorusunun cevabı yalnızca o içeriğin niteliğiyle değil, aynı zamanda üretim sürecinde insan katkısının olup olmadığı ve bu katkının düzeyine bağlı olarak şekillenmektedir. Çünkü yapay zekâ, kimi zaman hiçbir insan yönlendirmesi olmaksızın içerik üretebilmekte; kimi zaman ise insan müdahalesiyle birlikte bir üretim sürecine dâhil olmaktadır. Bu ayrımın, telif hakkı korumasının varlığı ve kapsamı üzerinde belirleyici bir etkisi olduğu açıkça görülmektedir.

Özellikle son yıllarda, bu ayrımın nasıl yapılacağına dair farklı hukuk sistemleri tarafından geliştirilen yaklaşım ve kriterler dikkat çekmektedir. Yapay zekâ teknolojilerinin gelişim hızı karşısında, telif hakkı hukukunun bu yeni üretim biçimlerine ne ölçüde uyum sağlayabildiği ve sistemin sınırlarının nerede çizileceği sorusu yalnızca hukukçular için değil, yaratıcı sektörlerin tamamı açısından önemini her geçen gün artırmaktadır.


2. Türk Hukukunda Yapay Zekâ

Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca eser, “Sahibinin hususiyetini taşıyan ve ilim ve edebiyat, musikî, güzel sanatlar veya sinema eserleri olarak sayılan her nevi fikir ve sanat mahsulleri” olarak, eser sahibi ise “eseri meydana getiren kişi” olarak tanımlanmıştır. Kanun’da açıkça eser sahibine yönelik “gerçek kişi” ifadesi yer almasa da öğretide baskın görüş eser sahipliği yaratıcı fikri emeğin sonucu olduğundan yalnızca gerçek kişilerin eser sahibi olacağı yönündedir. Yapay zekâ sistemleri gibi hukukî ehliyete sahip olmayan, yaratıcı irade ve kişilikten yoksun varlıklar hukukumuzda eser sahibi olarak kabul edilemez.

Tüzel kişilerin eser sahibi sayılabilmesi için de eser yaratımının bir hizmet ilişkisi, iş akdi veya özel sözleşme kapsamında ve tüzel kişinin talimat ile denetimi altında gerçekleştirilmiş olması gerekir. Bu durumda dahi eser sahibi tüzel kişi değil, eseri meydana getiren gerçek kişi olur; tüzel kişi ancak mali hakların devri veya işveren sıfatıyla belirli haklara sahip olabilir.

Yapay zekânın eser sahibi olup olamayacağına ilişkin Türk hukukunda henüz bir yasal düzenleme veya içtihat bulunmamaktadır. Öğretide ise yapay zekâ kullanılarak oluşturulan içeriklerin korunabilmesi için temel koşul, üretimin insan yönlendirmesi ve katkısıyla gerçekleştirilmiş olmasıdır. Yapay zekânın bir “araç” olarak kullanıldığı, yani üretim sürecine insanın yön verdiği, seçim ve değerlendirme yaptığı durumlarda ortaya çıkan ürünler eser olarak kabul edilebilir. Bu görüş, özellikle “prompt mühendisliği” olarak bilinen yönlendirme süreçlerinde yaratıcı tercihlerde bulunan kullanıcıların eserin nihai formunu belirlemedeki katkısını esas alır. Buna göre, yapay zekâ sadece teknik bir yardımcı konumundayken yaratıcı kararları veren kişinin hak sahipliği korunabilir. Ancak, yapay zekânın tamamen otomatik çalışan ve yaratıcı sürece insan müdahalesi bulunmayan kullanımları sonucunda ortaya çıkan içeriklerde eser sahipliğinden söz edilmesi mümkün görülmemektedir. Bu noktada, Türk hukukunda herhangi bir düzenleme veya içtihat bulunmaması sebebiyle her somut olayda üretim sürecinin niteliğine göre ayrı değerlendirme yapılması gerekecektir. Önümüzdeki dönemde bu alandaki teknolojik gelişmeler mevzuat ve içtihat oluşumunu zorunlu kılacaktır.


3. Uluslararası Uygulamalardan Örnekler

Her ne kadar Türk hukukunda yapay zekâ üretimi içeriklerin telif hakkı korumasına ilişkin açık bir düzenleme bulunmasa da yabancı hukuk sistemlerinde bu konuda gelişmeler yaşandığı ve farklı yaklaşımların benimsendiği görülmektedir.

Avrupa Birliği’nde; Adalet Divanı’nın Infopaq kararında bir çalışmanın telif korumasından yararlanabilmesi için “yazarın kişisel fikri yaratımı” olması gerektiği belirtilmiş, yalnızca yaratıcı tercihler içeren insan üretimi içeriklerin koruma altına alınabileceği kabul edilmişti. Bu yaklaşım, yapay zekânın tek başına oluşturduğu içeriklerin şimdilik telif hakkı kapsamı dışında kaldığını ortaya koymaktadır.

Diğer yandan, 2024 yılında çıkarılan Avrupa Birliği Yapay Zekâ Yasası doğrudan bir telif hakkı koruması tanımamakla birlikte; yapay zekâ sağlayıcılarına, modellerin telifli verilerle eğitilip eğitilmediğine dair şeffaflık sağlama, kamuya bilgi verme ve hak sahiplerine itiraz imkânı tanıma gibi yükümlülükler getirerek dolaylı bir koruma mekanizması öngörmektedir. Bu düzenlemeler, telif hakkı ihlallerinin önüne geçmeyi amaçlayan yeni bir denge arayışına işaret etmektedir.

Çin yargı makamları tarafından da Avrupa’ya benzer bir yaklaşım benimsenmektedir. Yakın dönemde görülen bazı önemli davalarda, yapay zekâ tarafından oluşturulan içeriklerin telif korumasına konu olabilmesi için insan katkısının varlığı açıkça aranmıştır. Örneğin, Li v. Liu davasında, davacı detaylı talimatlarla yapay zekâya yön vererek bir kadın portresi oluşturmuştur. Mahkeme, bu detaylı yönlendirmenin yaratıcı insan katkısı oluşturduğunu kabul etmiş; görselin eser olarak korunabileceğine ve hak sahibinin davacı Lin olduğuna karar vermiştir.

Bu yaklaşımla paralel bir değerlendirme yapılan Feng v. Dongshan davasında, davacı yapay zekâ aracılığıyla oluşturulan bir dizi görselin hak sahibi olduğunu iddia etmiş olup mahkeme, davacının bu görsellerin üretim sürecine yaratıcı nitelikte bir müdahalede bulunduğunu somut biçimde ispatlayamadığı kanaatine varmıştır. Kararda özellikle, yalnızca metin komutu (prompt) verilmesinin veya görsellerin yapay zekâ sisteminden seçilmesinin yeterli görülmeyeceği vurgulanmış; bu tür içeriklerin telif hakkı korumasından yararlanabilmesi için gerçek anlamda insan yaratımı unsurlar taşıması gerektiği ifade edilmiştir.

Benzer şekilde, Half-Heart kararında da yapay zekâ ile oluşturulan bir müzik kapağı görselinin telif hakkıyla korunabilmesi için oluşturulma sürecine insan müdahalesinin bulunmasının zorunlu olduğunu vurgulamış; salt yapay zekâ üretiminin korunmaya yeterli olmadığı bir kez daha teyit edilmiştir.

Amerika Birleşik Devletleri’nde de telif hakkı korumasının yalnızca insan yaratımı eserlere tanındığı yönündeki yaklaşım hem mevzuat hem de yargı kararlarında net biçimde ortaya konulmaktadır.

ABD Telif Hakkı Ofisi tarafından Şubat 2023’te yayımlanan resmi rehberde, bir eserin geleneksel yaratıcı unsurlarının tamamen yapay zekâ tarafından oluşturulmuş olması halinde telif hakkı kaydının kabul edilmeyeceği açıkça ifade edilmiştir. İnsan katkısının yalnızca fikir aşamasında olması veya üretim sürecine yön verici bir komut düzeyinde kalması da yeterli sayılmamaktadır. Korunabilirlik için insan müdahalesi, yaratıcı sürecin somut bir parçası olmalıdır.

Örneğin 2023 tarihli Thaler v. Perlmutter davasında, başvurucunun bir yapay zekâ sistemi tarafından tamamen otonom biçimde oluşturulan bir görsel için telif hakkı tescili talebi Telif Hakkı Ofisi tarafından reddedilmiş ve bu karar federal mahkemece onanmıştır. Mahkeme, Telif Kanunu’nda geçen “yazar” kavramının yalnızca insanı ifade ettiğini ve bu yorumun uzun süredir istikrar kazanmış içtihatlara dayandığını vurgulamıştır. Kararda, makine tarafından yaratılan bir ürünün insan yönlendirmesi olmaksızın korunamayacağı açık biçimde belirtilmiştir.

2023 yılında gündeme gelen bir diğer örnek ise Kristina Kashtanova tarafından yazılan Zarya of the Dawn adlı çizgi romana ilişkindir. Başvuruda, metin içeriği ve çizgi romanın düzenleme biçimi Kashtanova tarafından oluşturulmuş, ancak görseller Midjourney adlı yapay zekâ sistemi aracılığıyla üretilmiştir. Telif Hakkı Ofisi, insan tarafından yazılan metin ve kompozisyon düzenini telif hakkı kapsamında değerlendirirken; yalnızca Midjourney kullanılarak elde edilen görsellerin yeterli insan katkısı içermediği gerekçesiyle korunamayacağına hükmetmiştir. Promptların yaratıcı yönlendirme unsuru taşıdığı ileri sürülse de Ofis bu katkının yaratıcı eylem düzeyine ulaşmadığını ve bu nedenle eser niteliği doğurmadığını belirtmiştir.


4. Sonuç ve Değerlendirme

Yapay zekâ tarafından üretilen içeriklerin telif hakkı korumasından yararlanıp yararlanamayacağı sorusu, farklı hukuk sistemlerinde benzer ilkeler temelinde değerlendirilmekte; eserin korunabilirliği için insan yaratımının bulunması ortak bir ölçüt olarak kabul edilmektedir. Ancak uygulamada bu ölçütün ne şekilde somutlaşacağı, özellikle insan katkısının sınırlı olduğu durumlarda nasıl bir değerlendirme yapılacağı konusunda ciddi belirsizlikler ve düzenleme boşlukları bulunmaktadır.

Genel yaklaşım, tamamen otomatik şekilde oluşturulan içeriklerin telif hakkı koruması dışında kaldığı yönündedir. Ancak yapay zekânın yaratıcılık süreçlerindeki artan rolü karşısında, bu içeriklere ilişkin koruma modellerinin gözden geçirilmesi ve gerekirse yeni hukuki araçlar geliştirilmesi kaçınılmaz görünmektedir. Bu bağlamda, sadece yaratıcı katkının varlığını değil, katkının niteliğini ve kapsamını da dikkate alan daha esnek ve şeffaf değerlendirme ölçütlerinin belirlenmesi önem arz etmektedir.

Telif hukukunun, yapay zekânın yaratıcı alandaki varlığını tamamen dışlamadan ama insan merkezli koruma mantığını da terk etmeden yeni bir denge arayışına girmesi, önümüzdeki dönemin en temel hukuki meselelerinden biri olacaktır. Türkiye açısından da bu tartışmaların gerisinde kalınmaması, uygulamada karşılaşılan boşlukları dolduran, teknolojik gelişmelerle uyumlu ve öngörülebilir düzenlemeler yapılması gerekmektedir.


1 Prompt: Yapay zekaya içerik üretmesi için verilen yönlendirici metin komutu ya da girdidir.


Selin Su, Yönetici Avukat
Selen Kaya, Stajyer Avukat
Ebrar Turan, Avukat




Benzer Makaleler
Borçlunun borcunu vadesinde ödememesi üzerine, alacaklı borçlu aleyhine icra takibi başlatır ve mallarına haciz koyar.
İşverenin yıllık izin ücreti ödeme yükümlülüğünü düzenleyen 4857 sayılı İş Kanunu’nun 57. Maddesinin ilk fıkrası “İşveren, yıllık ücretli iznini kullanan her işçiye, yıllık izin dönemine ilişkin ücretini ilgili işçinin izine başlamasından önce peşin olarak ödemek veya avans olarak vermek zorundadır.” yönünde olmasına rağmen, genellikle işverenler bu ödemeyi yapmaktan imtina etmektedir.
Veri, tek başına cismani bir varlık taşımadığı için eşya hukuku kapsamında klasik “taşınır eşya” tanımına tamamen uymasa da hukuki işlem kabiliyeti, devredilebilirliği ve maddi mallara benzer şekilde kullanıma sunulabilir olması da gözetildiğinde taşınır mal kategorisine yaklaşmaktadır.
Bu yazımızda yenilebilir enerji kaynaklarından elektrik üretimini hukuki yönler başta olmak üzere bir çok açıdan ele aldık.
2023 yılında Rekabet Kurumu’na bildirilen işlemlere ilişkin olarak, Rekabet Kurumu (“Kurum”) Ekonomik Analiz ve Araştırma Dairesi Başkanlığı tarafından hazırlanan 2023 yılı Birleşme ve Devralma Görünüm Raporu (“Rapor”), 5 Ocak 2024 tarihinde, Kurum’un internet sitesinde yayımlanmıştır.
Türk Rekabet Kurumu (“Kurum”) tarafından Birleşme ve Devralma rejimini diğer mehaz Avrupa Birliği (“AB”) hukuklarıyla yeknesak kılmak adına 1997/1 sayılı Rekabet Kurulu’ndan İzin Alınması Gereken Birleşme ve Devralmalar Hakkında Tebliğ’i yürürlükten kaldırılarak
Türk Borçlar Hukuku ve Ticaret Hukukunda, konsinye satış şartı ve konsinye satış sözleşmesi diye anılan sözleşme türü açıkça düzenlenmemiş bir kavram olup sözleşme serbestisi kapsamında uygulama ve öğretide gelişmiş, yargı kararları ve ikincil hukuk kaynaklarında sıkça ifade bulmuş bir kavramdır.
İnternet, günümüzde enformasyon ve iletişim teknolojilerinde meydana gelen gelişmelerle birlikte, ekonomiye yön veren en önemli platformlardan biri haline gelmiştir.
Rusya ve Ukrayna arasında bir süredir gözlemlenmekte olan diplomatik gerginlik ve zıtlaşmaların yerini sıcak çatışma ve Rusya tarafından bazı Ukrayna topraklarının işgaline bırakması ile birlikte, Dünya ülkeleri bu duruma tepkiler göstererek Rusya’ya karşı çeşitli yaptırımlar uygulamaya başlamıştır.
2021 yılı, Türk Rekabet Hukuku bakımından birçok ilke imza atılan bir yıl oldu. Geçtiğimiz son 10 yıldaki gelişmelere kıyasla, 2021 yılında, sadece 1 yıl içinde, Türk Rekabet Hukuku uygulamasına, çeşitli içtihatlar ve mevzuat oluşumları aracılığıyla ciddi bir ivme kazandırıldı.
Türk Borçlar Kanununun en önemli düzenlemelerinden biri olan satış sözleşmelerinde üzerinde durulması gereken en önemli konu satışın yapılmasından sonra satılan üründe ayıp ortaya çıkması ve ayıp halinde alıcının hakları ile satıcının yükümlülüklerinin neler olduğudur. Bu yazımızda da özel olarak ayıp halinde tarafların hak ve yükümlülükleri ile bunlar için düzenlenmiş şekil şartlarından bahsedilmektedir.
İstem konusunun bölünebilir olduğu durumlarda tamamının değil, yalnızca belli bir kesiminin dava edilmesi halinde kısmi dava söz konusu olmaktadır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (“HMK”) 107. maddesinde yapılan düzenleme ile talep sonucunun belirlenemediği hallerde kısmi davaya nazaran daha kolay bir yol olan belirsiz alacak davası seçeneği getirilmiş, böylelikle alacaklıya, alacağının belirlenebilen kısmı üzerinden harç yatırarak açacağı dava kapsamında karşı tarafın iznine veya ıslah yoluna başvurmasına gerek olmadan talep sonucunu kesin olarak belirleme olağanı tanınmıştır.
Ticari hayatta teşebbüsler, faaliyet içerisinde bulunduğu diğer sektör oyuncularından olan alacaklarını tahsil etmek adına alacaklarını taşınmaz ipoteği ile teminat altına alma yöntemini sık sık tercih etmektedir.
“Takas Edilemez/Değiştirilemez Jetonlar’ın ("NFT"- Non-Fungible Token) kullanımının blok zincir teknolojisi ile yaratıcı fikri mülkiyeti birleştirmede kazandığı popülerlik günbegün artmaktadır.
Ticari hayatta teşebbüslerin faaliyetlerini baskı altında olmaksızın serbesti ile gerçekleştirebilmesi, teşebbüslerin bulunduğu pazardaki varlığını koruyabilmesinin yanında son alıcı olan tüketicilerin adil fiyatlandırma ve kaliteli ürün dengesinde piyasaya sunulmuş son üründen faydalanabilmesi açısından da önem taşımaktadır.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın (“Bakanlık”) İş Yerlerinde Covid-19 Tedbirleri başlıklı duyurusu (“Duyuru”) 3 Eylül 2021 tarihinde Bakanlık internet adresinde yayımlanmıştır.
Yazımız kapsamında, En Çok Kayrılan Müşteri koşulunun tanımı ile ticaret hayatındaki temel fonksiyonu ve Türk Rekabet Hukuku kapsamındaki yeri değerlendirilecektir.
Bu makale İcra ve İflas Kanunu’nda Değişiklik Yapan Torba Kanu’nun ne getirdiğine değinmektedir.
2019 yılı Aralık ayından beri hayatımızda yer alan Koronavirüs (“Covid-19”) ile birlikte maskeli, sosyal mesafeli yaşam tarzı yeni normal haline geldi.
Avrupa ve Amerika’da yaklaşık kırk yıla yakın bir süredir uygulanan uyuşmazlık çözüm yöntemi olan arabuluculuk kurumu günümüzde ülkemizde de en sık kullanılan alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerinden birisidir.
Kaynağını İsviçre Federal İcra ve İflas Kanunu’ndan alan ve yürürlüğe girdiği 1932 yılından beri metninde birçok kez değişiklikler yapılan 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nda Türkiye’de toplumsal ihtiyaçların değişmesi ve genel ekonomide meydana gelen gelişmeler sebebiyle, mali yönden güçlük yaşayan şirketlerin faaliyetlerinin devam etmesi bir başka deyişle iflas etmelerinin önüne geçilmesi amacıyla bazı kurtuluş çarelerine yer verilmişti. Bunlara örnek olarak “mal varlığının terki suretiyle konkordato”, “iflasın ertelenmesi” ve “uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırma” verilebilir. Her ne kadar kanunda birden fazla kurum yer alsa da, özellikle “iflasın ertelenmesi” dışındaki kurumların işleyişine ilişkin maddelerin süre ve usul bakımından uygulanmasında yaşanan zorluklar sebebiyle ticari anlamda güç durumda olan tacirler son yıllarda sadece “iflasın ertelenmesi” kurumuna başvurmakta idi. Bu kurum yıllar geçtikçe amacından sapmış ve erteleme talep eden tacirin mali durumunu iyileştirmekten çok, alacaklıların alacaklarına kavuşmasına engel olan ya da sürüncemede bırakan bir kurum haline gelmiştir.
Çeşitli gelişmeler karşısında ülke ekonomisinin büyüme hızını arttırmak ve bu suretle kalkınmasını sağlamak için dünyadaki ekonomik ve politik riskler ile yakın coğrafyamızda yaşanan bölgesel olayların ekonomi üzerindeki muhtemel etkisini bertaraf etmek ve müteşebbislerin iş ve yatırım kararlarına daha sıhhatli bir şekilde odaklanmalarına imkan sağlamak, AR-GE faaliyetlerinin desteklenmesi ve ülkemize yönelik yatırımların arttırılması amacıyla, özel sektörün kamuya olan borç yükünün azaltılarak borçlara taksitle ödeme imkanları getirilmekte ve ihtilafların sulh yoluyla sonlandırılmasını ve vergi incelemesinde olan konuların dava yoluna gidilmeksizin çözümlenmesini sağlamak üzere çeşitli düzenlemeler yapılmaktadır.
Yüzyıllardır Aile Şirketlerinde sürdürülebilirliği sekteye uğratan faktörlerden başlıcası hissedarlar arası uyuşmazlıklar olmuştur. Aile büyüdükçe hissedarlık tabanının da genişlemesi, daha fazla hissedar ve daha fazla çatışan görüş ortaya çıkaracaktır. Genişleyen hissedarlık yapısı içerisinde hissedarlardan birisinin payını 3. kişiye devir suretiyle çıkış planı gibi iradi sebepler ya da hissedarlardan birisinin kaybı, boşanması veya payının cebri icra yolu ile alacaklı bir başka kurum ya da kişiye intikali neticesinde Şirketin kurumsal yapısı ile bağdaşmayabilecek hissedarların Şirkete girişinin önü açılabilecek; Şirket operasyonlarını etkileyebilecek kilit durumlar dahi ortaya çıkabilecektir. Şirketler nezdinde gerek iradi gerekse irade dışı pay devirlerine karşı getirilecek bazı sınırlamalar veya mevzuatın çok başvurulmayan bazı enstrümanları Aile Şirketlerinde hissedarlık yapısının korunması ve Şirketin sürdürülebilirliğe giden yolda ilerleyişini kolaylaştırmaktadır.
Son yıllarda en büyük şirketlerden küçük işletmelere kadar hedef ayırt etmeksizin giderek artan siber saldırıların global olarak yol açtığı zararların 2021 yılından itibaren yıllık 6 trilyon dolara çıkması beklenmektedir. İletişim, hizmet ve para akışının sanal ortama taşındığı dünyamızda hem özel sektör hem de kamu kurum ve kuruluşları için siber tehditler varlığını giderek daha fazla hissettirmektedir.
İlk kez 2020 arifesinde rapor edilen ve 2020’nin ikinci çeyreğine girilmesiyle bir pandemiye dönüşen COVID19 toplumları her seviyede etkileyerek yaşam tarzlarını ve iş yapma süreçlerini sekteye uğrattı, zaman zaman askıya alınmasına sebep oldu, ya da hızlı bir değişime zorladı.
Tüm Dünyayı ve dolayısıyla da ülkemizi de etkisi altına alan ve özellikle de perakende, lojistik, sağlık, otomotiv, tekstil gibi sektörlerin işleyişinde ve sürekliliğinde aksamalara sebep olan COVID-19 salgınından en çok etkilenen sektörlerin başında perakende sektörü gelmektedir.
COVID-19 salgını çerçevesinde alınması gereken acil durum önlemleri kapsamında icra ve iflas işlemleri yönünden de tedbir alınması gerekmiş, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (“Kanun”) “II-FEVKALADE HALLERDE TATİL” üst başlığını taşıyan, “İcra takiplerinin durdurulması halleri” başlıklı 330. maddesindeki “Salgın hastalık, umumi bir musibet veya harb halinde Cumhurbaşkanı karariyle memleketin bir kısmında veya bazı iktisadi zümreler lehine muayyen bir müddet için icra takipleri durdurulabilir.”
Korona virüs, evrensel adıyla COVID-19 (“Korona virüs”), 2019 yılı Aralık ayında Çin’in Wuhan şehrinde ilk kez görülmesinden bu yana hızlı yayılmasının önlenmesi amacıyla seyahat politikalarının gözden geçirmesi, üretim kesintileri, karantina uygulamaları, ülkesel olağanüstü hal kararları gibi tedbirler sebebiyle iş hayatını çok kısa zaman içerisinde olumsuz olarak etkilemiştir.
16.03.2020 tarihli yayınımızda da belirtmiş olduğumuz üzere Korona virüs evrensel adıyla COVID-19 (“Korona virüs”) salgınının en önemli izdüşümlerinden birisi işçi – işveren istihdam ilişkisinde kendisini göstermektedir.
Evrensel adıyla COVID-19 (“Koronavirüs”) olarak bilinen Koronavirüs’ün sebep olduğu salgın hastalık, 2019 yılı Aralık ayında Çin’in Wuhan şehrinde ilk kez görülmesinin ardından kısa bir zaman içerisinde tüm dünyayı hem sağlık hem de ekonomik anlamda etkisi altına almıştır.
Korona virüs salgınının global etkisi, küresel krize neden olabilecek nitelikteki çeşitli alan ve sektörlerde yarattığı olumsuz yansımalar, şirketlerin ticari anlaşmaları ve edimlerin ifası yönünden oldukça önemli sonuçlar doğurmaktadır.
COVID-19 (“Koronavirüs”), tüm dünyayı etkisi altına almaya devam etmektedir. Ticaret dünyasında covid-19 salgının olumsuz yansımalarını en derinden hisseden alanlardan birisi perakende sektörüdür.
Covid-19 Salgın sürecinde gerek işverenler gerek ise sağlık kuruluşları tarafından birtakım önlemler alınmakta olup pandemi ile mücadele edilmesi sebebiyle, özellikle sağlık verileri başta olmak üzere pek çok kişisel verinin işlenmesi zaruri hale gelmiştir.
Dünya Sağlık Örgütü (“DSÖ”) tarafından 11.03.2020 tarihinde “Pandemi (salgın)” olarak nitelendirilen Covid-19 virüsünün (“Koronavirüs”) işveren-çalışan ilişkilerini üst düzeyde etkilediği şu günlerde, her çalışan ve işverenin gündemine aldığı konulara dair değerlendirmelerimizi sıkça sorulan sorular formatında bu yazımızda paylaşıyoruz.
COVID-19 salgını sebebiyle alınması gereken acil durum önlemleri kapsamında icra ve iflas hukuku işlemleri yönünden 2279 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile tedbirlerin usul hukukuna ve diğer uygulamalara etkileri bakımından ise 7226 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 20.12.2009 tarihli 5941 sayılı Çek Kanunu’na Geçici 5. Madde eklenerek önemli yenilikler getirilmiştir.
COVID-19 salgını sebebiyle alınması gereken acil durum önlemleri kapsamında ülkemizin de içerisinde bulunduğu süreç sebebiyle birçok konu başlığı yönünden gerekli önlemler alınmış olmakla birlikte, çalışan ve işveren ilişkileri de alınan işbu önlemlerden etkilenmiştir.
Bilindiği üzere, sosyal medya konusundaki yasal düzenlemeler Türkiye’nin gündeminde her zaman önemli bir yere sahip olmuştur.
Teknoloji hayatımızda gün geçtikçe daha büyük bir yer kaplamakta. Bu sayede, artık en basit günlük alışverişlerimizi bile internet üstünden sağlamaya başladığımız yadsınamaz bir gerçek haline geldi. Bu doğrultuda, erişilebilirlik, hız, çeşitlilik gibi kavramlar yaşantımızın daha da önemli bir parçası oldular.
Şirket hisselerin devrinde olduğu gibi ticari hayatın süregelen akışında gerçekleşen işlemlerde vergisel boyut oldukça önemli bir yere sahip olup ticari hayatta atılacak adımlar vergisel anlamdaki sonuçları ile değerlendirilmektedir. Şirket hisse devirlerinde ortaya çıkan kazancın vergisel sonucunu hissedar lehine çevirmek için mevzuat düzenlemeleri dikkatle incelenmeli ve atılacak adımlar buna göre belirlenmelidir.
Günümüzde tüketiciler, satın aldıkları araçlar ile ilgili olarak karşılaştıkları arızaların yetkili servisler tarafından giderilmesini istemektedirler. Ancak, yetkili servisler tarafından bu talepleri yerine getirilmediğinde Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunu’ndan doğan seçimlik haklarını kullanmak maksadıyla yasal yollara başvurmaktadırlar. Bu haklarından bir tanesi de aracın ayıpsız misliyle değişimi yani yenisiyle değiştirilmesidir. İşte tam bu noktada önemle belirtmek gerekir ki, tüketicilerin her araç arızasında bu seçimlik haklarını kullanabilecekleri hatasına düştüklerini ve akabinde yargılama sonrasında hayal kırıklığına uğradıkları gözlemlenmiş olup, tüketicilerin bu haklarını hangi şartlar altında kullanabilecekleri ve aracın yenisi ile değişimine ilişkin hakkın kapsamına değinmek gerekmektedir.
Şirket kapanışı, bir şirketin tasfiye sürecine girmesiyle başlayıp Ticaret Sicilinden terkini ile son bulmaktadır. Tasfiye sürecine giren şirketler, birçok alanda farklı prosedürleri tamamlamakla yükümlü olup işbu Bilgi Notu şirketlerin tasfiye sürecinde Şirketler Hukuku ve İş Hukuku açısından göz önünde bulundurulması gereken hukuki risk ve unsurlara ilişkin olup genel bilgilendirme niteliğindedir. İşbu Bilgi Notu iki bölümden oluşmakla beraber ilk bölümde tasfiye süreci Şirketler Hukuku açısından, ikinci bölümde ise İş Hukuku açısından ele alınacaktır. Ayrıca, işbu Bilgi Notu’nun devamında “şirketin kapanmasına” ilişkin ifadeler hukuki olarak şirketin tasfiyesi olarak anlaşılmalıdır.
Taraflar, sözleşmeden doğan yükümlülüklerini ifa etmemelerinin önüne geçmek amacıyla sözleşmeyle ceza koşulu kararlaştırılabilir. Sözleşmede kararlaştırılacak ceza koşuluyla taraflar, ortaya çıkacak riskleri en aza indirgemeyi ve ifa alacaklısının korunmasını amaçlamaktadır.
Son yıllarda artan ivmeli gelişimi ile perakende sektörünün lokomotifi haline gelen Alışveriş Merkezleri(“AVM”), ülkemiz ekonomisi içinde önemli bir rol oynamaktadır. Ülkemizde AVM’ler yakaladığı giriş sayısı ve harcama miktarları ile ölçümlenen büyüme oranlarıyla Avrupa sıralamalarının da üst basamaklarında yer almaktadır. Bu gelişime paralel olarak, ülkemizde Avrupa Birliği müktesebatına uyum sağlanabilmesi ve perakende sektörü ile AVM’lerin de yasal düzleminin yaratılabilmesi için özel hukuki düzenlemelere ihtiyaç duyulmuştur. Bu bağlamda öncelikle, 29.01.2015 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6585 Sayılı Perakende Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun (“6585 sayılı Kanun”) ile perakende sektöründe genel hukuki bir çerçeve oluşturulmuş, ileride çıkarılacak yönetmeliklere ilişkin altyapı oluşturulmuştur.
“Koronavirüs (“Covid-19”) tüm dünyayı etkisi altına almaya devam ederken ticaret dünyasında salgının olumsuz yansımalarını en derinden hisseden alanlardan birisi olan perakende sektörü, Covid-19 sarmalında çalışanların sağlıklarını koruma, müşterilerini memnun etme ve bu zorlu dönemi minimum kayıpla atlatma amacıyla kurguladıkları planları hukuk filtresinden geçirmeye de özen göstermek durumundadır.
Kurumsal Yönetim uygulamaları ve kurumsal yönetimin özümsenmesinin Şirketlerin sürdürülebilirliğine etkisi tartışmasız olmakla birlikte Şirketler nezdinde etkin uygulamalar, finansmana erişime de olumlu etki etmekte; finansmana erişim de sürdürülebilirliği dolaylı olarak desteklemektedir.
6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (“TTK”) 367. maddesi uyarınca, anonim şirketlerde yönetim kurulu, hazırlayacağı ve yürürlüğe koyacağı bir iç yönerge ile şirketin yönetimine ilişkin birtakım yetkileri bazı yönetim kurulu üyelerine veya yönetim kurulu üyesi olmayan üçüncü kişilere devredebilmektedir.