Önerilen Aramalar

Şirketler Hukuku ve İş Hukuku Açısından Tasfiye Süreci

30.08.2018

Tüm Makaleler
Şirket kapanışı, bir şirketin tasfiye sürecine girmesiyle başlayıp Ticaret Sicilinden terkini ile son bulmaktadır. Tasfiye sürecine giren şirketler, birçok alanda farklı prosedürleri tamamlamakla yükümlü olup işbu Bilgi Notu şirketlerin tasfiye sürecinde Şirketler Hukuku ve İş Hukuku açısından göz önünde bulundurulması gereken hukuki risk ve unsurlara ilişkin olup genel bilgilendirme niteliğindedir. İşbu Bilgi Notu iki bölümden oluşmakla beraber ilk bölümde tasfiye süreci Şirketler Hukuku açısından, ikinci bölümde ise İş Hukuku açısından ele alınacaktır. Ayrıca, işbu Bilgi Notu’nun devamında “şirketin kapanmasına” ilişkin ifadeler hukuki olarak şirketin tasfiyesi olarak anlaşılmalıdır.
I. TASFİYE SÜRECİNİN ŞİRKETLER HUKUKU AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ
1. TİCARET ODASINA MÜRACAAT İŞLEMLERİ
a. Tasfiyeye Giriş
Öncelikle MERSİS’in internet sayfasından Şirketinize yönelik tasfiye işlemleri başlatılmalıdır. Akabinde İstanbul Ticaret Odası’na (“İTO”) aşağıda belirtilen birtakım belgelerin
  • Tasfiyeye yönelik alınacak Ortaklar Kurulu Kararının noter onaylı iki nüshası ve hazır bulunanlar listesi,
  • Şirkete atanacak tasfiye memurlarının görevi kabul ettiğine ilişkin imzaları içerir noter onaylı belgenin,
  • Tasfiye memurunun “Tasfiye Halinde” ibaresi ile başlayan şirket unvanı altında düzenlenmiş imza beyannamesinin,
ibraz edilmesi ve tasfiyeye girişine ilişkin kararın ticaret siciline tescil ve ilan ettirilmesi gerekmektedir.

Şirketin Tasfiyeye girişine ilişkin ortaklar kararının tescil tarihi Tasfiyeye Giriş tarihi olarak kabul edilecektir.

Atanan tasfiye memurları tarafından şirketin malvarlığına ilişkin durumu ile finansal durumunu gösteren bilanço düzenlenerek söz konusu bilanço Ortaklar Kurulu onayına sunulur. Burada şirketin borçlarının şirket varlığından fazla ise derhal iflas davası açılması gerektiği hususuna dikkat edilmelidir.

Bu doğrultuda, alacaklı oldukları bilinenler tarafından alacak miktarları bildirilmediği takdirde, söz konusu tutar Gümrük ve Ticaret Bakanlığınca belirlenecek bir bankaya depo edilir. Bu süreçte ayrıca şirketin henüz muaccel olmamış veya hakkında uyuşmazlık bulunan borçlarını karşılayacak miktarda tutar (“para olarak”) notere depo edilir.

b. Tasfiye Sonu
Tasfiyeye giren şirketin ana sözleşmesinde bu sürenin 1 yıl veya bundan farklı bir süre öngörülmemiş olması ve / veya birer hafta ara ile yapılacak çağrı ilanlarının alacaklılara çağrı niteliğinde olan 3.üncü karar tarihinden itibaren geçecek 6 ay[1] sonunda Ortaklar Kurulu kararı alınarak tasfiye sonu kararı alınabilecektir. Bu aşamada İTO’ya sunulması gereken belgelere ise aşağıda yer verilmiştir;
  • Noter onaylı 2 nüsha Ortaklar Kurulu Kararı ve hazır bulunanlar listesi,
  • Ortaklar Kurulu’nca onaylanmış, şirket kaşesi ile tasfiye memuru tarafından imzalanmış son bilanço ve tasfiye sonu kati bilançosu.
Uygulamada tasfiye başlangıç tarihinden itibaren tasfiyenin sonlandırılmasına kadar geçen süre 8 ay civarındadır.

Tasfiye sonu bilançoları Ortaklar Kurulu tarafından tasdik edilemiyor ise (Ortaklar Kurulu toplanamaz ise), tasfiye memuru Asliye Ticaret Mahkemesi tarafından verilen “tasfiye sonu bilançolarının tasdikine ilişkin kesinleşmiş karar” ile Şirketinizin sicil kayıtlarının silinmesini talep edebilir.

Şirkete ait tescilli bir şubenin mevcut olması durumunda, şubelerin terkini başvurusunun sicil kaydının terkininden önce veya en geç terkin başvurusu ile birlikte yapılması gerektiğini belirtmek isteriz.

Ayrıca aksi kararlaştırılmadığı sürece tasfiye sonunda kalan varlık, ödenen sermayeler ve imtiyaz hakları oranında pay sahipleri arasında dağıtılmaktadır

2. VERGİ DAİRESİNE MÜRACAAT İŞLEMLERİ
Şirketin tasfiyeye girmesiyle birlikte ilgili vergi dairesine gerekli belgeler ibraz edilerek bildirimde bulunulması gerekmektedir.

Şirketin tüm vergi borçlarının tasfiye sürecinde kapanması gerektiğinden tasfiye sürecinde tüm beyannamelerin verilmesi gerekmektedir. Tasfiye süreci sona erdiğinde, bilançonun veya nihai hesabın kesinleşmesinden itibaren 15 (on beş) gün içerisinde son Kurumlar Vergisi Beyannamesi verilmelidir. Aynı zamanda, tasfiyenin gerçekleştiğini ve sonlandığını gösteren gazete ile ilgili vergi dairesine 30 (otuz) gün içinde talepte bulunularak şirketin kaydının sildirilmesi gerekmektedir.

Ayrıca belirtmek gerekir ki; şirket tasfiyesinde 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunu’nun 35. maddesine ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 10. maddesine uyarınca söz konusu vergi borçlarının ödenmemesi halinde şirketin ortakları söz konusu müteselsilen sorumlu olmaya devam edecek ve aleyhlerine takip işlemleri başlatılabilecektir. Şirketin tasfiye edilmiş olması, ortakların sorumluluklarını ortadan kaldırmayacaktır.

Mükellefler tarafından şirketin kapanışının vergi dairesine bildirilmesinin akabinde, tasfiyenin gerçekleştiği yılı izleyen yıldan itibaren başlamak üzere 5 yıl süreyle defter ve belgeler saklanmak zorunda olup bu süre içerisinde defter ve belgelerin vergi incelemeye yetkili kişiler tarafından istenmesi halinde ibraz edilmesi zorunludur.

II. TASFİYE SÜRECİNİN İŞ HUKUKU AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ
Öncelikle tasfiye sebebiyle işyerinin kapatılması durumu, İş Kanunu uyarınca işveren tarafından iş sözleşmesinin haklı nedenle feshi sebeplerinden biri olarak kabul edilmemiş olup işveren konumunda olan şirket tarafından işçilere hak edişlerinin ödenmesi gerekmektedir.

1. SGK BÖLGE MÜDÜRLÜĞÜ İLE TÜRKİYE İŞ KURUMUNA BİLDİRİM
Bir şirketin tasfiyesi sebebiyle işyerinin kapatılması durumunda, işçilerin toplu olarak işten çıkarılması söz konusu olacağından 4857 sayılı İş Kanunu’nun (“Kanun”) 29. maddesi uyarınca Şirketiniz tarafından bir dilekçe ile 1) İlgili SGK Bölge Müdürlüğüne ve 2) Türkiye İş Kurumuna işçilerinin sözleşmelerinin neden feshedildiğini en az 30 gün önceden bildirilmesi ve durumun aynı süre içinde işyerinde ilan edilmesi gerekmektedir. Ayrıca dilekçede iş sözleşmesi feshedilen bütün işçilerin isimlerine yer verilmesi gerekmektedir. Kanun gereği, 30 günlük bildirim süresine riayet etmeniz önem arz etmektedir.

2. İŞÇİ HAK EDİŞLERİNİN TAM VE EKSİKSİZ OLARAK ÖDENMESİ
İlgili kurumlara yapılacak bildirimin yanı sıra şirketin kapanması sebebiyle işçilerin bütün hak edişlerinin ödenmesi gerekmektedir. Başka bir ifade ile iş yerinin kapanması sebebiyle işçi lehine kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, yıllık izin ücreti alacağı, ödenmemiş ücret vs. gibi alacak kalemleri doğabilecek olup söz konusu işçi alacaklarına aşağıda ayrıntılı şekilde yer verilecektir. Söz konusu hak edişlerin tam ve eksiksiz olarak ödenmesinin akabinde ise işçiler ile ibraname imzalanmalıdır.

İşçi lehine herhangi bir alacak kalemi doğup doğmadığı hususu işçilerin şirket bünyesinde çalışmaya başladığı tarih esas alınarak hesaplanacaktır.

a. İhbar Tazminatı Alacağı Açısından İnceleme
Şirket bünyesinde çalışan işçilere iş sözleşmelerinin şirketin kapanması sebebiyle feshedileceğinin ihbar sürelerine uygun olarak yazılı şekilde bildirilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde şirketin tarafından işçilere ihbar süresine tekabül edecek tutarda ihbar tazminatı ödenmesi söz konusu olabilecektir.

Şirketin tasfiye sürecinde mali açıdan yükünü azaltmak adına işçilere iş sözleşmelerinin feshedileceği Kanunda belirtilen ihbar sürelerine riayet edilerek ve usulüne uygun olarak bildirim yapılmalıdır. Usulüne uygun olarak yapılan fesih bildirimiyle beraber Şirket tarafından işçilere herhangi bir ihbar tazminatı ödenmeyecektir.

Ancak usulüne uygun bildirim yapılmaması durumunda ise işçi lehine yine aşağıda belirtilen ihbar süresine tekabül edecek tutarda ihbar tazminatı ödenmesi gündeme gelecektir. Söz konusu tazminatın ödenmemesi durumunda, şirket aleyhine işçi alacağına yönelik dava açılabilecek olup Mahkeme tarafından işçinin hak etmiş olduğu ihbar tazminatının faiziyle beraber ödenmesine hükmedilecektir:
  • 6 aydan az süre ile Şirketinizde çalışılması durumunda; 2 hafta ihbar süresi,
  • 6 aydan 1,5 yıla kadar Şirketinizde çalışılması durumunda; 4 hafta ihbar süresi.

b. Kıdem Tazminatı Alacağı Açısından İnceleme
Kıdem tazminatı, iş sözleşmesinin işçi tarafından haklı nedenle feshedilmesi ile işveren tarafından geçerli nedenle feshedilmesi veya haklı bir neden olmaksızın feshedilmesi durumlarında işçinin şirket bünyesindeki kıdemine göre ödenen tazminattır. İşyerinin şirketin tasfiyesi sebebiyle kapanması işveren açısından geçerli bir neden olarak kabul edilmemiş olup işveren şirket tarafından tasfiye sebebiyle iş sözleşmelerinin feshedilmesi halinde kıdem tazminatı ödenmesi gündeme gelecektir.

Kanun uyarınca şirket bünyesinde 1 yıldan az çalışan işçiler kıdem tazminatına hak kazanamamaktadır. Şirketin tasfiye sonucu kapanması sebebiyle işyerinin kapanması durumunda ise, 1 yıldan daha fazla kıdemi olan işçiler açısından çalıştıkları süre esas alınarak işçilere kıdem tazminatı ödenmesi gerekmektedir. Aksi takdirde şirket aleyhine açılacak olası bir işçi alacağı davasında Mahkeme tarafından işçi lehine faiziyle beraber kıdem tazminatı ödenmesi gündeme gelecek ve şirketin ödemekle yükümlü olduğu meblağ artacaktır.

c. Yıllık İzin Alacağı ve Diğer Alacak Kalemleri Açısından İnceleme
Kanun uyarınca 1 yıldan az kıdemi olan işçiler yıllık izin hakkını da kazanamamaktadır.

Yukarıda bahsedilen alacak kalemlerine ek olarak, iş sözleşmesi uyarınca aksi bir düzenleme olmadıkça işçinin fazla mesai ücreti; hafta tatil ve genel tatil alacağı var ise bu alacakların da ödenmesi gerekmektedir. Ayrıca işçinin ödenmemiş maaşının bulunması halinde, iş sözleşmesinin feshedilmesiyle beraber şirket tarafından bütün ücretlerin tam ve eksiksiz olarak ilgilisine ödenmesi gerekmektedir. Aksi takdirde işçi tarafından açılacak işçi alacağına yönelik davada, Mahkeme tarafından bugüne kadar doğmuş bütün ücret alacağının faiziyle beraber işçiye ödenmesi yönünde karar verilecek olup Şirketin ödemesi gereken miktar faiz işlemesi sebebiyle artacaktır.

3. ŞİRKET İLE İŞÇİ ARASINDA İBRANAME İMZALANMASI
Şirketin kapanması ile beraber işçilere hak edişlerinin tamamı ödenmeli, akabinde işçiler ile Şirketten herhangi bir alacakları kalmadığına dair ibraname imzalanmalıdır. İbranamenin geçerli olabilmesi için 6098 sayılı Borçlar Kanunu hükümleri uyarınca ibranamenin aşağıda belirtilen şekilde yapılması gerekmektedir:
  • İbra sözleşmesinin yazılı olarak yapılması,
  • İbra tarihi itibari ile sözleşmenin sona ermesinden başlayarak en az bir aylık sürenin geçmiş bulunması,
  • İbra konusu alacağın türünün ve miktarının açıkça belirtilmesi,
  • Ödemenin tam ve eksiksiz olarak banka aracılığı ile yapılması.
İbranamenin geçerli olabilmesi için yukarıda belirtilen şartların hepsinin kümülatif olarak gerçekleşmesi aranmaktadır. Uygulamada işçi ile imzalanan ibranamelerin çoğu fesih tarihinde imzalanması sebebiyle geçersiz hale gelmektedir. Bu sebeple tasfiye sürecine giren işveren tarafından ibraname şartlarına dikkat edilmelidir.

Ayrıca, ibranamenin ödemenin yapılmasının akabinde ileri tarihli olarak imzalanması da mümkün olup tavsiye edilmemektedir. Zira ibranamenin Mahkeme tarafından geçerli olarak kabul edilebilmesi için ödemelerin banka aracılığıyla yapılması şartı aranmakta olup ibra tarihinden 30 gün öncesinde banka aracılığıyla herhangi bir ödeme yapılmaması halinde ise Mahkeme tarafından bu husus kolayca tespit edilebilecek ve ibraname geçersiz kabul edilecektir.

4. İŞE İADE DAVASI RİSKİ İLE İDARİ PERSONELİN DEVRİ
Her ne kadar şirketin tasfiye ile kapatılması sonucu ortada işçilerin çalışabileceği bir işyeri kalmayacak ve bu durum iş sözleşmesinin feshi için geçerli sebep olarak ileri sürülecekse de; Kanunda geçerli neden halleri açıkça sayılmadığından ve işçinin açacağı bir davada her somut olaya göre değerlendirilme yapılacağından fesih tarihi itibariyle 6 ayını dolduracak personeller yönünden işe iade davası riski ile karşılaşılması söz konusu olabilecektir.

Böyle bir durumda Mahkemece, kapatılan işyeri ile organik bağı bulunan başkaca bir işveren olup olmadığı ve işçilerin aynı il sınırları içerisinde ve aynı pozisyonda şirketinbaşka bir şirketinde çalıştırma imkanın olup olmadığı incelenecektir. Zira böyle bir pozisyonun mevcut olması ve şirket tarafından işçilere diğer şirkette çalışma imkanı sunulmaksızın iş sözleşmelerinin feshedilmesi durumunda, Mahkeme tarafından işçi lehine hüküm kurulma ihtimali yüksektir. Bu kapsamda personellere işten ayrılmaları öncesinde başka bir grup şirketinde çalışmak isteyip istemediklerinin sorulması ve yazılı beyanlarının alınmasını tavsiye ederiz.

İşyeri devrinin söz konusu olduğu durumlarda, başka bir ifade ile şirket işçilerinin şirkete ait diğer şirketlerde çalıştırılmak istenmesi durumunda ise üst paragrafta açıklanan prosedür izlenerek işten çıkartılma işlemleri gerçekleştirilecektir. İşçilerin şirkete ait diğer şirketlerden birinde çalışmayı kabul etmesi durumunda ise, halihazırda şirkette çalışmış olduğu döneme ait bütün hak ve alacakları işçiye ödenecek ve akabinde diğer bir şirkette çalışması için SGK’ya işe giriş bildiriminde bulunulacaktır.

Gerek işçilerin diğer şirketlerde çalışmak istememesi durumunda gerek ise işçilerin çıkarılması durumunda, şirkete ait olası bir işe iade davasında ortaya çıkacak olası riskleri bertaraf etmek adına işçilerin hakkedişlerinin yanı sıra ayrıca işçilerin 4 aylık maaşlarını tazminat olarak ödendiği bir ikale sözleşmesi yapılması veya iş sözleşmelerinin arabulucu nezdinde sonlandırılması tavsiye edilmektedir.

Eylül Bengisu Gümüş, Avukat

[1] 6728 sayılı Yatırım Ortamının İyileştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması hakkında Kanun’la yapılan değişiklik
Benzer Makaleler
Bu yazımızda yenilebilir enerji kaynaklarından elektrik üretimini hukuki yönler başta olmak üzere bir çok açıdan ele aldık.
2023 yılında Rekabet Kurumu’na bildirilen işlemlere ilişkin olarak, Rekabet Kurumu (“Kurum”) Ekonomik Analiz ve Araştırma Dairesi Başkanlığı tarafından hazırlanan 2023 yılı Birleşme ve Devralma Görünüm Raporu (“Rapor”), 5 Ocak 2024 tarihinde, Kurum’un internet sitesinde yayımlanmıştır.
Türk Rekabet Kurumu (“Kurum”) tarafından Birleşme ve Devralma rejimini diğer mehaz Avrupa Birliği (“AB”) hukuklarıyla yeknesak kılmak adına 1997/1 sayılı Rekabet Kurulu’ndan İzin Alınması Gereken Birleşme ve Devralmalar Hakkında Tebliğ’i yürürlükten kaldırılarak
Türk Borçlar Hukuku ve Ticaret Hukukunda, konsinye satış şartı ve konsinye satış sözleşmesi diye anılan sözleşme türü açıkça düzenlenmemiş bir kavram olup sözleşme serbestisi kapsamında uygulama ve öğretide gelişmiş, yargı kararları ve ikincil hukuk kaynaklarında sıkça ifade bulmuş bir kavramdır.
İnternet, günümüzde enformasyon ve iletişim teknolojilerinde meydana gelen gelişmelerle birlikte, ekonomiye yön veren en önemli platformlardan biri haline gelmiştir.
Rusya ve Ukrayna arasında bir süredir gözlemlenmekte olan diplomatik gerginlik ve zıtlaşmaların yerini sıcak çatışma ve Rusya tarafından bazı Ukrayna topraklarının işgaline bırakması ile birlikte, Dünya ülkeleri bu duruma tepkiler göstererek Rusya’ya karşı çeşitli yaptırımlar uygulamaya başlamıştır.
2021 yılı, Türk Rekabet Hukuku bakımından birçok ilke imza atılan bir yıl oldu. Geçtiğimiz son 10 yıldaki gelişmelere kıyasla, 2021 yılında, sadece 1 yıl içinde, Türk Rekabet Hukuku uygulamasına, çeşitli içtihatlar ve mevzuat oluşumları aracılığıyla ciddi bir ivme kazandırıldı.
Türk Borçlar Kanununun en önemli düzenlemelerinden biri olan satış sözleşmelerinde üzerinde durulması gereken en önemli konu satışın yapılmasından sonra satılan üründe ayıp ortaya çıkması ve ayıp halinde alıcının hakları ile satıcının yükümlülüklerinin neler olduğudur. Bu yazımızda da özel olarak ayıp halinde tarafların hak ve yükümlülükleri ile bunlar için düzenlenmiş şekil şartlarından bahsedilmektedir.
İstem konusunun bölünebilir olduğu durumlarda tamamının değil, yalnızca belli bir kesiminin dava edilmesi halinde kısmi dava söz konusu olmaktadır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (“HMK”) 107. maddesinde yapılan düzenleme ile talep sonucunun belirlenemediği hallerde kısmi davaya nazaran daha kolay bir yol olan belirsiz alacak davası seçeneği getirilmiş, böylelikle alacaklıya, alacağının belirlenebilen kısmı üzerinden harç yatırarak açacağı dava kapsamında karşı tarafın iznine veya ıslah yoluna başvurmasına gerek olmadan talep sonucunu kesin olarak belirleme olağanı tanınmıştır.
Ticari hayatta teşebbüsler, faaliyet içerisinde bulunduğu diğer sektör oyuncularından olan alacaklarını tahsil etmek adına alacaklarını taşınmaz ipoteği ile teminat altına alma yöntemini sık sık tercih etmektedir.
“Takas Edilemez/Değiştirilemez Jetonlar’ın ("NFT"- Non-Fungible Token) kullanımının blok zincir teknolojisi ile yaratıcı fikri mülkiyeti birleştirmede kazandığı popülerlik günbegün artmaktadır.
Ticari hayatta teşebbüslerin faaliyetlerini baskı altında olmaksızın serbesti ile gerçekleştirebilmesi, teşebbüslerin bulunduğu pazardaki varlığını koruyabilmesinin yanında son alıcı olan tüketicilerin adil fiyatlandırma ve kaliteli ürün dengesinde piyasaya sunulmuş son üründen faydalanabilmesi açısından da önem taşımaktadır.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın (“Bakanlık”) İş Yerlerinde Covid-19 Tedbirleri başlıklı duyurusu (“Duyuru”) 3 Eylül 2021 tarihinde Bakanlık internet adresinde yayımlanmıştır.
Yazımız kapsamında, En Çok Kayrılan Müşteri koşulunun tanımı ile ticaret hayatındaki temel fonksiyonu ve Türk Rekabet Hukuku kapsamındaki yeri değerlendirilecektir.
Bu makale İcra ve İflas Kanunu’nda Değişiklik Yapan Torba Kanu’nun ne getirdiğine değinmektedir.
2019 yılı Aralık ayından beri hayatımızda yer alan Koronavirüs (“Covid-19”) ile birlikte maskeli, sosyal mesafeli yaşam tarzı yeni normal haline geldi.
Avrupa ve Amerika’da yaklaşık kırk yıla yakın bir süredir uygulanan uyuşmazlık çözüm yöntemi olan arabuluculuk kurumu günümüzde ülkemizde de en sık kullanılan alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerinden birisidir.
Arabuluculuk Sonucunda Yapılan Milletlerarası Sulh Anlaşmaları Hakkında Birleşmiş Milletler Konvansiyonu’nun (“Singapur Konvansiyonu/Konvansiyon”) Onaylanması Hakkında Karar (“Karar”), 22 Nisan 2021 tarihli ve 31462 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Karar ile beraber, Konvansiyon’a ilişkin iç hukuk onay süreci tamamlanmış olup; Türkiye’nin onayı, 22 Ekim 2021 tarihine kadar Birleşmiş Milletler’in New York’ta bulunan merkezine tevdii edilecektir.
Abonelik Sözleşmesinden Kaynaklanan Para Alacaklarına İlişkin Takibin Başlatılması Usulü Hakkında Kanun (“Kanun”), 19 Aralık 2018 tarihli ve 30630 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Kanun uyarınca, arabuluculuk ile ilgili oldukça önemli düzenlemeler mevcuttur. 1 Ocak 2019 tarihi itibariyle yürürlüğe girecek olan düzenleme uyarınca konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat taleplerine ilişkin ticari davalarda arabuluculuk dava şartı haline getirilmiştir.
“Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karara (“Karar”) İlişkin Tebliğ’de (Tebliğ No: 2008-32/34) (“Tebliğ”) Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (Tebliğ No: 2018-32/51)” (“Değişiklik Tebliği”) 6 Ekim 2018 tarihli ve 30557 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak, yayımı tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Kaynağını İsviçre Federal İcra ve İflas Kanunu’ndan alan ve yürürlüğe girdiği 1932 yılından beri metninde birçok kez değişiklikler yapılan 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nda Türkiye’de toplumsal ihtiyaçların değişmesi ve genel ekonomide meydana gelen gelişmeler sebebiyle, mali yönden güçlük yaşayan şirketlerin faaliyetlerinin devam etmesi bir başka deyişle iflas etmelerinin önüne geçilmesi amacıyla bazı kurtuluş çarelerine yer verilmişti. Bunlara örnek olarak “mal varlığının terki suretiyle konkordato”, “iflasın ertelenmesi” ve “uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırma” verilebilir. Her ne kadar kanunda birden fazla kurum yer alsa da, özellikle “iflasın ertelenmesi” dışındaki kurumların işleyişine ilişkin maddelerin süre ve usul bakımından uygulanmasında yaşanan zorluklar sebebiyle ticari anlamda güç durumda olan tacirler son yıllarda sadece “iflasın ertelenmesi” kurumuna başvurmakta idi. Bu kurum yıllar geçtikçe amacından sapmış ve erteleme talep eden tacirin mali durumunu iyileştirmekten çok, alacaklıların alacaklarına kavuşmasına engel olan ya da sürüncemede bırakan bir kurum haline gelmiştir.
Elektronik ticaretin günümüzdeki önemi tartışılmaz. E-ticaret hacminin gittikçe arttığı bugünlerde, e-ticaret işlemlerinde Rekabet Hukukunun da geliştiğini görüyoruz.
Çeşitli gelişmeler karşısında ülke ekonomisinin büyüme hızını arttırmak ve bu suretle kalkınmasını sağlamak için dünyadaki ekonomik ve politik riskler ile yakın coğrafyamızda yaşanan bölgesel olayların ekonomi üzerindeki muhtemel etkisini bertaraf etmek ve müteşebbislerin iş ve yatırım kararlarına daha sıhhatli bir şekilde odaklanmalarına imkan sağlamak, AR-GE faaliyetlerinin desteklenmesi ve ülkemize yönelik yatırımların arttırılması amacıyla, özel sektörün kamuya olan borç yükünün azaltılarak borçlara taksitle ödeme imkanları getirilmekte ve ihtilafların sulh yoluyla sonlandırılmasını ve vergi incelemesinde olan konuların dava yoluna gidilmeksizin çözümlenmesini sağlamak üzere çeşitli düzenlemeler yapılmaktadır.
Yüzyıllardır Aile Şirketlerinde sürdürülebilirliği sekteye uğratan faktörlerden başlıcası hissedarlar arası uyuşmazlıklar olmuştur. Aile büyüdükçe hissedarlık tabanının da genişlemesi, daha fazla hissedar ve daha fazla çatışan görüş ortaya çıkaracaktır. Genişleyen hissedarlık yapısı içerisinde hissedarlardan birisinin payını 3. kişiye devir suretiyle çıkış planı gibi iradi sebepler ya da hissedarlardan birisinin kaybı, boşanması veya payının cebri icra yolu ile alacaklı bir başka kurum ya da kişiye intikali neticesinde Şirketin kurumsal yapısı ile bağdaşmayabilecek hissedarların Şirkete girişinin önü açılabilecek; Şirket operasyonlarını etkileyebilecek kilit durumlar dahi ortaya çıkabilecektir. Şirketler nezdinde gerek iradi gerekse irade dışı pay devirlerine karşı getirilecek bazı sınırlamalar veya mevzuatın çok başvurulmayan bazı enstrümanları Aile Şirketlerinde hissedarlık yapısının korunması ve Şirketin sürdürülebilirliğe giden yolda ilerleyişini kolaylaştırmaktadır.
Son yıllarda en büyük şirketlerden küçük işletmelere kadar hedef ayırt etmeksizin giderek artan siber saldırıların global olarak yol açtığı zararların 2021 yılından itibaren yıllık 6 trilyon dolara çıkması beklenmektedir. İletişim, hizmet ve para akışının sanal ortama taşındığı dünyamızda hem özel sektör hem de kamu kurum ve kuruluşları için siber tehditler varlığını giderek daha fazla hissettirmektedir.
Mali Suçları Araştırma Kurulu (“MASAK”) tarafından hazırlanan Kripto Varlık Hizmet Sağlayıcıları İçin Suç Gelirlerinin Aklanmasının ve Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Yükümlülüklere İlişkin Temel Esaslar (“Kripto Varlık Hizmet Sağlayıcıları Rehberi”) 4 Mayıs 2021 tarihinde MASAK internet adresinde yayımlanmıştır.
İlk kez 2020 arifesinde rapor edilen ve 2020’nin ikinci çeyreğine girilmesiyle bir pandemiye dönüşen COVID19 toplumları her seviyede etkileyerek yaşam tarzlarını ve iş yapma süreçlerini sekteye uğrattı, zaman zaman askıya alınmasına sebep oldu, ya da hızlı bir değişime zorladı.
Tüm Dünyayı ve dolayısıyla da ülkemizi de etkisi altına alan ve özellikle de perakende, lojistik, sağlık, otomotiv, tekstil gibi sektörlerin işleyişinde ve sürekliliğinde aksamalara sebep olan COVID-19 salgınından en çok etkilenen sektörlerin başında perakende sektörü gelmektedir.
COVID-19 salgını çerçevesinde alınması gereken acil durum önlemleri kapsamında icra ve iflas işlemleri yönünden de tedbir alınması gerekmiş, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (“Kanun”) “II-FEVKALADE HALLERDE TATİL” üst başlığını taşıyan, “İcra takiplerinin durdurulması halleri” başlıklı 330. maddesindeki “Salgın hastalık, umumi bir musibet veya harb halinde Cumhurbaşkanı karariyle memleketin bir kısmında veya bazı iktisadi zümreler lehine muayyen bir müddet için icra takipleri durdurulabilir.”
Korona virüs, evrensel adıyla COVID-19 (“Korona virüs”), 2019 yılı Aralık ayında Çin’in Wuhan şehrinde ilk kez görülmesinden bu yana hızlı yayılmasının önlenmesi amacıyla seyahat politikalarının gözden geçirmesi, üretim kesintileri, karantina uygulamaları, ülkesel olağanüstü hal kararları gibi tedbirler sebebiyle iş hayatını çok kısa zaman içerisinde olumsuz olarak etkilemiştir.
16.03.2020 tarihli yayınımızda da belirtmiş olduğumuz üzere Korona virüs evrensel adıyla COVID-19 (“Korona virüs”) salgınının en önemli izdüşümlerinden birisi işçi – işveren istihdam ilişkisinde kendisini göstermektedir.
Evrensel adıyla COVID-19 (“Koronavirüs”) olarak bilinen Koronavirüs’ün sebep olduğu salgın hastalık, 2019 yılı Aralık ayında Çin’in Wuhan şehrinde ilk kez görülmesinin ardından kısa bir zaman içerisinde tüm dünyayı hem sağlık hem de ekonomik anlamda etkisi altına almıştır.
Korona virüs salgınının global etkisi, küresel krize neden olabilecek nitelikteki çeşitli alan ve sektörlerde yarattığı olumsuz yansımalar, şirketlerin ticari anlaşmaları ve edimlerin ifası yönünden oldukça önemli sonuçlar doğurmaktadır.
COVID-19 (“Koronavirüs”), tüm dünyayı etkisi altına almaya devam etmektedir. Ticaret dünyasında covid-19 salgının olumsuz yansımalarını en derinden hisseden alanlardan birisi perakende sektörüdür.
Covid-19 Salgın sürecinde gerek işverenler gerek ise sağlık kuruluşları tarafından birtakım önlemler alınmakta olup pandemi ile mücadele edilmesi sebebiyle, özellikle sağlık verileri başta olmak üzere pek çok kişisel verinin işlenmesi zaruri hale gelmiştir.
Dünya Sağlık Örgütü (“DSÖ”) tarafından 11.03.2020 tarihinde “Pandemi (salgın)” olarak nitelendirilen Covid-19 virüsünün (“Koronavirüs”) işveren-çalışan ilişkilerini üst düzeyde etkilediği şu günlerde, her çalışan ve işverenin gündemine aldığı konulara dair değerlendirmelerimizi sıkça sorulan sorular formatında bu yazımızda paylaşıyoruz.
COVID-19 salgını sebebiyle alınması gereken acil durum önlemleri kapsamında icra ve iflas hukuku işlemleri yönünden 2279 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile tedbirlerin usul hukukuna ve diğer uygulamalara etkileri bakımından ise 7226 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 20.12.2009 tarihli 5941 sayılı Çek Kanunu’na Geçici 5. Madde eklenerek önemli yenilikler getirilmiştir.
COVID-19 salgını sebebiyle alınması gereken acil durum önlemleri kapsamında ülkemizin de içerisinde bulunduğu süreç sebebiyle birçok konu başlığı yönünden gerekli önlemler alınmış olmakla birlikte, çalışan ve işveren ilişkileri de alınan işbu önlemlerden etkilenmiştir.
Bilindiği üzere, sosyal medya konusundaki yasal düzenlemeler Türkiye’nin gündeminde her zaman önemli bir yere sahip olmuştur.
Teknoloji hayatımızda gün geçtikçe daha büyük bir yer kaplamakta. Bu sayede, artık en basit günlük alışverişlerimizi bile internet üstünden sağlamaya başladığımız yadsınamaz bir gerçek haline geldi. Bu doğrultuda, erişilebilirlik, hız, çeşitlilik gibi kavramlar yaşantımızın daha da önemli bir parçası oldular.
Şirket hisselerin devrinde olduğu gibi ticari hayatın süregelen akışında gerçekleşen işlemlerde vergisel boyut oldukça önemli bir yere sahip olup ticari hayatta atılacak adımlar vergisel anlamdaki sonuçları ile değerlendirilmektedir. Şirket hisse devirlerinde ortaya çıkan kazancın vergisel sonucunu hissedar lehine çevirmek için mevzuat düzenlemeleri dikkatle incelenmeli ve atılacak adımlar buna göre belirlenmelidir.
Günümüzde tüketiciler, satın aldıkları araçlar ile ilgili olarak karşılaştıkları arızaların yetkili servisler tarafından giderilmesini istemektedirler. Ancak, yetkili servisler tarafından bu talepleri yerine getirilmediğinde Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunu’ndan doğan seçimlik haklarını kullanmak maksadıyla yasal yollara başvurmaktadırlar. Bu haklarından bir tanesi de aracın ayıpsız misliyle değişimi yani yenisiyle değiştirilmesidir. İşte tam bu noktada önemle belirtmek gerekir ki, tüketicilerin her araç arızasında bu seçimlik haklarını kullanabilecekleri hatasına düştüklerini ve akabinde yargılama sonrasında hayal kırıklığına uğradıkları gözlemlenmiş olup, tüketicilerin bu haklarını hangi şartlar altında kullanabilecekleri ve aracın yenisi ile değişimine ilişkin hakkın kapsamına değinmek gerekmektedir.
Taraflar, sözleşmeden doğan yükümlülüklerini ifa etmemelerinin önüne geçmek amacıyla sözleşmeyle ceza koşulu kararlaştırılabilir. Sözleşmede kararlaştırılacak ceza koşuluyla taraflar, ortaya çıkacak riskleri en aza indirgemeyi ve ifa alacaklısının korunmasını amaçlamaktadır.
Son yıllarda artan ivmeli gelişimi ile perakende sektörünün lokomotifi haline gelen Alışveriş Merkezleri(“AVM”), ülkemiz ekonomisi içinde önemli bir rol oynamaktadır. Ülkemizde AVM’ler yakaladığı giriş sayısı ve harcama miktarları ile ölçümlenen büyüme oranlarıyla Avrupa sıralamalarının da üst basamaklarında yer almaktadır. Bu gelişime paralel olarak, ülkemizde Avrupa Birliği müktesebatına uyum sağlanabilmesi ve perakende sektörü ile AVM’lerin de yasal düzleminin yaratılabilmesi için özel hukuki düzenlemelere ihtiyaç duyulmuştur. Bu bağlamda öncelikle, 29.01.2015 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6585 Sayılı Perakende Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun (“6585 sayılı Kanun”) ile perakende sektöründe genel hukuki bir çerçeve oluşturulmuş, ileride çıkarılacak yönetmeliklere ilişkin altyapı oluşturulmuştur.
“Koronavirüs (“Covid-19”) tüm dünyayı etkisi altına almaya devam ederken ticaret dünyasında salgının olumsuz yansımalarını en derinden hisseden alanlardan birisi olan perakende sektörü, Covid-19 sarmalında çalışanların sağlıklarını koruma, müşterilerini memnun etme ve bu zorlu dönemi minimum kayıpla atlatma amacıyla kurguladıkları planları hukuk filtresinden geçirmeye de özen göstermek durumundadır.
Kurumsal Yönetim uygulamaları ve kurumsal yönetimin özümsenmesinin Şirketlerin sürdürülebilirliğine etkisi tartışmasız olmakla birlikte Şirketler nezdinde etkin uygulamalar, finansmana erişime de olumlu etki etmekte; finansmana erişim de sürdürülebilirliği dolaylı olarak desteklemektedir.
6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (“TTK”) 367. maddesi uyarınca, anonim şirketlerde yönetim kurulu, hazırlayacağı ve yürürlüğe koyacağı bir iç yönerge ile şirketin yönetimine ilişkin birtakım yetkileri bazı yönetim kurulu üyelerine veya yönetim kurulu üyesi olmayan üçüncü kişilere devredebilmektedir.