Önerilen Aramalar

Covid-19'un Kira Sözleşmelerine Etkisi Uyarlama Davası Hakkında Sıkça Sorulan Sorular

15.03.2020

Tüm Makaleler
Tüm Dünyayı ve dolayısıyla da ülkemizi de etkisi altına alan ve özellikle de perakende, lojistik, sağlık, otomotiv, tekstil gibi sektörlerin işleyişinde ve sürekliliğinde aksamalara sebep olan COVID-19 salgınından en çok etkilenen sektörlerin başında perakende sektörü gelmektedir.
Perakende sektöründe talepte yaşanan düşüşün yanı sıra, hükümet tarafından alınan sair önlemler neticesinde ve genel kamu sağlığı ve menfaati de gözetilerek birçok mağaza faaliyetlerini durdurmak veya askıya almak mecburiyetinde kalmıştır.

Bu çerçevede, giderek azalan faaliyet karlılığına karşın, sektör oyuncuları gerek AVM’ler gerekse de Cadde Mağazalarının Kira Sözleşmelerinden doğan borçlarının ifasına ahde vefa ilkesini de gözeterek, iyi niyet ilkesi dahilinde devam etmiştir. Buna karşın mevcut durumun uzunca bir süre devam etmesi neticesinde sektör oyuncuları açısından da kira sözleşmelerinden doğan borçların ifasında güçlükler yaşanmaktadır. Bu nedenle, sözleşmelerin özellikle bedel ve diğer sair hükümlerinin yaşanılan mücbir sebep hali de gözetilerek hakkaniyete uygun şekilde uyarlanması gerekliliği doğabilmektedir.

Bu çerçevede, mevcut durumdan doğan ekonomik etkilerin kira sözleşmelerinin her iki tarafı için de asgari ve yönetilebilir ölçüde tutulması, diğer bir ifade ile sürdürülebilirliğin temini için hangi adımların atılabileceğine yönelik olası hukuki ve pratik soruların yanıtlarına aşağıda yer vermekteyiz.

1. Uyarlama Davasından Önce Atılması Gereken Adım Nedir?
Mevcut durumda kira sözleşmelerinin uyarlanması için öncelikle dava yolunun tercih edilmesi, dava sürecinin uzun sürebilecek olması sebebiyle bu dönemde beklenen azami faydayı veremeyebilecektir. Bu sebeple, tarafların konuyu kendi aralarında görüşmeleri ve kira sözleşmelerinde uyarlamanın şartları varsa sözleşme hükümlerince uyarlama yoluna gitmeleri daha verimli bir yöntem olacaktır. Tarafların karşılıklı mutabakata varması halinde bunu mutlaka bir protokol ile imza altına almak faydalı olacaktır. Ancak taraflar uyarlama koşullarına dair karşılıklı mutabakata varamazlarsa, sözleşmede uyarlamaya dair hiçbir hüküm de yer almıyorsa veya uyarlama hükmünün uygulanması hakkaniyete aykırı sonuçlar doğuruyorsa, uyarlama davası açılması kaçınılmaz olacaktır.
2. Kira Tespit Davası ve Uyarlama Davası Arasındaki Farklar Nelerdir?
Uyarlama Davası Tespit Davası
Uzun süreli kira sözleşmeleri için uygulanabileceği ve birer yıl süreler ile yenilenen veya 1 yıldan kısa süreli kira sözleşmelerinde uyarlama davası açılamayacağı görüşü hâkim olsa da TBK m. 138 kira sözleşmelerinin süresine dair bir düzenleme içermediğinden ve aksi görüşteki Yargıtay kararları[1] da bulunduğundan, konunun somut olaylar özelinde değerlendirilmesi gerektiği ve 1 yıldan kısa süreli sözleşmelerin de uyarlama davasına konu edilebileceği görüşündeyiz. Yenilenme dönemlerinde kira artışı öngören her kira sözleşmesi için açılabilir.
Dava açılmasında herhangi bir süre sınırlaması olmamakla birlikte ihtirazı kayıtla ödenmeyen geçmiş kira bedellerine yönelik uyarlama talebinde bulunulamaz. Uyarlama davası ileri dönük etki eden bir davadır. Yeni kira dönemi başlangıcından en geç otuz gün önce ya da kiraya veren tarafından bu süre içinde kira bedelinin artırılacağına ilişkin olarak kiracıya yazılı bildirimde bulunulmuş olması koşuluyla, izleyen yeni kira dönemi sonuna kadar açıldığı takdirde, mahkemece belirlenecek kira bedeli, bu yeni kira döneminin başlangıcından itibaren kiracıyı bağlar.
Her kira sözleşmesinin özelliği, koşulları, süresi, beklenilmeyen ekonomik değişiklikler, kiralananın nitelikleri, sözleşmenin anlamına aykırı olmayacak şekilde her iki tarafın menfaatleri gibi tüm objektif ve sübjektif hal ve şartlar tartışılıp kıymetlendirilmelidir. Kira bedeli taşınmazın yeri, bulunduğu yöre, yapının kalitesi, büyüklüğü, değeri, özellikleri ve o bölgedeki rayiç kiralar göz önünde bulundurarak belirlenir.
3. Dava Öncesi Arabuluculuk Başvurusunda Bulunulmalı Mıdır?
7155 sayılı Kanun’un 20. Maddesi ile 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 5. Maddesine eklenen 5/(A) maddesi uyarınca ticari davalarda konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır. Bu kapsamda “ticari nitelikteki” kira sözleşmesinden doğan ve sözleşmenin mali yükümlülüklerinin uyarlanması talebinin görüleceği bir yargılamada nihayetinde henüz doğmamış veya doğmuş mali yükümlülüklerin belirlenmesinin sağlanacağı ve arabuluculuk düzenlemesinin amacının daha geniş kapsamda dava tiplerini kapsamaya yönelik olarak düzenlendiği de gözetildiğinde dava açılmadan önce zorunlu arabuluculuk başvurusunun yapılması gerekecektir.

4. Uyarlama Davasının Şartları Nelerdir?
Dava yoluna gidilmesi halinde 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (“TBK”) 138. maddesinde belirtilen aşağıdaki şartların hepsinin sağlanmış olması gerekmektedir.
  • Taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durumun gerçekleşmesi,
  • Gerçekleşen olağan üstü durumun borçludan kaynaklanmamış olması,
  • Gerçekleşen olağanüstü durum nedeniyle ifanın talebinin dürüstlük kuralına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değişmiş olması ve Borçlunun da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olması gerekmektedir.

5. Uyarlama Yapılması Gerektiğini Nasıl İspatlayabiliriz?
Öncelikle belirtmek isteriz ki, olası bir uyarlama davasında yukarıda sayılan şartların bütünün gerçekleştiğinin ispat külfeti davacıda olacaktır. Bu çerçevede, COVID-19 salgınının; öngörülmeyen ve borçludan kaynaklanmayan olağan üstü bir durum olduğu aşikâr olsa da gerçekleşen olağanüstü durum nedeniyle ifanın talebinin dürüstlük kuralına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değişip değişmediğinin ise her sözleşme, mecur ve taraf özelinde ayrı ayrı değerlendirilecektir. Ayrıca, olağanüstü durumun gerçekleştiği tarihten itibaren kira borcunun, ifanın aşırı derecede güçleşmesinden doğan haklar saklı tutularak, daha kısa bir ifadeyle ihtirazı kayıt konularak ödenmesi de önem arz edecektir. Nitekim olası bir dava halinde, ihtirazı kayıt konulmaksızın ödemelerin yapılmış olması, mahkeme nezdinde ifanın talebinin dürüstlük kuralına aykırı düşecek ölçüde borçlu aleyhine değiştiği iddiasını da son derece zayıflatabilecektir.

6. Davanın Nerede ve Hangi Mahkemede Açılması Gerekmektedir ve Dava Masrafı Ne Kadar Olacaktır?
Kira uyarlama davasında görevli mahkeme Sulh Hukuk Mahkemesi, yetkili mahkeme ise mecurun bulunduğu yer mahkemesidir

Uyarlama davalarında, 492 sayılı Harçlar Kanunu gereğince dava değerinin uyarlama istenen bedel ile ödenen kira bedeli arasındaki kira farkının yıllık toplamı üzerinden nispi harç ödenir. Bu çerçevede, nispi harç bedeli mevcuttaki yıllık kira bedelinden uyarlama ile talep edilecek yıllık kira bedeli arasındaki farkın binde 68,31 (2020 Yılı Yargı Harçları Tarifesi uyarınca belirlenmiş olan nispi harç oranıdır.) oranında olacak ve dava açılırken nispi harç tutarının dörtte birinin peşin harç olarak ödenmesi gerekecektir. Davanın reddi halinde ödenen peşin harçtan maktu harç bedeli olan 25,00 TL mahsup edilecek, bakiye harç ise maliyeden alınarak davacıya geri ödenecektir.

7. Uyarlama Davası Öncesinde Kira Bedelinin Kısmen Ödenmesi Mümkün Müdür?
Kural olarak uyarlama davasında dava sonuçlanıncaya kadar kiracı kira bedelini ödemekle yükümlüdür. Mahkeme kararının kesinleşmesi ile uyarlanan yeni kira bedeli nazara alınarak dava tarihinden itibaren oluşan fark gelecek kira dönemine ait kira bedelinden takas edilir. Buna karşın kanunun lafzında kira borcunun kısmen ifa edilerek dava açılmasına herhangi bir engel bulunmadığı gibi TBK m. 138 “…borcunu henüz ifa etmemiş…” şeklinde düzenleme de içerdiğinden gerek tam ifa gerekse de kısmi ifa hallerinde borçlu tarafından borcun, şüpheye yer bırakmayacak açıklıkta, bir ihtirazı kayıt verilerek ödenmesi mümkün gözükmektedir.

Ancak her ne kadar kısmen ifa halinde de uyarlama davası açılabilecek olsa da, 26.03.2020 tarihli ve 31080 (Mükerrer) sayılı Resmî Gazete ile 7226 Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ve 7226 sayılı Kanun’un Geçici 2. maddesi ile 01.03.2020 tarihinden 30.06.2020 tarihine kadar işleyecek iş yeri kira bedelinin ödenememesi 30.06.2020 tarihine kadar kira sözleşmesinin feshi ve tahliye sebebi oluşturmayacağından bu sürenin ertelenmemesi halinde 30.06.2020 tarihinden itibaren kira bedelini kısmen ödeyen kiracılar aleyhine kiraya verenler tarafından tahliye talepli icra takibi açılması da mümkün olabilecektir.

8. Sözleşmede Uyarlama Hükmünün Bulunması Halinde Aynen Uygulanması Gerekir mi? Sözleşmede Uyarlama Hakkından Feragat Edilmiş Olması Halinde de Dava Açılabilir Mi?
Sözleşmede olumlu uyarlama kaydı bulunması halinde, bu kayda dayanılarak sözleşmenin kayıt uyarınca aynen uyarlanmasını talep etmek de somut olay özelinde dürüstlük kuralına aykırı olabileceğinden sözleşmedeki uyarlama kaydına rağmen edimler arasında aşırı bir isabetsizlik çıkmışsa, sözleşmedeki mevcut uyarlama yöntemine karşın yine uyarlama davası açılabilir. Nitekim Yargıtay 2012 tarihli bir kararında sözleşmenin değişen hal ve şartlara uyarlanması için sözleşmede ve yasada uyarlamaya ilişkin hüküm bulunmamasının esas olmasını kabul etmekle beraber, bazen sözleşmede olumlu ya da olumsuz uyarlama hükmü bulunsa da, bu hükme dayanarak sözleşmenin hükümle birlikte aynen uygulanmasının talep edilmesinin Medeni Kanun 2/2 maddesi uyarınca hakkın kötüye kullanılması anlamına gelebileceğini, bu nedenle edimler arası aşırı dengesizlik varsa uyarlama hükmüne rağmen uyarlama davası açılabileceğini kabul etmektedir.[2]

Ayrıca uyarlama ile hakkaniyet ilkesi ve dürüstlük kuralı korunurken, olumsuz uyarlama (uyarlamadan feragat) kaydına dayanılarak sözleşmenin aynen uygulanacağının iddia edilmesi de hakkın kötüye kullanılması anlamına gelebilecektir. Nitekim güncel Yargıtay kararlarında da işlem temelinin çöküşüne ilişkin uyuşmazlıkların giderilmesinde kaynak olarak Türk Medeni Kanunu’nun 1, 2 ve 4.maddelerinden yararlanılması gerektiği belirtilmektedir. Bu minvalde, “işlem temelinin çöktüğünün dikkate alınması dürüstlük kuralının gereğidir.” denilerek olumsuz uyarlama kaydına dayanılarak sözleşmenin aynen uygulanmasını talep etmenin hakkın kötüye kullanılması anlamına geleceği belirtilmektedir. [3]

9. Uyarlama Davaları Sadece Uzun Süreli Sözleşmeler için mi Açılabilir?
Taraflarca kararlaştırılan kira bedelinin işlem temelinin çökmesi nedenine bağlı olarak yeniden günün koşullarına uyarlanabilmesi için; uzun süreli bir sözleşmenin bulunması gerektiği ve örneğin sadece 1 (bir) yıl süreli kira sözleşmelerinde uyarlama yoluna gitme olanağı bulunmadığı kimi doktrin görüşlerinde ve Yargıtay kararlarında belirtilmiş olsa da, ilgili mevzuat hükmü olan TBK m. 138 bu konuda herhangi bir düzenlemede bulunmadığından bir yıldan kısa süreli sözleşmelerin de uyarlama davasına konu edilebileceği Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun kararı ile de kararlaştırılmıştır.[4] Bu çerçevede, COVID-19 salgının yol açtığı aşırı ifa güçlüğü somut olay özelinde değerlendirilerek 1 yıldan kısa süreli kira sözleşmelerinin de uyarlama davasına konu edilebileceği görüşündeyiz.

10. Dava Açılırken İhtiyati Tedbir Talep Edilebilir Mi?
Mevzuatta açıkça düzenlenmemesine karşın öğreti ve uygulamada genel kabul gören ilkeye göre davanın esasını çözer biçimde, bir diğer deyişle asıl davanın sonucunun öne çekilmesine yol açacak bir ihtiyati tedbir kararı verilemez. Aksi yönde görüş ve kararlar olmakla birlikte[5]; baskın görüşe göre yargı tarafından tedbir içeriğinin belirlenmesinde tanınan hareket serbestisi davanın esasını çözer tarzda karar verilemeyeceği ilkesi ile sınırlandırılmıştır.[6] Bu nedenle uyarlama davasında ihtiyati tedbir kararı verilmesi halinde uyuşmazlığın özü olan kira bedelinin belli bir tutardan veya belli bir süre ödenmemesi şeklinde verilebilecek bir ihtiyati tedbir kararının işbu kararın davanın esasını çözer nitelikte olacağından bahisle ihtiyati tedbir talebinin reddinin gerektiğini savunan bir görüş mevcuttur.

Buna karşın ihtiyati tedbir istenebilecek konular kanunla sınırlandırılmadığından ve hükmün lafzında; gecikmesinde tehlike olan veya önemli bir zarar olacağı anlaşılan hallerde, mahkeme, olayın niteliğine uygun bir ihtiyati tedbir kararı verebileceğinden uyarlama davası açılırken nadiren de olsa mahkemelerce de kabul gördüğü üzere -makul bir teminatın da (dava talebinin yaklaşık %10-15’i tutarında) yatırılması şartıyla ihtiyati tedbir talebinde de bulunulabilecektir.

İhtiyati tedbir talebinin reddedilme ihtimali yüksek olsa da talebin kabulü halinde kısmi ifa nedeniyle kiraya verenler tarafından ikame edilebilecek olası tahliye istemli icra takiplerinin de önüne geçilebilecektir.

11. Sözleşmenin Hangi Düzenlemelerinin Uyarlanması Talep Edilebilir?
Hâkim uyarlama miktarı ve yöntemini belirlemede serbest olduğundan davacının talep ettiği uyarlama tarzından farklı olarak taraflar arasındaki çıkar dengesine hakkaniyet ölçüsünde en uygun olan uyarlama yönteminin seçmeye yetkilidir. Hâkim sözleşmenin değişen koşullara uyarlanmasına karar verirse, sözleşmenin her iki tarafının menfaatini de göz önünde bulundurarak, sözleşmenin amaç ve anlamına en uygun düşen uyarlamayı yapmalıdır. Yargıtay 2014 tarihli bir kararında “Uyarlama edim yükümünün azaltılması veya karşı edimin arttırılması şeklinde yapılabileceği gibi vadelerin veya ifa tarzının değiştirilmesi gibi hâkimin uygun bulacağı her şekilde yapılabilir.” demek suretiyle sözleşmede yer alan edim, vade, ifa tarzına ilişkin hükümlerinin uyarlama davası sonucunda değiştirilebileceği belirtilmiştir.[7]

Ayrıca uyarlama isteyen taraf sözleşmenin hangi şartlarında uyarlama istediğini hâkime bildirse bile, hâkim sözleşmenin uyarlama talep edilenler dışındaki diğer şartlarında da uyarlama yapabilir. Örneğin kiracı kira bedelinde uyarlama istediği halde, hâkim sözleşmenin kira artırım şartlarında uyarlama yapmakla veya sözleşme süresini kısaltmakla yetinebilir.[8] Bu çerçevede, uyarlama davası ile sözleşmenin yalnızca bedeli değil, süresi vb. diğer hükümleri de uyarlamaya konu olabilecektir ve uyarlama hâkimin uygun bulacağı, uyarlama talebi dışında kalan hükümlerde de yapılabilecektir.

12. Sözleşmenin Feshi de Talep Edilebilir Mi?
TBK’nın 138. Maddesinde de belirtildiği üzere davada basamaklı olarak öncelikle sözleşmenin uyarlanması, bu mümkün değilse de feshi talep edilebilecekse de sadece sözleşmenin feshinin talebi mümkün değildir.

Reşat Moral, Yönetici Ortak
Efe Kınıkoğlu, Ortak
Eylül Bengisu Gümüş, Avukat
Berkay Ünel, Avukat
Deniz Kocaer, Avukat


[1] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2002/13/852, K. 2002/864 ve T. 30.10.2002
[2] Yargıtay 3. Hukuk Dairesi E. 2012/8973, K. 2012/8973, T. 30.05.2012
[3] Yargıtay 3. Hukuk Dairesi E. 2017/8316, K. 2019/2336, T. 20.03.2019
[4] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2002/13/852, K. 2002/864 ve T. 30.10.2002
[5] Pekcanıtez, Atalay, Özekes. Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı s.551 vd.
[6] Evrim Erişir: Geçici Hukuki Korumanın Temelleri ve İhtiyati Tedbir Türleri, s. 384 vd.,
[7] Yargıtay 13. Hukuk Dairesi E. 2013/16898 ve K. 2014/18895
[8] Gümüş, Mustafa Alper. Borçlar Hukuku Özel Hükümler Cilt 1., s. 253.

Benzer Makaleler
Bu yazımızda yenilebilir enerji kaynaklarından elektrik üretimini hukuki yönler başta olmak üzere bir çok açıdan ele aldık.
2023 yılında Rekabet Kurumu’na bildirilen işlemlere ilişkin olarak, Rekabet Kurumu (“Kurum”) Ekonomik Analiz ve Araştırma Dairesi Başkanlığı tarafından hazırlanan 2023 yılı Birleşme ve Devralma Görünüm Raporu (“Rapor”), 5 Ocak 2024 tarihinde, Kurum’un internet sitesinde yayımlanmıştır.
Türk Rekabet Kurumu (“Kurum”) tarafından Birleşme ve Devralma rejimini diğer mehaz Avrupa Birliği (“AB”) hukuklarıyla yeknesak kılmak adına 1997/1 sayılı Rekabet Kurulu’ndan İzin Alınması Gereken Birleşme ve Devralmalar Hakkında Tebliğ’i yürürlükten kaldırılarak
Türk Borçlar Hukuku ve Ticaret Hukukunda, konsinye satış şartı ve konsinye satış sözleşmesi diye anılan sözleşme türü açıkça düzenlenmemiş bir kavram olup sözleşme serbestisi kapsamında uygulama ve öğretide gelişmiş, yargı kararları ve ikincil hukuk kaynaklarında sıkça ifade bulmuş bir kavramdır.
İnternet, günümüzde enformasyon ve iletişim teknolojilerinde meydana gelen gelişmelerle birlikte, ekonomiye yön veren en önemli platformlardan biri haline gelmiştir.
Rusya ve Ukrayna arasında bir süredir gözlemlenmekte olan diplomatik gerginlik ve zıtlaşmaların yerini sıcak çatışma ve Rusya tarafından bazı Ukrayna topraklarının işgaline bırakması ile birlikte, Dünya ülkeleri bu duruma tepkiler göstererek Rusya’ya karşı çeşitli yaptırımlar uygulamaya başlamıştır.
2021 yılı, Türk Rekabet Hukuku bakımından birçok ilke imza atılan bir yıl oldu. Geçtiğimiz son 10 yıldaki gelişmelere kıyasla, 2021 yılında, sadece 1 yıl içinde, Türk Rekabet Hukuku uygulamasına, çeşitli içtihatlar ve mevzuat oluşumları aracılığıyla ciddi bir ivme kazandırıldı.
Türk Borçlar Kanununun en önemli düzenlemelerinden biri olan satış sözleşmelerinde üzerinde durulması gereken en önemli konu satışın yapılmasından sonra satılan üründe ayıp ortaya çıkması ve ayıp halinde alıcının hakları ile satıcının yükümlülüklerinin neler olduğudur. Bu yazımızda da özel olarak ayıp halinde tarafların hak ve yükümlülükleri ile bunlar için düzenlenmiş şekil şartlarından bahsedilmektedir.
İstem konusunun bölünebilir olduğu durumlarda tamamının değil, yalnızca belli bir kesiminin dava edilmesi halinde kısmi dava söz konusu olmaktadır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (“HMK”) 107. maddesinde yapılan düzenleme ile talep sonucunun belirlenemediği hallerde kısmi davaya nazaran daha kolay bir yol olan belirsiz alacak davası seçeneği getirilmiş, böylelikle alacaklıya, alacağının belirlenebilen kısmı üzerinden harç yatırarak açacağı dava kapsamında karşı tarafın iznine veya ıslah yoluna başvurmasına gerek olmadan talep sonucunu kesin olarak belirleme olağanı tanınmıştır.
Ticari hayatta teşebbüsler, faaliyet içerisinde bulunduğu diğer sektör oyuncularından olan alacaklarını tahsil etmek adına alacaklarını taşınmaz ipoteği ile teminat altına alma yöntemini sık sık tercih etmektedir.
“Takas Edilemez/Değiştirilemez Jetonlar’ın ("NFT"- Non-Fungible Token) kullanımının blok zincir teknolojisi ile yaratıcı fikri mülkiyeti birleştirmede kazandığı popülerlik günbegün artmaktadır.
Ticari hayatta teşebbüslerin faaliyetlerini baskı altında olmaksızın serbesti ile gerçekleştirebilmesi, teşebbüslerin bulunduğu pazardaki varlığını koruyabilmesinin yanında son alıcı olan tüketicilerin adil fiyatlandırma ve kaliteli ürün dengesinde piyasaya sunulmuş son üründen faydalanabilmesi açısından da önem taşımaktadır.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın (“Bakanlık”) İş Yerlerinde Covid-19 Tedbirleri başlıklı duyurusu (“Duyuru”) 3 Eylül 2021 tarihinde Bakanlık internet adresinde yayımlanmıştır.
Yazımız kapsamında, En Çok Kayrılan Müşteri koşulunun tanımı ile ticaret hayatındaki temel fonksiyonu ve Türk Rekabet Hukuku kapsamındaki yeri değerlendirilecektir.
Bu makale İcra ve İflas Kanunu’nda Değişiklik Yapan Torba Kanu’nun ne getirdiğine değinmektedir.
2019 yılı Aralık ayından beri hayatımızda yer alan Koronavirüs (“Covid-19”) ile birlikte maskeli, sosyal mesafeli yaşam tarzı yeni normal haline geldi.
Avrupa ve Amerika’da yaklaşık kırk yıla yakın bir süredir uygulanan uyuşmazlık çözüm yöntemi olan arabuluculuk kurumu günümüzde ülkemizde de en sık kullanılan alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerinden birisidir.
Arabuluculuk Sonucunda Yapılan Milletlerarası Sulh Anlaşmaları Hakkında Birleşmiş Milletler Konvansiyonu’nun (“Singapur Konvansiyonu/Konvansiyon”) Onaylanması Hakkında Karar (“Karar”), 22 Nisan 2021 tarihli ve 31462 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Karar ile beraber, Konvansiyon’a ilişkin iç hukuk onay süreci tamamlanmış olup; Türkiye’nin onayı, 22 Ekim 2021 tarihine kadar Birleşmiş Milletler’in New York’ta bulunan merkezine tevdii edilecektir.
Abonelik Sözleşmesinden Kaynaklanan Para Alacaklarına İlişkin Takibin Başlatılması Usulü Hakkında Kanun (“Kanun”), 19 Aralık 2018 tarihli ve 30630 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Kanun uyarınca, arabuluculuk ile ilgili oldukça önemli düzenlemeler mevcuttur. 1 Ocak 2019 tarihi itibariyle yürürlüğe girecek olan düzenleme uyarınca konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat taleplerine ilişkin ticari davalarda arabuluculuk dava şartı haline getirilmiştir.
“Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karara (“Karar”) İlişkin Tebliğ’de (Tebliğ No: 2008-32/34) (“Tebliğ”) Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (Tebliğ No: 2018-32/51)” (“Değişiklik Tebliği”) 6 Ekim 2018 tarihli ve 30557 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak, yayımı tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Kaynağını İsviçre Federal İcra ve İflas Kanunu’ndan alan ve yürürlüğe girdiği 1932 yılından beri metninde birçok kez değişiklikler yapılan 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nda Türkiye’de toplumsal ihtiyaçların değişmesi ve genel ekonomide meydana gelen gelişmeler sebebiyle, mali yönden güçlük yaşayan şirketlerin faaliyetlerinin devam etmesi bir başka deyişle iflas etmelerinin önüne geçilmesi amacıyla bazı kurtuluş çarelerine yer verilmişti. Bunlara örnek olarak “mal varlığının terki suretiyle konkordato”, “iflasın ertelenmesi” ve “uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırma” verilebilir. Her ne kadar kanunda birden fazla kurum yer alsa da, özellikle “iflasın ertelenmesi” dışındaki kurumların işleyişine ilişkin maddelerin süre ve usul bakımından uygulanmasında yaşanan zorluklar sebebiyle ticari anlamda güç durumda olan tacirler son yıllarda sadece “iflasın ertelenmesi” kurumuna başvurmakta idi. Bu kurum yıllar geçtikçe amacından sapmış ve erteleme talep eden tacirin mali durumunu iyileştirmekten çok, alacaklıların alacaklarına kavuşmasına engel olan ya da sürüncemede bırakan bir kurum haline gelmiştir.
Elektronik ticaretin günümüzdeki önemi tartışılmaz. E-ticaret hacminin gittikçe arttığı bugünlerde, e-ticaret işlemlerinde Rekabet Hukukunun da geliştiğini görüyoruz.
Çeşitli gelişmeler karşısında ülke ekonomisinin büyüme hızını arttırmak ve bu suretle kalkınmasını sağlamak için dünyadaki ekonomik ve politik riskler ile yakın coğrafyamızda yaşanan bölgesel olayların ekonomi üzerindeki muhtemel etkisini bertaraf etmek ve müteşebbislerin iş ve yatırım kararlarına daha sıhhatli bir şekilde odaklanmalarına imkan sağlamak, AR-GE faaliyetlerinin desteklenmesi ve ülkemize yönelik yatırımların arttırılması amacıyla, özel sektörün kamuya olan borç yükünün azaltılarak borçlara taksitle ödeme imkanları getirilmekte ve ihtilafların sulh yoluyla sonlandırılmasını ve vergi incelemesinde olan konuların dava yoluna gidilmeksizin çözümlenmesini sağlamak üzere çeşitli düzenlemeler yapılmaktadır.
Yüzyıllardır Aile Şirketlerinde sürdürülebilirliği sekteye uğratan faktörlerden başlıcası hissedarlar arası uyuşmazlıklar olmuştur. Aile büyüdükçe hissedarlık tabanının da genişlemesi, daha fazla hissedar ve daha fazla çatışan görüş ortaya çıkaracaktır. Genişleyen hissedarlık yapısı içerisinde hissedarlardan birisinin payını 3. kişiye devir suretiyle çıkış planı gibi iradi sebepler ya da hissedarlardan birisinin kaybı, boşanması veya payının cebri icra yolu ile alacaklı bir başka kurum ya da kişiye intikali neticesinde Şirketin kurumsal yapısı ile bağdaşmayabilecek hissedarların Şirkete girişinin önü açılabilecek; Şirket operasyonlarını etkileyebilecek kilit durumlar dahi ortaya çıkabilecektir. Şirketler nezdinde gerek iradi gerekse irade dışı pay devirlerine karşı getirilecek bazı sınırlamalar veya mevzuatın çok başvurulmayan bazı enstrümanları Aile Şirketlerinde hissedarlık yapısının korunması ve Şirketin sürdürülebilirliğe giden yolda ilerleyişini kolaylaştırmaktadır.
Son yıllarda en büyük şirketlerden küçük işletmelere kadar hedef ayırt etmeksizin giderek artan siber saldırıların global olarak yol açtığı zararların 2021 yılından itibaren yıllık 6 trilyon dolara çıkması beklenmektedir. İletişim, hizmet ve para akışının sanal ortama taşındığı dünyamızda hem özel sektör hem de kamu kurum ve kuruluşları için siber tehditler varlığını giderek daha fazla hissettirmektedir.
Mali Suçları Araştırma Kurulu (“MASAK”) tarafından hazırlanan Kripto Varlık Hizmet Sağlayıcıları İçin Suç Gelirlerinin Aklanmasının ve Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Yükümlülüklere İlişkin Temel Esaslar (“Kripto Varlık Hizmet Sağlayıcıları Rehberi”) 4 Mayıs 2021 tarihinde MASAK internet adresinde yayımlanmıştır.
İlk kez 2020 arifesinde rapor edilen ve 2020’nin ikinci çeyreğine girilmesiyle bir pandemiye dönüşen COVID19 toplumları her seviyede etkileyerek yaşam tarzlarını ve iş yapma süreçlerini sekteye uğrattı, zaman zaman askıya alınmasına sebep oldu, ya da hızlı bir değişime zorladı.
COVID-19 salgını çerçevesinde alınması gereken acil durum önlemleri kapsamında icra ve iflas işlemleri yönünden de tedbir alınması gerekmiş, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (“Kanun”) “II-FEVKALADE HALLERDE TATİL” üst başlığını taşıyan, “İcra takiplerinin durdurulması halleri” başlıklı 330. maddesindeki “Salgın hastalık, umumi bir musibet veya harb halinde Cumhurbaşkanı karariyle memleketin bir kısmında veya bazı iktisadi zümreler lehine muayyen bir müddet için icra takipleri durdurulabilir.”
Korona virüs, evrensel adıyla COVID-19 (“Korona virüs”), 2019 yılı Aralık ayında Çin’in Wuhan şehrinde ilk kez görülmesinden bu yana hızlı yayılmasının önlenmesi amacıyla seyahat politikalarının gözden geçirmesi, üretim kesintileri, karantina uygulamaları, ülkesel olağanüstü hal kararları gibi tedbirler sebebiyle iş hayatını çok kısa zaman içerisinde olumsuz olarak etkilemiştir.
16.03.2020 tarihli yayınımızda da belirtmiş olduğumuz üzere Korona virüs evrensel adıyla COVID-19 (“Korona virüs”) salgınının en önemli izdüşümlerinden birisi işçi – işveren istihdam ilişkisinde kendisini göstermektedir.
Evrensel adıyla COVID-19 (“Koronavirüs”) olarak bilinen Koronavirüs’ün sebep olduğu salgın hastalık, 2019 yılı Aralık ayında Çin’in Wuhan şehrinde ilk kez görülmesinin ardından kısa bir zaman içerisinde tüm dünyayı hem sağlık hem de ekonomik anlamda etkisi altına almıştır.
Korona virüs salgınının global etkisi, küresel krize neden olabilecek nitelikteki çeşitli alan ve sektörlerde yarattığı olumsuz yansımalar, şirketlerin ticari anlaşmaları ve edimlerin ifası yönünden oldukça önemli sonuçlar doğurmaktadır.
COVID-19 (“Koronavirüs”), tüm dünyayı etkisi altına almaya devam etmektedir. Ticaret dünyasında covid-19 salgının olumsuz yansımalarını en derinden hisseden alanlardan birisi perakende sektörüdür.
Covid-19 Salgın sürecinde gerek işverenler gerek ise sağlık kuruluşları tarafından birtakım önlemler alınmakta olup pandemi ile mücadele edilmesi sebebiyle, özellikle sağlık verileri başta olmak üzere pek çok kişisel verinin işlenmesi zaruri hale gelmiştir.
Dünya Sağlık Örgütü (“DSÖ”) tarafından 11.03.2020 tarihinde “Pandemi (salgın)” olarak nitelendirilen Covid-19 virüsünün (“Koronavirüs”) işveren-çalışan ilişkilerini üst düzeyde etkilediği şu günlerde, her çalışan ve işverenin gündemine aldığı konulara dair değerlendirmelerimizi sıkça sorulan sorular formatında bu yazımızda paylaşıyoruz.
COVID-19 salgını sebebiyle alınması gereken acil durum önlemleri kapsamında icra ve iflas hukuku işlemleri yönünden 2279 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile tedbirlerin usul hukukuna ve diğer uygulamalara etkileri bakımından ise 7226 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 20.12.2009 tarihli 5941 sayılı Çek Kanunu’na Geçici 5. Madde eklenerek önemli yenilikler getirilmiştir.
COVID-19 salgını sebebiyle alınması gereken acil durum önlemleri kapsamında ülkemizin de içerisinde bulunduğu süreç sebebiyle birçok konu başlığı yönünden gerekli önlemler alınmış olmakla birlikte, çalışan ve işveren ilişkileri de alınan işbu önlemlerden etkilenmiştir.
Bilindiği üzere, sosyal medya konusundaki yasal düzenlemeler Türkiye’nin gündeminde her zaman önemli bir yere sahip olmuştur.
Teknoloji hayatımızda gün geçtikçe daha büyük bir yer kaplamakta. Bu sayede, artık en basit günlük alışverişlerimizi bile internet üstünden sağlamaya başladığımız yadsınamaz bir gerçek haline geldi. Bu doğrultuda, erişilebilirlik, hız, çeşitlilik gibi kavramlar yaşantımızın daha da önemli bir parçası oldular.
Şirket hisselerin devrinde olduğu gibi ticari hayatın süregelen akışında gerçekleşen işlemlerde vergisel boyut oldukça önemli bir yere sahip olup ticari hayatta atılacak adımlar vergisel anlamdaki sonuçları ile değerlendirilmektedir. Şirket hisse devirlerinde ortaya çıkan kazancın vergisel sonucunu hissedar lehine çevirmek için mevzuat düzenlemeleri dikkatle incelenmeli ve atılacak adımlar buna göre belirlenmelidir.
Günümüzde tüketiciler, satın aldıkları araçlar ile ilgili olarak karşılaştıkları arızaların yetkili servisler tarafından giderilmesini istemektedirler. Ancak, yetkili servisler tarafından bu talepleri yerine getirilmediğinde Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunu’ndan doğan seçimlik haklarını kullanmak maksadıyla yasal yollara başvurmaktadırlar. Bu haklarından bir tanesi de aracın ayıpsız misliyle değişimi yani yenisiyle değiştirilmesidir. İşte tam bu noktada önemle belirtmek gerekir ki, tüketicilerin her araç arızasında bu seçimlik haklarını kullanabilecekleri hatasına düştüklerini ve akabinde yargılama sonrasında hayal kırıklığına uğradıkları gözlemlenmiş olup, tüketicilerin bu haklarını hangi şartlar altında kullanabilecekleri ve aracın yenisi ile değişimine ilişkin hakkın kapsamına değinmek gerekmektedir.
Şirket kapanışı, bir şirketin tasfiye sürecine girmesiyle başlayıp Ticaret Sicilinden terkini ile son bulmaktadır. Tasfiye sürecine giren şirketler, birçok alanda farklı prosedürleri tamamlamakla yükümlü olup işbu Bilgi Notu şirketlerin tasfiye sürecinde Şirketler Hukuku ve İş Hukuku açısından göz önünde bulundurulması gereken hukuki risk ve unsurlara ilişkin olup genel bilgilendirme niteliğindedir. İşbu Bilgi Notu iki bölümden oluşmakla beraber ilk bölümde tasfiye süreci Şirketler Hukuku açısından, ikinci bölümde ise İş Hukuku açısından ele alınacaktır. Ayrıca, işbu Bilgi Notu’nun devamında “şirketin kapanmasına” ilişkin ifadeler hukuki olarak şirketin tasfiyesi olarak anlaşılmalıdır.
Taraflar, sözleşmeden doğan yükümlülüklerini ifa etmemelerinin önüne geçmek amacıyla sözleşmeyle ceza koşulu kararlaştırılabilir. Sözleşmede kararlaştırılacak ceza koşuluyla taraflar, ortaya çıkacak riskleri en aza indirgemeyi ve ifa alacaklısının korunmasını amaçlamaktadır.
Son yıllarda artan ivmeli gelişimi ile perakende sektörünün lokomotifi haline gelen Alışveriş Merkezleri(“AVM”), ülkemiz ekonomisi içinde önemli bir rol oynamaktadır. Ülkemizde AVM’ler yakaladığı giriş sayısı ve harcama miktarları ile ölçümlenen büyüme oranlarıyla Avrupa sıralamalarının da üst basamaklarında yer almaktadır. Bu gelişime paralel olarak, ülkemizde Avrupa Birliği müktesebatına uyum sağlanabilmesi ve perakende sektörü ile AVM’lerin de yasal düzleminin yaratılabilmesi için özel hukuki düzenlemelere ihtiyaç duyulmuştur. Bu bağlamda öncelikle, 29.01.2015 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6585 Sayılı Perakende Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun (“6585 sayılı Kanun”) ile perakende sektöründe genel hukuki bir çerçeve oluşturulmuş, ileride çıkarılacak yönetmeliklere ilişkin altyapı oluşturulmuştur.
“Koronavirüs (“Covid-19”) tüm dünyayı etkisi altına almaya devam ederken ticaret dünyasında salgının olumsuz yansımalarını en derinden hisseden alanlardan birisi olan perakende sektörü, Covid-19 sarmalında çalışanların sağlıklarını koruma, müşterilerini memnun etme ve bu zorlu dönemi minimum kayıpla atlatma amacıyla kurguladıkları planları hukuk filtresinden geçirmeye de özen göstermek durumundadır.
Kurumsal Yönetim uygulamaları ve kurumsal yönetimin özümsenmesinin Şirketlerin sürdürülebilirliğine etkisi tartışmasız olmakla birlikte Şirketler nezdinde etkin uygulamalar, finansmana erişime de olumlu etki etmekte; finansmana erişim de sürdürülebilirliği dolaylı olarak desteklemektedir.
6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (“TTK”) 367. maddesi uyarınca, anonim şirketlerde yönetim kurulu, hazırlayacağı ve yürürlüğe koyacağı bir iç yönerge ile şirketin yönetimine ilişkin birtakım yetkileri bazı yönetim kurulu üyelerine veya yönetim kurulu üyesi olmayan üçüncü kişilere devredebilmektedir.