Önerilen Aramalar

Uluslararası Sözleşmelerde CISG Uygulama Alanı ve Yaklaşım

7.05.2025

Tüm Makaleler
Günümüz global ticaret dünyasında, farklı hukuk sistemlerine sahip ülkeler arasındaki ticari ilişkilerde yeknesak bir hukuki düzenin sağlanması, ticaretin güvenliği ve öngörülebilirliği açısından kritik bir rol oynamaktadır. Ticaretin hızla büyüyen hacmi ve yapısal karmaşıklığı, taraflar arasındaki uyuşmazlıkları en aza indiren, güvenilir ve şeffaf bir hukuki altyapıyı gerektirmektedir. Bu ihtiyaca yanıt olarak, Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan ve Uluslararası Ticaret Hukuku’nda önemli bir yer edinen "Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Sözleşmeler Hakkında Birleşmiş Milletler Antlaşması" yani, “The United Nations Convention on Contracts for the International Sale of Goods” ("CISG"), bilinen adıyla Viyana Satım Sözleşmesi, 10 Nisan 1980'de Viyana’da gerçekleştirilen konferansta oy birliği ile kabul edilmiş ve 1 Ocak 1988'de yürürlüğe girmiştir. Bu antlaşma, ticari satım sözleşmelerinde yeknesaklık sağlamanın yanı sıra devletler arasındaki yargı yetkisi çatışmalarını önlemeye yönelik bir çerçeve sunmayı amaçlamaktadır.

Bu makalede, CISG’nin uygulanabilirlik koşulları, kapsamı, esaslı ihlal kavramı, sorumluluk rejimi ve alıcı- satıcı bakış açısından CISG’ nin avantajları ve dezavantajları gibi temel unsurlar incelenecek; CISG’nin uluslararası ticaretin güvenilirliğine katkıları ve yerel hukuk sistemleriyle uyum süreci üzerine derinlemesine bir değerlendirme yapılacaktır.


CISG Hangi Durumlarda Uygulanır?

CISG, taraflardan birinin farklı bir ülkede olması halinde satım sözleşmelerine uygulanabilen bir antlaşmadır. CISG’nin uygulanabilmesi için sözleşmeye taraf olanların iş yerlerinin farklı devletlerde bulunması veya uluslararası özel hukuk kurallarının akit bir devletin hukukunu işaret etmesi gereklidir.

CISG, farklı hukuk sistemleri arasında uluslararası ticaretin yeknesaklığını sağlama amacıyla tasarlanmış olsa da tarafların irade serbestisine de büyük önem vermektedir. CISG hükümleri yedek hukuk niteliğinde olup, taraflar, antlaşmanın uygulanmaması konusunda anlaşabilirler. CISG'nin 6. maddesi uyarınca “Taraflar, bu Antlaşmanın uygulanmamasını kararlaştırabilecekleri gibi, 12. madde saklı kalmak şartıyla, hükümlerine istisna getirebilir veya hükümlerinin doğurabileceği etkileri değiştirebilirler.” Bu madde, taraflara antlaşma hükümlerini devre dışı bırakma veya uyarlama yetkisi tanımaktadır. Bu çerçevede taraflar, antlaşma hükümlerinden feragat edebilmekte veya kendi koşullarına uyacak şekilde bu hükümleri değiştirebilmektedir. Ancak tarafların bu tercihleri sonucunda karşılaşabilecekleri olası hukuki sonuçları dikkatle değerlendirmeleri önem taşımaktadır. CISG, bu bağlamda taraflara uluslararası ticaret standartlarına uyum sağlama esnekliği sunarken, aynı zamanda sözleşmelerini ticari ihtiyaçlarına göre düzenleme imkânı tanımaktadır.

CISG kurallarının yorumlanmasında, antlaşmanın uluslararası niteliği, yeknesaklık sağlama amacı ve uluslararası ticarette dürüstlük kuralı ile iyi niyet ve makul olma esas alınır. CISG, uluslararası satışlara odaklandığı için malların sınır ötesi taşınması ve dolaşımı gibi fiziki zorluklar (uzun mesafeler, ulaşım sorunları) ve gümrük işlemleri, akreditif ve para transferi gibi finansal prosedürlerin zorunluluğu, satım sözleşmesinin geçerliliğini ve sözleşmeye bağlı kalma ilkesinin önemini artırmaktadır.


Alıcı veya Satıcı Tarafken CISG nasıl değerlendirilmelidir?

Bir sözleşmede yetkili hukuk belirlenirken CISG hükümlerine atıf yapıldığında, bunun uygunluğunu değerlendirirken, bu durumun hangi taraf için lehe bir düzenleme olduğunu tespit etmek gerekir. CISG’nin uygulanması, alıcı ve satıcı için farklı avantaj ve dezavantajlar sunar.

Genel perspektiften bakıldığında, CISG'de alıcı lehine yorum ilkesinin hâkim olduğu söylenebilir. Alıcı taraf açısından, CISG'nin uygulanması genellikle daha avantajlıdır. Bunun nedeni, CISG’nin alıcıya, malların kalite ve uygunluğu konusunda güçlü haklar tanıması ve satıcının teslim süreciyle ilgili sıkı sorumluluklar yüklemesidir. Bu sebeple, sözleşmede alıcı taraf olarak yer alındığında, uygulanacak hukuk kısmında CISG’nin geçerli olmasını tercih edilmesi daha olasıdır. Böylece malın ayıplı veya eksik olması durumunda, alıcıya sözleşmeden dönme, fiyat indirimi ve tazminat talebi gibi geniş haklar sunulacaktır. Satıcı konumda yer alındığında ise, CISG’nin satıcının teslim yükümlülüklerini ayrıntılı olarak düzenlemesi ve alıcı lehine geniş haklar tanıması nedeniyle, satıcı tarafın sözleşmede CISG hükümlerini hariç tutması daha olasıdır. Bu sayede ulusal hukuk kurallarına tabi bir sözleşme kapsamında daha az sorumluluklarla karşılaşabilir ve risklerin geçişi, malın uygunluğu ve teslim süreci gibi konularda daha esnek hareket edebilir.

Genel bir bakış açısıyla bu şekilde değerlendirme yapılabilecek olsa da, alıcı ve satıcı taraf açısından her bir ticari ilişki ve sözleşme özelinde CISG’ nin getirdiği yükümlülükler açısından analiz yapmak gerekir. Örneğin alıcı açısından daha avantajlı denilmiş olsa da, CISG, muayene ve bildirim yükümlülüğü getirmektedir. Alıcı, malları teslim aldıktan sonra uygun bir süre içinde incelemek ve herhangi bir ayıp tespit ederse bunu satıcıya bildirmek zorundadır. Bu sürede dikkatli olunması ve eksik ya da ayıplı malın hemen bildirilmesi önemlidir. Aksi takdirde hak kaybına uğrama riski doğabilir.

Bir diğer dikkat edilmesi gereken nokta ise alıcı, malın teslim alındığı anda hasarın geçtiğini unutmamalıdır. Riskin hangi noktada geçtiğine dikkat edilmeli ve malın kaybı ya da zararı durumunda bu sorumluluğun kendisinde olacağı göz önünde bulundurulmalıdır.

Özetle CISG, satıcının yükümlülüklerini daha sıkı düzenlemesi ve alıcı açısından avantajların daha fazla olması nedeniyle satıcı taraf açısından, CISG’yi hariç tutarak daha az yükümlülük altına girilmesi ve ulusal hukuk kapsamında daha esnek sorumluluklarla iş yapabilmesi mümkündür. Alıcı taraf içinse CISG hükümlerinin sözleşmede uygulanmasının birtakım yükümlülüklere rağmen daha avantajlı olacağı söylenebilir.


Sonuç ve Değerlendirme

Sonuç olarak, Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Birleşmiş Milletler Antlaşması (CISG), küresel ticaretin ihtiyaç duyduğu yeknesak ve güvenilir bir hukuki zemin sağlamada önemli bir araç olarak ön plana çıkmaktadır. CISG, farklı ülkelerin hukuk sistemleri arasındaki farkları minimize ederek, ticari işlemlerde öngörülebilirliği artırır ve taraflar arasındaki hukuki belirsizlikleri giderir. Bununla birlikte, taraflara sağladığı geniş irade serbestisi, uluslararası ticarette tarafların ihtiyaçlarına uygun esnek sözleşme düzenlemelerine olanak tanır. CISG'nin tamamlayıcı hukuk niteliği, sözleşme taraflarına antlaşma hükümlerini uygulanabilir kılma veya hükümlerden feragat etme özgürlüğü tanıyarak, uyum kabiliyetini artırır. Bu yönüyle CISG, yalnızca bir düzenleyici metin değil, aynı zamanda uygulamaya dönük pratik çözümler sağlayan bir rehber niteliği taşır.

CISG'nin getirdiği düzenlemelerden biri, taraflar arasındaki yükümlülük ihlallerine yaklaşımıdır. Özellikle, “esaslı ihlal” kavramı, antlaşmanın temel taşı olarak kabul edilmekte ve taraflar arasındaki yükümlülüklerin dengeli bir biçimde yerine getirilmesini sağlamaktadır. CISG m.25, esaslı ihlali, bir tarafın beklediği faydayı önemli ölçüde ortadan kaldıran bir ihlal olarak tanımlar ve böylece, yalnızca ihlalin varlığına değil, ihlalin doğurduğu sonuçlara odaklanır. Bu düzenleme, ticari ilişkilerin sürdürülebilirliği açısından önemli olup, yalnızca ciddi sonuçlar doğuran ihlallerde sözleşmeden dönme gibi ağır yaptırımları mümkün kılar. Bu şekilde, CISG, satıcının veya alıcının sorumluluklarını ihlal etmesi halinde doğrudan sözleşmeyi sona erdirmeyi değil, ilk etapta ihlalin giderilmesini ve ticari ilişkinin korunmasını teşvik eder. Bu yaklaşım, taraflar arasındaki ekonomik ilişkileri gözeterek, ticaretin devamlılığına katkı sağlar.

CISG’nin esaslı ihlal temelli bu yapılandırması, uluslararası ticarette taraflara hem hukuki belirlilik hem de esneklik sağlar. Antlaşmanın sağladığı bu çerçeve, tarafların yalnızca beklenen faydalarının korunmasını değil, aynı zamanda ticari ilişkiyi sona erdirmenin ekonomik sonuçlarının önceden öngörülebilir hale gelmesini de sağlar. Bu şekilde CISG, ticari ilişkilerin sürdürülebilirliğini teşvik eden ve taraflar arasındaki dengeyi koruyan bir düzen olarak, uluslararası ticaret hukukunun temel taşlarından biri olmayı sürdürmektedir. Son olarak, CISG’nin uygulanması, alıcı ve satıcı açısından farklı etkiler doğurmakta olup, sözleşmenin hangi tarafı olunduğuna bağlı olarak antlaşma hükümleri değerlendirilmelidir. CISG satıcı taraf için daha sıkı kurallar düzenlediği için, CISG hariç tutulduğunda daha esnek bir ulusal hukuk düzeni geçerli olabilir ve yükümlülükler hafifleyebilir. Alıcılar açısından ise CISG’nin uygulanması, ayıplı veya eksik teslim durumunda sözleşmeden dönme, tazminat talebi gibi güçlü hakların sağlanması ve belirtilen diğer sebeplerle tercih edilebilir. Dolayısıyla, sözleşmenin niteliğine ve tarafların pozisyonuna göre CISG’nin uygulanmasının veya hariç tutulmasının avantaj ve dezavantajları değerlendirilmesi, buna göre stratejik bir karar alınması önemli olacaktır.
Benzer Makaleler
Bu yazımızda yenilebilir enerji kaynaklarından elektrik üretimini hukuki yönler başta olmak üzere bir çok açıdan ele aldık.
2023 yılında Rekabet Kurumu’na bildirilen işlemlere ilişkin olarak, Rekabet Kurumu (“Kurum”) Ekonomik Analiz ve Araştırma Dairesi Başkanlığı tarafından hazırlanan 2023 yılı Birleşme ve Devralma Görünüm Raporu (“Rapor”), 5 Ocak 2024 tarihinde, Kurum’un internet sitesinde yayımlanmıştır.
Türk Rekabet Kurumu (“Kurum”) tarafından Birleşme ve Devralma rejimini diğer mehaz Avrupa Birliği (“AB”) hukuklarıyla yeknesak kılmak adına 1997/1 sayılı Rekabet Kurulu’ndan İzin Alınması Gereken Birleşme ve Devralmalar Hakkında Tebliğ’i yürürlükten kaldırılarak
Türk Borçlar Hukuku ve Ticaret Hukukunda, konsinye satış şartı ve konsinye satış sözleşmesi diye anılan sözleşme türü açıkça düzenlenmemiş bir kavram olup sözleşme serbestisi kapsamında uygulama ve öğretide gelişmiş, yargı kararları ve ikincil hukuk kaynaklarında sıkça ifade bulmuş bir kavramdır.
İnternet, günümüzde enformasyon ve iletişim teknolojilerinde meydana gelen gelişmelerle birlikte, ekonomiye yön veren en önemli platformlardan biri haline gelmiştir.
Rusya ve Ukrayna arasında bir süredir gözlemlenmekte olan diplomatik gerginlik ve zıtlaşmaların yerini sıcak çatışma ve Rusya tarafından bazı Ukrayna topraklarının işgaline bırakması ile birlikte, Dünya ülkeleri bu duruma tepkiler göstererek Rusya’ya karşı çeşitli yaptırımlar uygulamaya başlamıştır.
2021 yılı, Türk Rekabet Hukuku bakımından birçok ilke imza atılan bir yıl oldu. Geçtiğimiz son 10 yıldaki gelişmelere kıyasla, 2021 yılında, sadece 1 yıl içinde, Türk Rekabet Hukuku uygulamasına, çeşitli içtihatlar ve mevzuat oluşumları aracılığıyla ciddi bir ivme kazandırıldı.
Türk Borçlar Kanununun en önemli düzenlemelerinden biri olan satış sözleşmelerinde üzerinde durulması gereken en önemli konu satışın yapılmasından sonra satılan üründe ayıp ortaya çıkması ve ayıp halinde alıcının hakları ile satıcının yükümlülüklerinin neler olduğudur. Bu yazımızda da özel olarak ayıp halinde tarafların hak ve yükümlülükleri ile bunlar için düzenlenmiş şekil şartlarından bahsedilmektedir.
İstem konusunun bölünebilir olduğu durumlarda tamamının değil, yalnızca belli bir kesiminin dava edilmesi halinde kısmi dava söz konusu olmaktadır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (“HMK”) 107. maddesinde yapılan düzenleme ile talep sonucunun belirlenemediği hallerde kısmi davaya nazaran daha kolay bir yol olan belirsiz alacak davası seçeneği getirilmiş, böylelikle alacaklıya, alacağının belirlenebilen kısmı üzerinden harç yatırarak açacağı dava kapsamında karşı tarafın iznine veya ıslah yoluna başvurmasına gerek olmadan talep sonucunu kesin olarak belirleme olağanı tanınmıştır.
Ticari hayatta teşebbüsler, faaliyet içerisinde bulunduğu diğer sektör oyuncularından olan alacaklarını tahsil etmek adına alacaklarını taşınmaz ipoteği ile teminat altına alma yöntemini sık sık tercih etmektedir.
“Takas Edilemez/Değiştirilemez Jetonlar’ın ("NFT"- Non-Fungible Token) kullanımının blok zincir teknolojisi ile yaratıcı fikri mülkiyeti birleştirmede kazandığı popülerlik günbegün artmaktadır.
Ticari hayatta teşebbüslerin faaliyetlerini baskı altında olmaksızın serbesti ile gerçekleştirebilmesi, teşebbüslerin bulunduğu pazardaki varlığını koruyabilmesinin yanında son alıcı olan tüketicilerin adil fiyatlandırma ve kaliteli ürün dengesinde piyasaya sunulmuş son üründen faydalanabilmesi açısından da önem taşımaktadır.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın (“Bakanlık”) İş Yerlerinde Covid-19 Tedbirleri başlıklı duyurusu (“Duyuru”) 3 Eylül 2021 tarihinde Bakanlık internet adresinde yayımlanmıştır.
Yazımız kapsamında, En Çok Kayrılan Müşteri koşulunun tanımı ile ticaret hayatındaki temel fonksiyonu ve Türk Rekabet Hukuku kapsamındaki yeri değerlendirilecektir.
Bu makale İcra ve İflas Kanunu’nda Değişiklik Yapan Torba Kanu’nun ne getirdiğine değinmektedir.
2019 yılı Aralık ayından beri hayatımızda yer alan Koronavirüs (“Covid-19”) ile birlikte maskeli, sosyal mesafeli yaşam tarzı yeni normal haline geldi.
Avrupa ve Amerika’da yaklaşık kırk yıla yakın bir süredir uygulanan uyuşmazlık çözüm yöntemi olan arabuluculuk kurumu günümüzde ülkemizde de en sık kullanılan alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerinden birisidir.
Arabuluculuk Sonucunda Yapılan Milletlerarası Sulh Anlaşmaları Hakkında Birleşmiş Milletler Konvansiyonu’nun (“Singapur Konvansiyonu/Konvansiyon”) Onaylanması Hakkında Karar (“Karar”), 22 Nisan 2021 tarihli ve 31462 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Karar ile beraber, Konvansiyon’a ilişkin iç hukuk onay süreci tamamlanmış olup; Türkiye’nin onayı, 22 Ekim 2021 tarihine kadar Birleşmiş Milletler’in New York’ta bulunan merkezine tevdii edilecektir.
Abonelik Sözleşmesinden Kaynaklanan Para Alacaklarına İlişkin Takibin Başlatılması Usulü Hakkında Kanun (“Kanun”), 19 Aralık 2018 tarihli ve 30630 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Kanun uyarınca, arabuluculuk ile ilgili oldukça önemli düzenlemeler mevcuttur. 1 Ocak 2019 tarihi itibariyle yürürlüğe girecek olan düzenleme uyarınca konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat taleplerine ilişkin ticari davalarda arabuluculuk dava şartı haline getirilmiştir.
“Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karara (“Karar”) İlişkin Tebliğ’de (Tebliğ No: 2008-32/34) (“Tebliğ”) Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (Tebliğ No: 2018-32/51)” (“Değişiklik Tebliği”) 6 Ekim 2018 tarihli ve 30557 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak, yayımı tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Kaynağını İsviçre Federal İcra ve İflas Kanunu’ndan alan ve yürürlüğe girdiği 1932 yılından beri metninde birçok kez değişiklikler yapılan 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nda Türkiye’de toplumsal ihtiyaçların değişmesi ve genel ekonomide meydana gelen gelişmeler sebebiyle, mali yönden güçlük yaşayan şirketlerin faaliyetlerinin devam etmesi bir başka deyişle iflas etmelerinin önüne geçilmesi amacıyla bazı kurtuluş çarelerine yer verilmişti. Bunlara örnek olarak “mal varlığının terki suretiyle konkordato”, “iflasın ertelenmesi” ve “uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırma” verilebilir. Her ne kadar kanunda birden fazla kurum yer alsa da, özellikle “iflasın ertelenmesi” dışındaki kurumların işleyişine ilişkin maddelerin süre ve usul bakımından uygulanmasında yaşanan zorluklar sebebiyle ticari anlamda güç durumda olan tacirler son yıllarda sadece “iflasın ertelenmesi” kurumuna başvurmakta idi. Bu kurum yıllar geçtikçe amacından sapmış ve erteleme talep eden tacirin mali durumunu iyileştirmekten çok, alacaklıların alacaklarına kavuşmasına engel olan ya da sürüncemede bırakan bir kurum haline gelmiştir.
Elektronik ticaretin günümüzdeki önemi tartışılmaz. E-ticaret hacminin gittikçe arttığı bugünlerde, e-ticaret işlemlerinde Rekabet Hukukunun da geliştiğini görüyoruz.
Çeşitli gelişmeler karşısında ülke ekonomisinin büyüme hızını arttırmak ve bu suretle kalkınmasını sağlamak için dünyadaki ekonomik ve politik riskler ile yakın coğrafyamızda yaşanan bölgesel olayların ekonomi üzerindeki muhtemel etkisini bertaraf etmek ve müteşebbislerin iş ve yatırım kararlarına daha sıhhatli bir şekilde odaklanmalarına imkan sağlamak, AR-GE faaliyetlerinin desteklenmesi ve ülkemize yönelik yatırımların arttırılması amacıyla, özel sektörün kamuya olan borç yükünün azaltılarak borçlara taksitle ödeme imkanları getirilmekte ve ihtilafların sulh yoluyla sonlandırılmasını ve vergi incelemesinde olan konuların dava yoluna gidilmeksizin çözümlenmesini sağlamak üzere çeşitli düzenlemeler yapılmaktadır.
Yüzyıllardır Aile Şirketlerinde sürdürülebilirliği sekteye uğratan faktörlerden başlıcası hissedarlar arası uyuşmazlıklar olmuştur. Aile büyüdükçe hissedarlık tabanının da genişlemesi, daha fazla hissedar ve daha fazla çatışan görüş ortaya çıkaracaktır. Genişleyen hissedarlık yapısı içerisinde hissedarlardan birisinin payını 3. kişiye devir suretiyle çıkış planı gibi iradi sebepler ya da hissedarlardan birisinin kaybı, boşanması veya payının cebri icra yolu ile alacaklı bir başka kurum ya da kişiye intikali neticesinde Şirketin kurumsal yapısı ile bağdaşmayabilecek hissedarların Şirkete girişinin önü açılabilecek; Şirket operasyonlarını etkileyebilecek kilit durumlar dahi ortaya çıkabilecektir. Şirketler nezdinde gerek iradi gerekse irade dışı pay devirlerine karşı getirilecek bazı sınırlamalar veya mevzuatın çok başvurulmayan bazı enstrümanları Aile Şirketlerinde hissedarlık yapısının korunması ve Şirketin sürdürülebilirliğe giden yolda ilerleyişini kolaylaştırmaktadır.
Son yıllarda en büyük şirketlerden küçük işletmelere kadar hedef ayırt etmeksizin giderek artan siber saldırıların global olarak yol açtığı zararların 2021 yılından itibaren yıllık 6 trilyon dolara çıkması beklenmektedir. İletişim, hizmet ve para akışının sanal ortama taşındığı dünyamızda hem özel sektör hem de kamu kurum ve kuruluşları için siber tehditler varlığını giderek daha fazla hissettirmektedir.
Mali Suçları Araştırma Kurulu (“MASAK”) tarafından hazırlanan Kripto Varlık Hizmet Sağlayıcıları İçin Suç Gelirlerinin Aklanmasının ve Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Yükümlülüklere İlişkin Temel Esaslar (“Kripto Varlık Hizmet Sağlayıcıları Rehberi”) 4 Mayıs 2021 tarihinde MASAK internet adresinde yayımlanmıştır.
İlk kez 2020 arifesinde rapor edilen ve 2020’nin ikinci çeyreğine girilmesiyle bir pandemiye dönüşen COVID19 toplumları her seviyede etkileyerek yaşam tarzlarını ve iş yapma süreçlerini sekteye uğrattı, zaman zaman askıya alınmasına sebep oldu, ya da hızlı bir değişime zorladı.
Tüm Dünyayı ve dolayısıyla da ülkemizi de etkisi altına alan ve özellikle de perakende, lojistik, sağlık, otomotiv, tekstil gibi sektörlerin işleyişinde ve sürekliliğinde aksamalara sebep olan COVID-19 salgınından en çok etkilenen sektörlerin başında perakende sektörü gelmektedir.
COVID-19 salgını çerçevesinde alınması gereken acil durum önlemleri kapsamında icra ve iflas işlemleri yönünden de tedbir alınması gerekmiş, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (“Kanun”) “II-FEVKALADE HALLERDE TATİL” üst başlığını taşıyan, “İcra takiplerinin durdurulması halleri” başlıklı 330. maddesindeki “Salgın hastalık, umumi bir musibet veya harb halinde Cumhurbaşkanı karariyle memleketin bir kısmında veya bazı iktisadi zümreler lehine muayyen bir müddet için icra takipleri durdurulabilir.”
Korona virüs, evrensel adıyla COVID-19 (“Korona virüs”), 2019 yılı Aralık ayında Çin’in Wuhan şehrinde ilk kez görülmesinden bu yana hızlı yayılmasının önlenmesi amacıyla seyahat politikalarının gözden geçirmesi, üretim kesintileri, karantina uygulamaları, ülkesel olağanüstü hal kararları gibi tedbirler sebebiyle iş hayatını çok kısa zaman içerisinde olumsuz olarak etkilemiştir.
16.03.2020 tarihli yayınımızda da belirtmiş olduğumuz üzere Korona virüs evrensel adıyla COVID-19 (“Korona virüs”) salgınının en önemli izdüşümlerinden birisi işçi – işveren istihdam ilişkisinde kendisini göstermektedir.
Evrensel adıyla COVID-19 (“Koronavirüs”) olarak bilinen Koronavirüs’ün sebep olduğu salgın hastalık, 2019 yılı Aralık ayında Çin’in Wuhan şehrinde ilk kez görülmesinin ardından kısa bir zaman içerisinde tüm dünyayı hem sağlık hem de ekonomik anlamda etkisi altına almıştır.
Korona virüs salgınının global etkisi, küresel krize neden olabilecek nitelikteki çeşitli alan ve sektörlerde yarattığı olumsuz yansımalar, şirketlerin ticari anlaşmaları ve edimlerin ifası yönünden oldukça önemli sonuçlar doğurmaktadır.
COVID-19 (“Koronavirüs”), tüm dünyayı etkisi altına almaya devam etmektedir. Ticaret dünyasında covid-19 salgının olumsuz yansımalarını en derinden hisseden alanlardan birisi perakende sektörüdür.
Covid-19 Salgın sürecinde gerek işverenler gerek ise sağlık kuruluşları tarafından birtakım önlemler alınmakta olup pandemi ile mücadele edilmesi sebebiyle, özellikle sağlık verileri başta olmak üzere pek çok kişisel verinin işlenmesi zaruri hale gelmiştir.
Dünya Sağlık Örgütü (“DSÖ”) tarafından 11.03.2020 tarihinde “Pandemi (salgın)” olarak nitelendirilen Covid-19 virüsünün (“Koronavirüs”) işveren-çalışan ilişkilerini üst düzeyde etkilediği şu günlerde, her çalışan ve işverenin gündemine aldığı konulara dair değerlendirmelerimizi sıkça sorulan sorular formatında bu yazımızda paylaşıyoruz.
COVID-19 salgını sebebiyle alınması gereken acil durum önlemleri kapsamında icra ve iflas hukuku işlemleri yönünden 2279 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile tedbirlerin usul hukukuna ve diğer uygulamalara etkileri bakımından ise 7226 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 20.12.2009 tarihli 5941 sayılı Çek Kanunu’na Geçici 5. Madde eklenerek önemli yenilikler getirilmiştir.
COVID-19 salgını sebebiyle alınması gereken acil durum önlemleri kapsamında ülkemizin de içerisinde bulunduğu süreç sebebiyle birçok konu başlığı yönünden gerekli önlemler alınmış olmakla birlikte, çalışan ve işveren ilişkileri de alınan işbu önlemlerden etkilenmiştir.
Bilindiği üzere, sosyal medya konusundaki yasal düzenlemeler Türkiye’nin gündeminde her zaman önemli bir yere sahip olmuştur.
Teknoloji hayatımızda gün geçtikçe daha büyük bir yer kaplamakta. Bu sayede, artık en basit günlük alışverişlerimizi bile internet üstünden sağlamaya başladığımız yadsınamaz bir gerçek haline geldi. Bu doğrultuda, erişilebilirlik, hız, çeşitlilik gibi kavramlar yaşantımızın daha da önemli bir parçası oldular.
Şirket hisselerin devrinde olduğu gibi ticari hayatın süregelen akışında gerçekleşen işlemlerde vergisel boyut oldukça önemli bir yere sahip olup ticari hayatta atılacak adımlar vergisel anlamdaki sonuçları ile değerlendirilmektedir. Şirket hisse devirlerinde ortaya çıkan kazancın vergisel sonucunu hissedar lehine çevirmek için mevzuat düzenlemeleri dikkatle incelenmeli ve atılacak adımlar buna göre belirlenmelidir.
Günümüzde tüketiciler, satın aldıkları araçlar ile ilgili olarak karşılaştıkları arızaların yetkili servisler tarafından giderilmesini istemektedirler. Ancak, yetkili servisler tarafından bu talepleri yerine getirilmediğinde Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunu’ndan doğan seçimlik haklarını kullanmak maksadıyla yasal yollara başvurmaktadırlar. Bu haklarından bir tanesi de aracın ayıpsız misliyle değişimi yani yenisiyle değiştirilmesidir. İşte tam bu noktada önemle belirtmek gerekir ki, tüketicilerin her araç arızasında bu seçimlik haklarını kullanabilecekleri hatasına düştüklerini ve akabinde yargılama sonrasında hayal kırıklığına uğradıkları gözlemlenmiş olup, tüketicilerin bu haklarını hangi şartlar altında kullanabilecekleri ve aracın yenisi ile değişimine ilişkin hakkın kapsamına değinmek gerekmektedir.
Şirket kapanışı, bir şirketin tasfiye sürecine girmesiyle başlayıp Ticaret Sicilinden terkini ile son bulmaktadır. Tasfiye sürecine giren şirketler, birçok alanda farklı prosedürleri tamamlamakla yükümlü olup işbu Bilgi Notu şirketlerin tasfiye sürecinde Şirketler Hukuku ve İş Hukuku açısından göz önünde bulundurulması gereken hukuki risk ve unsurlara ilişkin olup genel bilgilendirme niteliğindedir. İşbu Bilgi Notu iki bölümden oluşmakla beraber ilk bölümde tasfiye süreci Şirketler Hukuku açısından, ikinci bölümde ise İş Hukuku açısından ele alınacaktır. Ayrıca, işbu Bilgi Notu’nun devamında “şirketin kapanmasına” ilişkin ifadeler hukuki olarak şirketin tasfiyesi olarak anlaşılmalıdır.
Taraflar, sözleşmeden doğan yükümlülüklerini ifa etmemelerinin önüne geçmek amacıyla sözleşmeyle ceza koşulu kararlaştırılabilir. Sözleşmede kararlaştırılacak ceza koşuluyla taraflar, ortaya çıkacak riskleri en aza indirgemeyi ve ifa alacaklısının korunmasını amaçlamaktadır.
Son yıllarda artan ivmeli gelişimi ile perakende sektörünün lokomotifi haline gelen Alışveriş Merkezleri(“AVM”), ülkemiz ekonomisi içinde önemli bir rol oynamaktadır. Ülkemizde AVM’ler yakaladığı giriş sayısı ve harcama miktarları ile ölçümlenen büyüme oranlarıyla Avrupa sıralamalarının da üst basamaklarında yer almaktadır. Bu gelişime paralel olarak, ülkemizde Avrupa Birliği müktesebatına uyum sağlanabilmesi ve perakende sektörü ile AVM’lerin de yasal düzleminin yaratılabilmesi için özel hukuki düzenlemelere ihtiyaç duyulmuştur. Bu bağlamda öncelikle, 29.01.2015 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6585 Sayılı Perakende Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun (“6585 sayılı Kanun”) ile perakende sektöründe genel hukuki bir çerçeve oluşturulmuş, ileride çıkarılacak yönetmeliklere ilişkin altyapı oluşturulmuştur.
“Koronavirüs (“Covid-19”) tüm dünyayı etkisi altına almaya devam ederken ticaret dünyasında salgının olumsuz yansımalarını en derinden hisseden alanlardan birisi olan perakende sektörü, Covid-19 sarmalında çalışanların sağlıklarını koruma, müşterilerini memnun etme ve bu zorlu dönemi minimum kayıpla atlatma amacıyla kurguladıkları planları hukuk filtresinden geçirmeye de özen göstermek durumundadır.
Kurumsal Yönetim uygulamaları ve kurumsal yönetimin özümsenmesinin Şirketlerin sürdürülebilirliğine etkisi tartışmasız olmakla birlikte Şirketler nezdinde etkin uygulamalar, finansmana erişime de olumlu etki etmekte; finansmana erişim de sürdürülebilirliği dolaylı olarak desteklemektedir.
6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (“TTK”) 367. maddesi uyarınca, anonim şirketlerde yönetim kurulu, hazırlayacağı ve yürürlüğe koyacağı bir iç yönerge ile şirketin yönetimine ilişkin birtakım yetkileri bazı yönetim kurulu üyelerine veya yönetim kurulu üyesi olmayan üçüncü kişilere devredebilmektedir.