1. Giriş
Denkleştirme istemi -uygulamada yaygın adıyla portföy tazminatı- Türk Ticaret Kanunu m. 122’de düzenlenen özel ve istisnai bir dengeleme mekanizmasıdır. Son yıllarda özellikle bayilik, distribütörlük ve acentelik ilişkilerinin sona ermesinin ardından taraflar arasında portföy tazminatına yönelik taleplerin arttığı gözlemlenmektedir. Bu taleplerin önemli bir bölümü yargıya taşınmakta; ancak hangi sözleşme ilişkilerinde ve ne gibi durumlarda portföy tazminatı talep edilebileceği hususu, uygulamada sıklıkla karışıklığa yol açmaktadır. Yaşanan bu durum sonucunda zaten uzun süren yargı süreçlerinin nihayetinde ise çoğu zaman istenilen sonuca ulaşılamamaktadır.
Kanun uyarınca, acentenin kendi gayretiyle geliştirdiği iş çevresinden sözleşmenin diğer tarafı Şirketin ticari ilişki sona erdikten sonra da menfaat elde etmeye devam etmesi durumunda diğer koşulların da varlığı halinde acenteye uygun bir tazminat ödenmesi gündeme gelebilecektir. Söz konusu maddede tek satıcılık ya da benzeri şekilde tekel hakkı veren sürekli sözleşme ilişkilerinde de portföy tazminatı talep edilebileceği düzenlenmektedir.
Ancak bu talebin kabul edilebilmesi, kanunda öngörülen bazı koşulların birlikte gerçekleşmesine bağlıdır. Son yıllarda verilen kararlarla da bu koşulların her somut olayda dikkatle incelenmesi gerektiğini özellikle vurgulanmaktadır.
2. Portföy Tazminatı Hangi Koşullarda Talep Edilebilir?
Portföy tazminatına hak kazanılması için ilk olarak, taraflar arasında bir sözleşme ilişkisinin bulunması gerekir.
Tazminat talebine konu edilen ilişkinin yalnızca “bayilik” ya da “dağıtım” sözleşmesi adıyla kurulmuş olması yeterli olmayıp bu sözleşmenin, tek satıcılık ya da benzeri şekilde münhasır hak tanıyan bir içerikte olması zorunludur. Örneğin bir kararda, bayinin uzun süre boyunca yüksek müşteri potansiyeliyle faaliyet göstermesi, tek başına bu ilişkiyi “tek satıcılık” statüsüne dönüştürmeye yeterli görülmemiştir. Kararda, bayilik sözleşmesinde münhasır hak tanınmadığı ve tarafların böyle bir iradesi olmadığı için tek satıcılık ilişkisi oluşmadığı gerekçesiyle portföy tazminatı talebi reddedilmiştir. Uygulamada özellikle, bayilik ilişkilerinde ancak taraflar arasında münhasırlık iradesinin varlığının açıkça ortaya konulması halinde kanun kapsamında koruma sağlanabileceği görülmektedir. Bu nedenle portföy tazminatı talebinde bulunan tarafın, öncelikle sözleşmenin münhasır nitelikte olduğunu ve bu kapsamda koruma sağlayabilecek bir yapı içerdiğini açık şekilde ortaya koyması gerekir.
Portföy tazminatına hükmedilebilmesi için bir diğer koşul,
sözleşmenin denkleştirme isteminde bulunabilecek şekilde sona ermesidir. Bir acente sözleşmeyi kendi inisiyatifiyle ve sözleşmenin diğer tarafı Şirkete atfedilebilecek herhangi bir kusur bulunmaksızın feshetmişse ya da sözleşmenin diğer tarafı Şirket, sözleşmeyi acentenin kusurlu davranışı nedeniyle haklı olarak sona erdirmişse portföy tazminatı talep edilmesi mümkün değildir. Yakın tarihli bir kararda da, davacı acentenin sözleşmeden doğan bildirim yükümlülüğünü ihlal ettiği, bu nedenle davalı tarafça yapılan feshin haklı olduğu kabul edilmiştir. Kararda, acentenin davranışının sözleşmenin sona ermesine doğrudan sebep olduğu ve bu durumda portföy tazminatı talep etmesinin mümkün olmadığı açıkça belirtilmiştir. Dolayısıyla, portföy tazminatı talebinde bulunan tarafın, sözleşmenin sona ermesinde kendisine atfedilebilecek bir kusurun bulunmadığını somut biçimde ortaya koyması şarttır.
Portföy tazminatına hükmedilebilmesi için ayrıca,
acentenin müvekkile yeni bir müşteri çevresi kazandırmış olması ve bu müşteri çevresinden sözleşmenin sona ermesinden sonra da müvekkilin önemli menfaat elde etmeye devam etmesi gerekir. Acentenin yalnızca mevcut müşterilerle ilişkileri sürdürmüş olması veya potansiyel müşterilere yönelik çalışmalar yapması, bu şartların sağlandığı anlamına gelmeyebilecektir. Portföy tazminatı talebinin değerlendirilebilmesi için acente tarafından kazandırılan müşteri çevresinin sözleşmenin sona ermesinden sonra müvekkil tarafından kullanılmaya devam edilip edilmediğinin somut olarak incelenmesi gerekmektedir. Bu çerçevede, yalnızca yeni müşteri kazandırıldığının ileri sürülmesi yeterli olmayıp bu müşterilerin sözleşme sona erdikten sonra da Şirketle çalışmaya devam ettiğinin ve Şirketin bu ilişkiden gelir elde ettiğinin somut verilerle ortaya konması gerekir.
Denkleştirmenin dayanağını oluşturan bir başka koşul ise,
acentenin sözleşmenin sona ermesi nedeniyle yeni müşterilerle yapılacak işlemlerden doğan ücret isteme hakkını kaybetmiş olmasıdır. TTK uyarınca, sözleşme ilişkisi devam etmiş olsaydı acentenin kazanacağı komisyonlardan mahrum kalması, denkleştirmenin dayanağını oluşturan temel koşullardan biridir. Uygulamada sözleşmenin sona ermesi sebebiyle bu koşulun kendiliğinden gerçekleşmiş sayıldığı kabul edilmektedir.
Son olarak,
tazminat talebinin hakkaniyete uygun düşmesi de zorunludur. Kanun uyarınca, portföy tazminatı ancak hakkaniyet gerektirdiği takdirde ve oranda öngörülebilir. Bu bağlamda, somut olayın tüm özellikleri dikkate alınarak denkleştirmenin adil bir sonuç doğurup doğurmayacağı değerlendirilmelidir. Yakın tarihli bir kararda da hakkaniyet gözetilirken yalnızca menfaatin sağlanıp sağlanmadığı değil, aynı zamanda sözleşmeden kaynaklanan menfaatler, taraflar arasındaki risk paylaşımı, acentenin gelir düzeyi, sözleşme dışı kazanç ve kayıplar, kişisel durumlar, rekabet yasağının ihlali, markanın çekim gücü ve sözleşmenin sona erme şekli gibi birçok faktörün bir bütün olarak dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir.
Ayrıca, portföy tazminatı talebinin geçerli şekilde ileri sürülebilmesi için
sözleşmenin sona ermesinden itibaren bir yıl içinde yöneltilmiş olması gerekmektedir.
3. Güncel Uygulama ve Sektörel Değerlendirme
Portföy tazminatına ilişkin taleplere bayilik, franchise ve yetkili satıcılık gibi uzun süreli ve belirli bir müşteri kitlesine yönelik faaliyetleri içeren sözleşme ilişkilerinde sık sık rastlanmaktadır. Söz konusu ticari iş birlikleri genellikle markaya bağlılık, belirli bir bölgede faaliyet yürütme ve müşteri çevresi oluşturma yükümlülükleri içerdiğinden öngörülen koşullar bakımından daha elverişli bir zemin sunmaktadır.
Sektörel bazlı bakıldığında ise; otomotiv sektöründe belirli bölgede tek yetkili olarak faaliyet göstermediği sözleşme kapsamında net ifade edildiyse ve farklı bir uygulama da yok ise tazminata hükmedilmediği gözlemlenmektedir.
Perakende sektöründe ise acentenin uzun süreli faaliyetleriyle müşteri çevresi kazandırdığı durumlarda diğer koşulların da varlığı halinde portföy tazminatına hükmedildiği yargı kararlarında daha sık görülmektedir.
Zincir markalar çatısı altında faaliyet gösteren distribütörlüklerde ise zincir mağazalarda doğrudan satışa izin verilip verilmediği, taraflara tekel hakkı tanınıp tanınmadığı gibi hususlar portföy tazminatı taleplerinde özellikle değerlendirilmektedir.
Akaryakıt dağıtım sektöründe, sözleşmelerin belirli süreli ve yenilenebilir nitelikte olması, dağıtıcı şirketlerin çok sayıda bayilik ağı üzerinden çalışması, münhasırlık hükümlerinin çoğu zaman açıkça öngörülmemesi gibi nedenlerle portföy tazminatı talepleri somut delillerle desteklenmediğinde genellikle şartların oluşmadığı gerekçesiyle reddedilmektedir.
Sigorta acenteleri ise hem TTK’ya hem de özel düzenleme niteliği taşıyan Sigortacılık Kanunu’na tâbi olmaları nedeniyle bu alanda portföy tazminatının en açık ve istikrarlı biçimde uygulandığı örneği teşkil etmektedir.
4. Sonuç ve Değerlendirme
Portföy tazminatı; özellikle otomotiv, sigorta, perakende ve dağıtım gibi sektörlerde faaliyet gösteren tacirler açısından günümüzde artık sadece teorik bir kavram değil; somut, mali ve operasyonel sonuçlar doğuran bir ticari uyuşmazlık kaynağıdır. Franchise sistemlerinin yaygınlaşması, yetkili satıcılık ilişkilerinin çeşitlenmesi ve sadakat temelli müşteri yapılarının gelişmesiyle birlikte portföy tazminatına ilişkin talepler uygulamada daha sıklıkla görünür hale gelmiştir. Ancak Yargıtay, bu tür taleplerin yalnızca belirli şartların sağlanması halinde kabul edilebileceğini açıkça ortaya koymaktadır.
Bu kapsamda; bilhassa sözleşmenin münhasırlık içerip içermediği, müşteri çevresinin kim tarafından ve nasıl oluşturulduğu, sözleşme sona erdikten sonra bu çevrenin hâlâ gelir üretip üretmediği, acentenin herhangi bir kusurunun bulunup bulunmadığı ve tüm bu ilişkilerin hakkaniyete uygunluğu gibi unsurlar, her somut olay özellikle dinamiklerine göre ayrı ayrı değerlendirilmelidir.
Uyuşmazlık risklerini en aza indirmek isteyen şirketler için sözleşmelerde münhasırlık, rekabet yasağı, müşteri katkısı ve sona erme hükümlerini açık ve ölçülü biçimde düzenlemesi; alınacak stratejik kararlar öncesinde olası portföy tazminatı talepleri öngörülerek gerekli hukuki ve mali hazırlıkların yapılması büyük önem taşımaktadır.
Selin Su, Yönetici Avukat
Ebrar Turan, Avukat
Selen Kaya, Stajyer Avukat