Önerilen Aramalar

Denkleştirme İsteminde Güncel Mahkeme Uygulamaları

25.08.2025

Tüm Makaleler

1. Giriş

Denkleştirme istemi -uygulamada yaygın adıyla portföy tazminatı- Türk Ticaret Kanunu m. 122’de düzenlenen özel ve istisnai bir dengeleme mekanizmasıdır. Son yıllarda özellikle bayilik, distribütörlük ve acentelik ilişkilerinin sona ermesinin ardından taraflar arasında portföy tazminatına yönelik taleplerin arttığı gözlemlenmektedir. Bu taleplerin önemli bir bölümü yargıya taşınmakta; ancak hangi sözleşme ilişkilerinde ve ne gibi durumlarda portföy tazminatı talep edilebileceği hususu, uygulamada sıklıkla karışıklığa yol açmaktadır. Yaşanan bu durum sonucunda zaten uzun süren yargı süreçlerinin nihayetinde ise çoğu zaman istenilen sonuca ulaşılamamaktadır.

Kanun uyarınca, acentenin kendi gayretiyle geliştirdiği iş çevresinden sözleşmenin diğer tarafı Şirketin ticari ilişki sona erdikten sonra da menfaat elde etmeye devam etmesi durumunda diğer koşulların da varlığı halinde acenteye uygun bir tazminat ödenmesi gündeme gelebilecektir. Söz konusu maddede tek satıcılık ya da benzeri şekilde tekel hakkı veren sürekli sözleşme ilişkilerinde de portföy tazminatı talep edilebileceği düzenlenmektedir.

Ancak bu talebin kabul edilebilmesi, kanunda öngörülen bazı koşulların birlikte gerçekleşmesine bağlıdır. Son yıllarda verilen kararlarla da bu koşulların her somut olayda dikkatle incelenmesi gerektiğini özellikle vurgulanmaktadır.

2. Portföy Tazminatı Hangi Koşullarda Talep Edilebilir?

Portföy tazminatına hak kazanılması için ilk olarak, taraflar arasında bir sözleşme ilişkisinin bulunması gerekir. Tazminat talebine konu edilen ilişkinin yalnızca “bayilik” ya da “dağıtım” sözleşmesi adıyla kurulmuş olması yeterli olmayıp bu sözleşmenin, tek satıcılık ya da benzeri şekilde münhasır hak tanıyan bir içerikte olması zorunludur. Örneğin bir kararda, bayinin uzun süre boyunca yüksek müşteri potansiyeliyle faaliyet göstermesi, tek başına bu ilişkiyi “tek satıcılık” statüsüne dönüştürmeye yeterli görülmemiştir. Kararda, bayilik sözleşmesinde münhasır hak tanınmadığı ve tarafların böyle bir iradesi olmadığı için tek satıcılık ilişkisi oluşmadığı gerekçesiyle portföy tazminatı talebi reddedilmiştir. Uygulamada özellikle, bayilik ilişkilerinde ancak taraflar arasında münhasırlık iradesinin varlığının açıkça ortaya konulması halinde kanun kapsamında koruma sağlanabileceği görülmektedir. Bu nedenle portföy tazminatı talebinde bulunan tarafın, öncelikle sözleşmenin münhasır nitelikte olduğunu ve bu kapsamda koruma sağlayabilecek bir yapı içerdiğini açık şekilde ortaya koyması gerekir.

Portföy tazminatına hükmedilebilmesi için bir diğer koşul, sözleşmenin denkleştirme isteminde bulunabilecek şekilde sona ermesidir. Bir acente sözleşmeyi kendi inisiyatifiyle ve sözleşmenin diğer tarafı Şirkete atfedilebilecek herhangi bir kusur bulunmaksızın feshetmişse ya da sözleşmenin diğer tarafı Şirket, sözleşmeyi acentenin kusurlu davranışı nedeniyle haklı olarak sona erdirmişse portföy tazminatı talep edilmesi mümkün değildir. Yakın tarihli bir kararda da, davacı acentenin sözleşmeden doğan bildirim yükümlülüğünü ihlal ettiği, bu nedenle davalı tarafça yapılan feshin haklı olduğu kabul edilmiştir. Kararda, acentenin davranışının sözleşmenin sona ermesine doğrudan sebep olduğu ve bu durumda portföy tazminatı talep etmesinin mümkün olmadığı açıkça belirtilmiştir. Dolayısıyla, portföy tazminatı talebinde bulunan tarafın, sözleşmenin sona ermesinde kendisine atfedilebilecek bir kusurun bulunmadığını somut biçimde ortaya koyması şarttır.

Portföy tazminatına hükmedilebilmesi için ayrıca, acentenin müvekkile yeni bir müşteri çevresi kazandırmış olması ve bu müşteri çevresinden sözleşmenin sona ermesinden sonra da müvekkilin önemli menfaat elde etmeye devam etmesi gerekir. Acentenin yalnızca mevcut müşterilerle ilişkileri sürdürmüş olması veya potansiyel müşterilere yönelik çalışmalar yapması, bu şartların sağlandığı anlamına gelmeyebilecektir. Portföy tazminatı talebinin değerlendirilebilmesi için acente tarafından kazandırılan müşteri çevresinin sözleşmenin sona ermesinden sonra müvekkil tarafından kullanılmaya devam edilip edilmediğinin somut olarak incelenmesi gerekmektedir. Bu çerçevede, yalnızca yeni müşteri kazandırıldığının ileri sürülmesi yeterli olmayıp bu müşterilerin sözleşme sona erdikten sonra da Şirketle çalışmaya devam ettiğinin ve Şirketin bu ilişkiden gelir elde ettiğinin somut verilerle ortaya konması gerekir.

Denkleştirmenin dayanağını oluşturan bir başka koşul ise, acentenin sözleşmenin sona ermesi nedeniyle yeni müşterilerle yapılacak işlemlerden doğan ücret isteme hakkını kaybetmiş olmasıdır. TTK uyarınca, sözleşme ilişkisi devam etmiş olsaydı acentenin kazanacağı komisyonlardan mahrum kalması, denkleştirmenin dayanağını oluşturan temel koşullardan biridir. Uygulamada sözleşmenin sona ermesi sebebiyle bu koşulun kendiliğinden gerçekleşmiş sayıldığı kabul edilmektedir.

Son olarak, tazminat talebinin hakkaniyete uygun düşmesi de zorunludur. Kanun uyarınca, portföy tazminatı ancak hakkaniyet gerektirdiği takdirde ve oranda öngörülebilir. Bu bağlamda, somut olayın tüm özellikleri dikkate alınarak denkleştirmenin adil bir sonuç doğurup doğurmayacağı değerlendirilmelidir. Yakın tarihli bir kararda da hakkaniyet gözetilirken yalnızca menfaatin sağlanıp sağlanmadığı değil, aynı zamanda sözleşmeden kaynaklanan menfaatler, taraflar arasındaki risk paylaşımı, acentenin gelir düzeyi, sözleşme dışı kazanç ve kayıplar, kişisel durumlar, rekabet yasağının ihlali, markanın çekim gücü ve sözleşmenin sona erme şekli gibi birçok faktörün bir bütün olarak dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir.

Ayrıca, portföy tazminatı talebinin geçerli şekilde ileri sürülebilmesi için sözleşmenin sona ermesinden itibaren bir yıl içinde yöneltilmiş olması gerekmektedir.

3. Güncel Uygulama ve Sektörel Değerlendirme

Portföy tazminatına ilişkin taleplere bayilik, franchise ve yetkili satıcılık gibi uzun süreli ve belirli bir müşteri kitlesine yönelik faaliyetleri içeren sözleşme ilişkilerinde sık sık rastlanmaktadır. Söz konusu ticari iş birlikleri genellikle markaya bağlılık, belirli bir bölgede faaliyet yürütme ve müşteri çevresi oluşturma yükümlülükleri içerdiğinden öngörülen koşullar bakımından daha elverişli bir zemin sunmaktadır.

Sektörel bazlı bakıldığında ise; otomotiv sektöründe belirli bölgede tek yetkili olarak faaliyet göstermediği sözleşme kapsamında net ifade edildiyse ve farklı bir uygulama da yok ise tazminata hükmedilmediği gözlemlenmektedir.

Perakende sektöründe ise acentenin uzun süreli faaliyetleriyle müşteri çevresi kazandırdığı durumlarda diğer koşulların da varlığı halinde portföy tazminatına hükmedildiği yargı kararlarında daha sık görülmektedir.

Zincir markalar çatısı altında faaliyet gösteren distribütörlüklerde ise zincir mağazalarda doğrudan satışa izin verilip verilmediği, taraflara tekel hakkı tanınıp tanınmadığı gibi hususlar portföy tazminatı taleplerinde özellikle değerlendirilmektedir.

Akaryakıt dağıtım sektöründe, sözleşmelerin belirli süreli ve yenilenebilir nitelikte olması, dağıtıcı şirketlerin çok sayıda bayilik ağı üzerinden çalışması, münhasırlık hükümlerinin çoğu zaman açıkça öngörülmemesi gibi nedenlerle portföy tazminatı talepleri somut delillerle desteklenmediğinde genellikle şartların oluşmadığı gerekçesiyle reddedilmektedir.

Sigorta acenteleri ise hem TTK’ya hem de özel düzenleme niteliği taşıyan Sigortacılık Kanunu’na tâbi olmaları nedeniyle bu alanda portföy tazminatının en açık ve istikrarlı biçimde uygulandığı örneği teşkil etmektedir.

4. Sonuç ve Değerlendirme

Portföy tazminatı; özellikle otomotiv, sigorta, perakende ve dağıtım gibi sektörlerde faaliyet gösteren tacirler açısından günümüzde artık sadece teorik bir kavram değil; somut, mali ve operasyonel sonuçlar doğuran bir ticari uyuşmazlık kaynağıdır. Franchise sistemlerinin yaygınlaşması, yetkili satıcılık ilişkilerinin çeşitlenmesi ve sadakat temelli müşteri yapılarının gelişmesiyle birlikte portföy tazminatına ilişkin talepler uygulamada daha sıklıkla görünür hale gelmiştir. Ancak Yargıtay, bu tür taleplerin yalnızca belirli şartların sağlanması halinde kabul edilebileceğini açıkça ortaya koymaktadır.

Bu kapsamda; bilhassa sözleşmenin münhasırlık içerip içermediği, müşteri çevresinin kim tarafından ve nasıl oluşturulduğu, sözleşme sona erdikten sonra bu çevrenin hâlâ gelir üretip üretmediği, acentenin herhangi bir kusurunun bulunup bulunmadığı ve tüm bu ilişkilerin hakkaniyete uygunluğu gibi unsurlar, her somut olay özellikle dinamiklerine göre ayrı ayrı değerlendirilmelidir.

Uyuşmazlık risklerini en aza indirmek isteyen şirketler için sözleşmelerde münhasırlık, rekabet yasağı, müşteri katkısı ve sona erme hükümlerini açık ve ölçülü biçimde düzenlemesi; alınacak stratejik kararlar öncesinde olası portföy tazminatı talepleri öngörülerek gerekli hukuki ve mali hazırlıkların yapılması büyük önem taşımaktadır.


Selin Su, Yönetici Avukat
Ebrar Turan, Avukat
Selen Kaya, Stajyer Avukat




Benzer Makaleler
Bu yazımızda yenilebilir enerji kaynaklarından elektrik üretimini hukuki yönler başta olmak üzere bir çok açıdan ele aldık.
2023 yılında Rekabet Kurumu’na bildirilen işlemlere ilişkin olarak, Rekabet Kurumu (“Kurum”) Ekonomik Analiz ve Araştırma Dairesi Başkanlığı tarafından hazırlanan 2023 yılı Birleşme ve Devralma Görünüm Raporu (“Rapor”), 5 Ocak 2024 tarihinde, Kurum’un internet sitesinde yayımlanmıştır.
Türk Rekabet Kurumu (“Kurum”) tarafından Birleşme ve Devralma rejimini diğer mehaz Avrupa Birliği (“AB”) hukuklarıyla yeknesak kılmak adına 1997/1 sayılı Rekabet Kurulu’ndan İzin Alınması Gereken Birleşme ve Devralmalar Hakkında Tebliğ’i yürürlükten kaldırılarak
Türk Borçlar Hukuku ve Ticaret Hukukunda, konsinye satış şartı ve konsinye satış sözleşmesi diye anılan sözleşme türü açıkça düzenlenmemiş bir kavram olup sözleşme serbestisi kapsamında uygulama ve öğretide gelişmiş, yargı kararları ve ikincil hukuk kaynaklarında sıkça ifade bulmuş bir kavramdır.
İnternet, günümüzde enformasyon ve iletişim teknolojilerinde meydana gelen gelişmelerle birlikte, ekonomiye yön veren en önemli platformlardan biri haline gelmiştir.
Rusya ve Ukrayna arasında bir süredir gözlemlenmekte olan diplomatik gerginlik ve zıtlaşmaların yerini sıcak çatışma ve Rusya tarafından bazı Ukrayna topraklarının işgaline bırakması ile birlikte, Dünya ülkeleri bu duruma tepkiler göstererek Rusya’ya karşı çeşitli yaptırımlar uygulamaya başlamıştır.
2021 yılı, Türk Rekabet Hukuku bakımından birçok ilke imza atılan bir yıl oldu. Geçtiğimiz son 10 yıldaki gelişmelere kıyasla, 2021 yılında, sadece 1 yıl içinde, Türk Rekabet Hukuku uygulamasına, çeşitli içtihatlar ve mevzuat oluşumları aracılığıyla ciddi bir ivme kazandırıldı.
Türk Borçlar Kanununun en önemli düzenlemelerinden biri olan satış sözleşmelerinde üzerinde durulması gereken en önemli konu satışın yapılmasından sonra satılan üründe ayıp ortaya çıkması ve ayıp halinde alıcının hakları ile satıcının yükümlülüklerinin neler olduğudur. Bu yazımızda da özel olarak ayıp halinde tarafların hak ve yükümlülükleri ile bunlar için düzenlenmiş şekil şartlarından bahsedilmektedir.
İstem konusunun bölünebilir olduğu durumlarda tamamının değil, yalnızca belli bir kesiminin dava edilmesi halinde kısmi dava söz konusu olmaktadır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (“HMK”) 107. maddesinde yapılan düzenleme ile talep sonucunun belirlenemediği hallerde kısmi davaya nazaran daha kolay bir yol olan belirsiz alacak davası seçeneği getirilmiş, böylelikle alacaklıya, alacağının belirlenebilen kısmı üzerinden harç yatırarak açacağı dava kapsamında karşı tarafın iznine veya ıslah yoluna başvurmasına gerek olmadan talep sonucunu kesin olarak belirleme olağanı tanınmıştır.
Ticari hayatta teşebbüsler, faaliyet içerisinde bulunduğu diğer sektör oyuncularından olan alacaklarını tahsil etmek adına alacaklarını taşınmaz ipoteği ile teminat altına alma yöntemini sık sık tercih etmektedir.
“Takas Edilemez/Değiştirilemez Jetonlar’ın ("NFT"- Non-Fungible Token) kullanımının blok zincir teknolojisi ile yaratıcı fikri mülkiyeti birleştirmede kazandığı popülerlik günbegün artmaktadır.
Ticari hayatta teşebbüslerin faaliyetlerini baskı altında olmaksızın serbesti ile gerçekleştirebilmesi, teşebbüslerin bulunduğu pazardaki varlığını koruyabilmesinin yanında son alıcı olan tüketicilerin adil fiyatlandırma ve kaliteli ürün dengesinde piyasaya sunulmuş son üründen faydalanabilmesi açısından da önem taşımaktadır.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın (“Bakanlık”) İş Yerlerinde Covid-19 Tedbirleri başlıklı duyurusu (“Duyuru”) 3 Eylül 2021 tarihinde Bakanlık internet adresinde yayımlanmıştır.
Yazımız kapsamında, En Çok Kayrılan Müşteri koşulunun tanımı ile ticaret hayatındaki temel fonksiyonu ve Türk Rekabet Hukuku kapsamındaki yeri değerlendirilecektir.
Bu makale İcra ve İflas Kanunu’nda Değişiklik Yapan Torba Kanu’nun ne getirdiğine değinmektedir.
2019 yılı Aralık ayından beri hayatımızda yer alan Koronavirüs (“Covid-19”) ile birlikte maskeli, sosyal mesafeli yaşam tarzı yeni normal haline geldi.
Avrupa ve Amerika’da yaklaşık kırk yıla yakın bir süredir uygulanan uyuşmazlık çözüm yöntemi olan arabuluculuk kurumu günümüzde ülkemizde de en sık kullanılan alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerinden birisidir.
Arabuluculuk Sonucunda Yapılan Milletlerarası Sulh Anlaşmaları Hakkında Birleşmiş Milletler Konvansiyonu’nun (“Singapur Konvansiyonu/Konvansiyon”) Onaylanması Hakkında Karar (“Karar”), 22 Nisan 2021 tarihli ve 31462 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Karar ile beraber, Konvansiyon’a ilişkin iç hukuk onay süreci tamamlanmış olup; Türkiye’nin onayı, 22 Ekim 2021 tarihine kadar Birleşmiş Milletler’in New York’ta bulunan merkezine tevdii edilecektir.
Abonelik Sözleşmesinden Kaynaklanan Para Alacaklarına İlişkin Takibin Başlatılması Usulü Hakkında Kanun (“Kanun”), 19 Aralık 2018 tarihli ve 30630 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Kanun uyarınca, arabuluculuk ile ilgili oldukça önemli düzenlemeler mevcuttur. 1 Ocak 2019 tarihi itibariyle yürürlüğe girecek olan düzenleme uyarınca konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat taleplerine ilişkin ticari davalarda arabuluculuk dava şartı haline getirilmiştir.
“Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karara (“Karar”) İlişkin Tebliğ’de (Tebliğ No: 2008-32/34) (“Tebliğ”) Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (Tebliğ No: 2018-32/51)” (“Değişiklik Tebliği”) 6 Ekim 2018 tarihli ve 30557 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak, yayımı tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Kaynağını İsviçre Federal İcra ve İflas Kanunu’ndan alan ve yürürlüğe girdiği 1932 yılından beri metninde birçok kez değişiklikler yapılan 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nda Türkiye’de toplumsal ihtiyaçların değişmesi ve genel ekonomide meydana gelen gelişmeler sebebiyle, mali yönden güçlük yaşayan şirketlerin faaliyetlerinin devam etmesi bir başka deyişle iflas etmelerinin önüne geçilmesi amacıyla bazı kurtuluş çarelerine yer verilmişti. Bunlara örnek olarak “mal varlığının terki suretiyle konkordato”, “iflasın ertelenmesi” ve “uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırma” verilebilir. Her ne kadar kanunda birden fazla kurum yer alsa da, özellikle “iflasın ertelenmesi” dışındaki kurumların işleyişine ilişkin maddelerin süre ve usul bakımından uygulanmasında yaşanan zorluklar sebebiyle ticari anlamda güç durumda olan tacirler son yıllarda sadece “iflasın ertelenmesi” kurumuna başvurmakta idi. Bu kurum yıllar geçtikçe amacından sapmış ve erteleme talep eden tacirin mali durumunu iyileştirmekten çok, alacaklıların alacaklarına kavuşmasına engel olan ya da sürüncemede bırakan bir kurum haline gelmiştir.
Elektronik ticaretin günümüzdeki önemi tartışılmaz. E-ticaret hacminin gittikçe arttığı bugünlerde, e-ticaret işlemlerinde Rekabet Hukukunun da geliştiğini görüyoruz.
Çeşitli gelişmeler karşısında ülke ekonomisinin büyüme hızını arttırmak ve bu suretle kalkınmasını sağlamak için dünyadaki ekonomik ve politik riskler ile yakın coğrafyamızda yaşanan bölgesel olayların ekonomi üzerindeki muhtemel etkisini bertaraf etmek ve müteşebbislerin iş ve yatırım kararlarına daha sıhhatli bir şekilde odaklanmalarına imkan sağlamak, AR-GE faaliyetlerinin desteklenmesi ve ülkemize yönelik yatırımların arttırılması amacıyla, özel sektörün kamuya olan borç yükünün azaltılarak borçlara taksitle ödeme imkanları getirilmekte ve ihtilafların sulh yoluyla sonlandırılmasını ve vergi incelemesinde olan konuların dava yoluna gidilmeksizin çözümlenmesini sağlamak üzere çeşitli düzenlemeler yapılmaktadır.
Yüzyıllardır Aile Şirketlerinde sürdürülebilirliği sekteye uğratan faktörlerden başlıcası hissedarlar arası uyuşmazlıklar olmuştur. Aile büyüdükçe hissedarlık tabanının da genişlemesi, daha fazla hissedar ve daha fazla çatışan görüş ortaya çıkaracaktır. Genişleyen hissedarlık yapısı içerisinde hissedarlardan birisinin payını 3. kişiye devir suretiyle çıkış planı gibi iradi sebepler ya da hissedarlardan birisinin kaybı, boşanması veya payının cebri icra yolu ile alacaklı bir başka kurum ya da kişiye intikali neticesinde Şirketin kurumsal yapısı ile bağdaşmayabilecek hissedarların Şirkete girişinin önü açılabilecek; Şirket operasyonlarını etkileyebilecek kilit durumlar dahi ortaya çıkabilecektir. Şirketler nezdinde gerek iradi gerekse irade dışı pay devirlerine karşı getirilecek bazı sınırlamalar veya mevzuatın çok başvurulmayan bazı enstrümanları Aile Şirketlerinde hissedarlık yapısının korunması ve Şirketin sürdürülebilirliğe giden yolda ilerleyişini kolaylaştırmaktadır.
Son yıllarda en büyük şirketlerden küçük işletmelere kadar hedef ayırt etmeksizin giderek artan siber saldırıların global olarak yol açtığı zararların 2021 yılından itibaren yıllık 6 trilyon dolara çıkması beklenmektedir. İletişim, hizmet ve para akışının sanal ortama taşındığı dünyamızda hem özel sektör hem de kamu kurum ve kuruluşları için siber tehditler varlığını giderek daha fazla hissettirmektedir.
Mali Suçları Araştırma Kurulu (“MASAK”) tarafından hazırlanan Kripto Varlık Hizmet Sağlayıcıları İçin Suç Gelirlerinin Aklanmasının ve Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Yükümlülüklere İlişkin Temel Esaslar (“Kripto Varlık Hizmet Sağlayıcıları Rehberi”) 4 Mayıs 2021 tarihinde MASAK internet adresinde yayımlanmıştır.
İlk kez 2020 arifesinde rapor edilen ve 2020’nin ikinci çeyreğine girilmesiyle bir pandemiye dönüşen COVID19 toplumları her seviyede etkileyerek yaşam tarzlarını ve iş yapma süreçlerini sekteye uğrattı, zaman zaman askıya alınmasına sebep oldu, ya da hızlı bir değişime zorladı.
Tüm Dünyayı ve dolayısıyla da ülkemizi de etkisi altına alan ve özellikle de perakende, lojistik, sağlık, otomotiv, tekstil gibi sektörlerin işleyişinde ve sürekliliğinde aksamalara sebep olan COVID-19 salgınından en çok etkilenen sektörlerin başında perakende sektörü gelmektedir.
COVID-19 salgını çerçevesinde alınması gereken acil durum önlemleri kapsamında icra ve iflas işlemleri yönünden de tedbir alınması gerekmiş, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (“Kanun”) “II-FEVKALADE HALLERDE TATİL” üst başlığını taşıyan, “İcra takiplerinin durdurulması halleri” başlıklı 330. maddesindeki “Salgın hastalık, umumi bir musibet veya harb halinde Cumhurbaşkanı karariyle memleketin bir kısmında veya bazı iktisadi zümreler lehine muayyen bir müddet için icra takipleri durdurulabilir.”
Korona virüs, evrensel adıyla COVID-19 (“Korona virüs”), 2019 yılı Aralık ayında Çin’in Wuhan şehrinde ilk kez görülmesinden bu yana hızlı yayılmasının önlenmesi amacıyla seyahat politikalarının gözden geçirmesi, üretim kesintileri, karantina uygulamaları, ülkesel olağanüstü hal kararları gibi tedbirler sebebiyle iş hayatını çok kısa zaman içerisinde olumsuz olarak etkilemiştir.
16.03.2020 tarihli yayınımızda da belirtmiş olduğumuz üzere Korona virüs evrensel adıyla COVID-19 (“Korona virüs”) salgınının en önemli izdüşümlerinden birisi işçi – işveren istihdam ilişkisinde kendisini göstermektedir.
Evrensel adıyla COVID-19 (“Koronavirüs”) olarak bilinen Koronavirüs’ün sebep olduğu salgın hastalık, 2019 yılı Aralık ayında Çin’in Wuhan şehrinde ilk kez görülmesinin ardından kısa bir zaman içerisinde tüm dünyayı hem sağlık hem de ekonomik anlamda etkisi altına almıştır.
Korona virüs salgınının global etkisi, küresel krize neden olabilecek nitelikteki çeşitli alan ve sektörlerde yarattığı olumsuz yansımalar, şirketlerin ticari anlaşmaları ve edimlerin ifası yönünden oldukça önemli sonuçlar doğurmaktadır.
COVID-19 (“Koronavirüs”), tüm dünyayı etkisi altına almaya devam etmektedir. Ticaret dünyasında covid-19 salgının olumsuz yansımalarını en derinden hisseden alanlardan birisi perakende sektörüdür.
Covid-19 Salgın sürecinde gerek işverenler gerek ise sağlık kuruluşları tarafından birtakım önlemler alınmakta olup pandemi ile mücadele edilmesi sebebiyle, özellikle sağlık verileri başta olmak üzere pek çok kişisel verinin işlenmesi zaruri hale gelmiştir.
Dünya Sağlık Örgütü (“DSÖ”) tarafından 11.03.2020 tarihinde “Pandemi (salgın)” olarak nitelendirilen Covid-19 virüsünün (“Koronavirüs”) işveren-çalışan ilişkilerini üst düzeyde etkilediği şu günlerde, her çalışan ve işverenin gündemine aldığı konulara dair değerlendirmelerimizi sıkça sorulan sorular formatında bu yazımızda paylaşıyoruz.
COVID-19 salgını sebebiyle alınması gereken acil durum önlemleri kapsamında icra ve iflas hukuku işlemleri yönünden 2279 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile tedbirlerin usul hukukuna ve diğer uygulamalara etkileri bakımından ise 7226 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 20.12.2009 tarihli 5941 sayılı Çek Kanunu’na Geçici 5. Madde eklenerek önemli yenilikler getirilmiştir.
COVID-19 salgını sebebiyle alınması gereken acil durum önlemleri kapsamında ülkemizin de içerisinde bulunduğu süreç sebebiyle birçok konu başlığı yönünden gerekli önlemler alınmış olmakla birlikte, çalışan ve işveren ilişkileri de alınan işbu önlemlerden etkilenmiştir.
Bilindiği üzere, sosyal medya konusundaki yasal düzenlemeler Türkiye’nin gündeminde her zaman önemli bir yere sahip olmuştur.
Teknoloji hayatımızda gün geçtikçe daha büyük bir yer kaplamakta. Bu sayede, artık en basit günlük alışverişlerimizi bile internet üstünden sağlamaya başladığımız yadsınamaz bir gerçek haline geldi. Bu doğrultuda, erişilebilirlik, hız, çeşitlilik gibi kavramlar yaşantımızın daha da önemli bir parçası oldular.
Şirket hisselerin devrinde olduğu gibi ticari hayatın süregelen akışında gerçekleşen işlemlerde vergisel boyut oldukça önemli bir yere sahip olup ticari hayatta atılacak adımlar vergisel anlamdaki sonuçları ile değerlendirilmektedir. Şirket hisse devirlerinde ortaya çıkan kazancın vergisel sonucunu hissedar lehine çevirmek için mevzuat düzenlemeleri dikkatle incelenmeli ve atılacak adımlar buna göre belirlenmelidir.
Günümüzde tüketiciler, satın aldıkları araçlar ile ilgili olarak karşılaştıkları arızaların yetkili servisler tarafından giderilmesini istemektedirler. Ancak, yetkili servisler tarafından bu talepleri yerine getirilmediğinde Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunu’ndan doğan seçimlik haklarını kullanmak maksadıyla yasal yollara başvurmaktadırlar. Bu haklarından bir tanesi de aracın ayıpsız misliyle değişimi yani yenisiyle değiştirilmesidir. İşte tam bu noktada önemle belirtmek gerekir ki, tüketicilerin her araç arızasında bu seçimlik haklarını kullanabilecekleri hatasına düştüklerini ve akabinde yargılama sonrasında hayal kırıklığına uğradıkları gözlemlenmiş olup, tüketicilerin bu haklarını hangi şartlar altında kullanabilecekleri ve aracın yenisi ile değişimine ilişkin hakkın kapsamına değinmek gerekmektedir.
Şirket kapanışı, bir şirketin tasfiye sürecine girmesiyle başlayıp Ticaret Sicilinden terkini ile son bulmaktadır. Tasfiye sürecine giren şirketler, birçok alanda farklı prosedürleri tamamlamakla yükümlü olup işbu Bilgi Notu şirketlerin tasfiye sürecinde Şirketler Hukuku ve İş Hukuku açısından göz önünde bulundurulması gereken hukuki risk ve unsurlara ilişkin olup genel bilgilendirme niteliğindedir. İşbu Bilgi Notu iki bölümden oluşmakla beraber ilk bölümde tasfiye süreci Şirketler Hukuku açısından, ikinci bölümde ise İş Hukuku açısından ele alınacaktır. Ayrıca, işbu Bilgi Notu’nun devamında “şirketin kapanmasına” ilişkin ifadeler hukuki olarak şirketin tasfiyesi olarak anlaşılmalıdır.
Taraflar, sözleşmeden doğan yükümlülüklerini ifa etmemelerinin önüne geçmek amacıyla sözleşmeyle ceza koşulu kararlaştırılabilir. Sözleşmede kararlaştırılacak ceza koşuluyla taraflar, ortaya çıkacak riskleri en aza indirgemeyi ve ifa alacaklısının korunmasını amaçlamaktadır.
Son yıllarda artan ivmeli gelişimi ile perakende sektörünün lokomotifi haline gelen Alışveriş Merkezleri(“AVM”), ülkemiz ekonomisi içinde önemli bir rol oynamaktadır. Ülkemizde AVM’ler yakaladığı giriş sayısı ve harcama miktarları ile ölçümlenen büyüme oranlarıyla Avrupa sıralamalarının da üst basamaklarında yer almaktadır. Bu gelişime paralel olarak, ülkemizde Avrupa Birliği müktesebatına uyum sağlanabilmesi ve perakende sektörü ile AVM’lerin de yasal düzleminin yaratılabilmesi için özel hukuki düzenlemelere ihtiyaç duyulmuştur. Bu bağlamda öncelikle, 29.01.2015 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6585 Sayılı Perakende Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun (“6585 sayılı Kanun”) ile perakende sektöründe genel hukuki bir çerçeve oluşturulmuş, ileride çıkarılacak yönetmeliklere ilişkin altyapı oluşturulmuştur.
“Koronavirüs (“Covid-19”) tüm dünyayı etkisi altına almaya devam ederken ticaret dünyasında salgının olumsuz yansımalarını en derinden hisseden alanlardan birisi olan perakende sektörü, Covid-19 sarmalında çalışanların sağlıklarını koruma, müşterilerini memnun etme ve bu zorlu dönemi minimum kayıpla atlatma amacıyla kurguladıkları planları hukuk filtresinden geçirmeye de özen göstermek durumundadır.
Kurumsal Yönetim uygulamaları ve kurumsal yönetimin özümsenmesinin Şirketlerin sürdürülebilirliğine etkisi tartışmasız olmakla birlikte Şirketler nezdinde etkin uygulamalar, finansmana erişime de olumlu etki etmekte; finansmana erişim de sürdürülebilirliği dolaylı olarak desteklemektedir.
6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (“TTK”) 367. maddesi uyarınca, anonim şirketlerde yönetim kurulu, hazırlayacağı ve yürürlüğe koyacağı bir iç yönerge ile şirketin yönetimine ilişkin birtakım yetkileri bazı yönetim kurulu üyelerine veya yönetim kurulu üyesi olmayan üçüncü kişilere devredebilmektedir.