Önerilen Aramalar

Covid-19 İş Hayatına Hukuki Yansımalar

17.03.2020

Tüm Makaleler
Korona virüs, evrensel adıyla COVID-19 (“Korona virüs”), 2019 yılı Aralık ayında Çin’in Wuhan şehrinde ilk kez görülmesinden bu yana hızlı yayılmasının önlenmesi amacıyla seyahat politikalarının gözden geçirmesi, üretim kesintileri, karantina uygulamaları, ülkesel olağanüstü hal kararları gibi tedbirler sebebiyle iş hayatını çok kısa zaman içerisinde olumsuz olarak etkilemiştir.
Küresel bir tehdit noktasına ulaşan salgın, 11 Mart 2020 itibariyle Dünya Sağlık Örgütü (“DSÖ”) tarafından “pandemi” (bölgeler ve gruplar üstü coğrafi salgın) olarak nitelendirildiği duyurulmuştur.

Dünya çapında yayılan salgın ve bu kapsamda alınması gereken acil durum önlemlerinin etkileri iş hayatı üzerinde giderek artan bir yoğunlukla görülmektedir. Salgının beklenmedik ve hızlı ilerleyen etkisi göz önüne alındığında, ticari ilişkilerde olası gecikme veya ifa güçlüğü durumları karşısında sözleşmelerde yer alan mücbir sebep maddeleri, devletler ve yargı mercilerinin mücbir sebep yaklaşımları, iş dünyası paydaşlarının odak noktalarından biri haline gelmiştir. Diğer taraftan tedarik ve dağıtım kanallarında yaşanan aksamalar, işyerlerinin ve limanların kapatılması, gümrüklerdeki süreç aksamaları, hissedilen işgücü sıkıntısı ve tüketimdeki azalma gibi hususlar, küresel bir krizin habercisi olarak yorumlanmaktadır. Her geçen gün salgının etkisi, tedbirlerin ağırlığı artarken bu durumun iş hayatına etkilerini de çok yönlü bir şekilde ele alabilmekte fayda görüyoruz.

Sözleşmelere Etkisi ve Mücbir Sebep (“Force Majeure”) Tartışması:
Korona virüs salgınının global etkisi, küresel krize neden olabilecek nitelikteki çeşitli alan ve sektörlerde yarattığı olumsuz yansımalar, şirketlerin ticari anlaşmaları ve edimlerin ifası yönünden oldukça önemli sonuçlar doğurmaktadır. Ticari anlaşmaların ifası sırasında meydana gelebilecek imkânsızlıklar ve/veya engeller neticesinde dünya çapında Korona virüs salgının mücbir sebepler arasında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği tartışma konusudur.

Mücbir Sebep kavramı, iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde, Tarafların en az birisi bakımından, sözleşmenin başlangıcında mevcut olmayan ve sözleşme akdedilmesinden sonra ortaya çıkan, maruz kalan Tarafın, Sözleşme ile üstlendiği edimi ifa etmesini engelleyen veya ifa etmesi beklenmeyecek, Tarafların kontrolü dışında ortaya çıkabilecek, Mücbir Sebep’in belli bir süre devamı halinde taraflardan birine sözleşmeyi fesih hakkı verebilecek durum olarak nitelendirilmektedir.

Geniş çevrelerce salgının Mücbir Sebep oluşturduğu, aşırı ifa güçlüğü veya ifa edememe durumunun Taraflar arasındaki sözleşmesel ilişkide mazur görülmesini sağlayan bir yasal temele yol açtığı savunulmaktadır. Korona virüsün alınan önlemlere karşın yayılmaya devam etmesi üzerine DSÖ tarafından bu durumun ‘Pandemi” (Salgın) olarak ilan edilmesi, sözleşmelerin özelliklerine göre tarafların yükümlülüklerini yerine getirememesinden dolayı hukuken sorumlu olmamaları, sözleşmenin temelinden sarsılması ve durumun devamı boyunca sözleşmenin akıbeti ve olası feshi gibi tartışmaları doğuracaktır. Bu doğrultuda yürürlükteki ve/veya yeni akdedilecek sözleşmeler bakımından Korona virüs gibi salgın hastalık durumlarının Mücbir Sebep addedilip addedilmeyeceği inceleme alanı bulacaktır. DSÖ’nün “Pandemi” tespiti sadece belirli ülkelerin ötesinde uluslararası alanda da Mücbir Sebep benimsemesi için güçlü bir dayanak oluşturmaktadır. Bu kapsamda belirli kurumların ve ülkelerin aldığı kararları ve bu kapsamda yapılan açıklamaları örneklendirmek faydalı olacaktır:
  • Türkiye’nin de dahil olduğu birçok ülke karşılıklı hava, deniz ve kara yolu sınırlarını sivil ziyaretçilere kapatmış; uçuşları sınırlandırmıştır.
  • Avrupa Birliği, çeşitli havayolu şirketlerinin slot haklarını yitirmemeleri için boş uçmak zorunda kalmalarının neden olduğu zararı önlemek amacıyla konuyla ilgili yasa ve mevzuat değişikliği konularını gündemine almıştır.
  • Rusya Tur Operatörleri Birliği Rus hükümetine başvurarak durumun “Force majeure” ilan edilmesini talep etmiş olup henüz başvuruları sonuçlanmamış olsa da Rusya Ulaştırma Bakanlığı havayolu şirketlerine tur operatörlerinden alınan paraların iade edilmesine yönelik açıklamada bulunmuştur. Almanya’da da aynı konuyla ilgili görüşmeler sürmekte olup, tur operatörleri yaptıkları toplantılarda oteller ve havayolu şirketleri ile akdettikleri sözleşmelerden doğan yükümlülüklerini Korona virüs salgını sebebiyle yerine getiremeyeceklerinin ortaya çıkardığı durumun değerlendirildiğini ve bu konuda mutabakata varılmasının beklendiği belirtilmiştir.
  • İspanya ve Yunanistan gibi ülkelerde hükümet, Korona virüs nedeniyle turizm şirketlerinin vergi borçlarını erteleme konusunda görüşmeler gerçekleştirmektedir.
  • Türkiye yönünden ise; sektör temsilcilerinin Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy ile yaptıkları toplantıda dile getirdikleri SGK primleri ve diğer vergilerin ertelenmesi talebinin hükümete iletileceği, konaklama vergisi ve katkı payı ödemelerinin ertelenmesinin İstanbul’da gerçekleştirilecek toplantıda ele alınacağı belirtilmiştir.

Genellikle mücbir sebep klozlarının tamamında açık bir şekilde küresel sağlık tehditlerini veya pandemileri belirttiğine rastlanılmazken Korona virüsün dünya genelinde hızla yayılarak küresel ticaret üzerindeki etkisini artırmasıyla; virütik salgın hastalıkların da ticari ilişkilere yön veren sözleşmelerdeki mücbir sebep hükümleri kapsamına alınması zarureti hissedilmeye başlanmıştır. Viyana Sözleşmesi olarak adlandırılan, Türkiye Cumhuriyeti’nin 01.11.2011 tarihi itibariyle Taraf olduğu Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Sözleşmeler Hakkında Birleşmiş Milletler Antlaşması (“CISG”) akit Devletler üyesi Şirketlerin birbirleri arasında akdedilen uluslararası mal tedariki ve satımına ilişkin sözleşmeleri düzenleyen uluslararası bir antlaşma olmakla CISG 79. Maddesi altında, Taraflardan biri yükümlülüklerinden birini ifa etmemesinin, denetimi dışında kalan bir engelden kaynaklandığını ve bu engeli, sözleşmenin kurulması anında hesaba katmasının veya engelden ve sonuçlarından kaçınmasının veya bunları aşmasının kendisinden makul olarak beklenemeyeceğini ispatlaması halinde ifa etmemeden dolayı sorumlu tutulmaz, hükmü ile teorik olarak Tarafların kontrolleri dışında gelişen ve öngöremedikleri salgın hastalık gibi vakıaların üretim, tedarik veya satış gibi uluslararası sözleşmelerden doğan edimlerini ifa etmesinin beklenemeyeceğini öngörmektedir. Ancak durum, uygulama teoride olduğu kadar açık olmayabilir. Örneğin Korona virüs mağduru bir tedarikçinin yerleşik ülke hükümeti tarafından fabrikaların kapanması hususunda tedbir alınmamış olmasına rağmen söz konusu tedarikçinin kendiri inisiyatifiyle tedbiren fabrikasını kapatması gibi…

Mücbir sebep kavramı ve mücbir sebep kapsamında hangi hallerin sayılabileceği 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda açıkça düzenlenmediğinden, hangi hallerin bu kapsamda değerlendirilebileceği içtihatlar ile belirlenmektedir. Bu bağlamda, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2017/11-90 E. 2018/1259 K. Sayılı ve 27.06.2018 tarihli kararında ve doktrinde salgın hastalık, mücbir sebep hallerinden biri olarak kabul edilmiştir. Söz konusu karar “Mücbir sebep, sorumlu veya borçlunun faaliyet ve işletmesi dışında meydana gelen, genel bir davranış normunun veya borcun ihlâline mutlak ve kaçınılmaz bir şekilde yol açan, öngörülmesi ve karşı konulması mümkün olmayan olağanüstü bir olaydır. Deprem, sel, yangın, salgın hastalık gibi doğal afetler mücbir sebep sayılır.” Şeklindeki ifadesi ile Korona virüs salgının mücbir sebep sayılıp sayılmayacağı tartışmasında değerlendirmeyi şekillendirmektedir.

International Chamber of Commerce’in (“ICC”) geçmişte iki taraflı edim yükümlülüğü doğuran sözleşmelerde SARS virüsüne ilişkin emsal bir kararında virüsün mücbir sebep teşkil etmeyeceğine dair bir görüşü mevcut olsa da somut durum bakımından farklı değerlendirmelerin mevcudiyeti bulunmaktadır.

Salgın hastalığın ilk görülmeye başladığı coğrafya olan Çin’de; Çin hükümeti, belirsizlikleri biraz olsun önlemek ve sözleşme taraflarını hükümlerini ihlal etmekten korumak amacıyla sözleşme yükümlülüklerini yerine getiremeyen şirketlere mücbir sebep sertifikaları vermeye başlamıştır.

Korona virüs salgını ışığında Mücbir Sebep mevcudiyeti ihtimalleri veya aşırı ifa güçlüğü karşısındaki önerilerimiz ise genel olarak şu şekildedir.
  • Ticari sözleşmelerin tarafları ilgili sözleşme kapsamındaki edimlerin virüs salgınından ne kadar etkilendiğini görüşerek, mevcut durumun aşırı ifa güçlüğü ve/veya ifa imkânsızlığı yaratıp yaratmadığını, virüsten etkilenen coğrafyada devam etmekte olan ticari faaliyetlerin durma noktasına gelip gelmediğini de dikkate alarak salgının ilgili sözleşme bakımından mücbir sebep haline gelip gelmediğini değerlendirmelidir.
  • Mevcut sözleşmelerin tarafları Sözleşmede belirtilen yazışma ve tebligat usullerine uyumlu bir şekilde karşı taraf ile düzenli bir iletişimde olup, zararın minimize edilmesi adına karşılıklı görüşme ve müzakereler yürütülmelidir.
  • Çin’de üretim gerçekleştiren ve çeşitli sebeplerle sözleşme kaynaklı yükümlülüklerini yerine getirememe durumu söz konusu olanlar, Çin’deki yetkili mercilere yapacakları başvuruyla “force majeure” sertifikası edinebilir.

Korona virüs ve salgın sebebiyle sözleşmeden doğan yükümlülüklerin yerine getirilememesi, ifa güçlüğü veya ifada gecikme gibi durumların mücbir sebep olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceği her sözleşme özelinde, sözleşmenin tarafları, yabancılık unsuru, edimlerin niteliği, ifa yeri, uygulanacak hukuk ve özellikle meydana gelen durumun niteliği ile etkileri gibi unsurlar ele alınarak ayrı ayrı değerlendirilmelidir. Nitekim ilgili salgın hastalığın yukarıda zikredilen unsurlar bakımından her sözleşmeye etkisi aynı oranda olmayacaktır.

Tedarik Zincirlerinin Bozulması:
Küresel tedarik zincirlerini sert bir şekilde etkileyen Korona virüs salgını, tedarik zincirlerinde sebep olduğu aksaklıklar sebebiyle, şirketler bünyesinde yeniden yapılanma faaliyetlerinde gözle görülür bir artış beklenmesine yol açmıştır. Dünyanın en büyük ihracat ülkesi olan Çin, virüsün yayılmasını kontrol altına almak için yarım milyardan fazla insana, ülke çapında imalat ve nakliye faaliyetlerine ciddi yansımaları olan iş ve seyahat kısıtlamaları getirmiştir. Dünya genelinde 50.000’den fazla şirketin, bölgede bir veya daha fazla doğrudan veya birinci seviye tedarikçisi bulunduğu bilinmekle birlikte; bölgedeki yaklaşık 22 milyon işletmenin -diğer bir deyişle Çin’deki tüm aktif işletmelerin %90’ının- Korona virüs salgınından etkilendiği tahmin edilmektedir. Çin’in küresel üretimdeki rolü ele alındığında, Korona virüs salgınının dünya çapındaki tedarik zincirlerinde büyük aksaklıklara neden olduğu gözlemlenmektedir. Her ne kadar Çin bu başlıktan en çok etkilenen ülkelerin başında gelse de küresel tedarik zincirlerinde anahtar pozisyonda yer aldığından, Avrupa da her geçen gün etkilenen kısıtlama ve olağanüstü hal tedbirleri ışığında uluslararası alanda ticaretin sekteye uğraması sebebiyle Dünya genelinde bir tedarik zinciri bozulmasından bahsetmek mümkündür.

Korona virüsün küresel işletmeler üzerindeki etkilerine yakından baktığımızda; faaliyetlerin durdurulması, Aralık 2019’da başlayan tedarik zinciri sorunlarını daha da kötüleştirdiği, şirketlerin stok seviyelerini önemli ölçüde azalttığı ve şirketlerin likiditesini olumsuz etkileyerek yeniden yapılandırmaya gitmelerine sebep olduğu görülmektedir. Korona virüs salgını, şu ana dek, basına yansıdığı üzere global şirketlerden bazılarını aşağıdaki örnek tedbirleri almaya itmiştir [1]:
  • Bosch, Honda Motor, Nissan gibi şirketler Wuhan bölgesindeki üretimlerini, Hyundai Güney Kore’deki fabrikasında üretimi durdurmuştur.
  • Fiat tarafından, Çin’den ürün temin edilememesi halinde Avrupa’da üretilen Fiat marka ürünlerde yüksek oranda Çin menşeili ürün kullanılması ve bunların ikamesinin kısa zamanda mümkün olmaması sebebiyle Avrupa’daki üretim bandını durdurmayı planladıkları açıklaması gelmiştir.
  • Starbucks, Apple, Ikea, Çin’deki satış mağazalarını kapatmıştır.
  • Lufthansa, Air France, American Airlines, Delta United, THY gibi kuruluşlar olmak üzere birçok havayolu şirketi, Çin’e uçuşları tamamen azaltmış/durdurmuştur. Bu zamana kadar Çin’e ve Çin’den olmak üzere 25 bin adetten fazla uçuş iptal edilmiştir.
  • Uluslararası Hava Taşımacılığı Birliği, Korona virüs salgını nedeniyle kargo uçakları da dâhil olarak küresel hava taşımacılığının 2009 yılından bu yana ilk kez düşüş göstereceğini ve kaybın 113 milyar Dolar olabileceğini belirtmiştir.

Makro ölçekte ise; virüsün küresel tedarik zincirleri üzerindeki etkisi, 2020’de piyasalarda durgunluk riskini artırmıştır. 24-28 Şubat 2020 haftasında küresel borsalar da önemli ölçüde düşüşler yaşanırken, 9 Mart 2020 tarihinde petrol fiyatları son dört yılın en düşük seviyelerini görmüştür. Korona virüs korkuları arasında küresel faiz oranları da etkilenmiş ve 3 Mart 2020 tarihinde Amerikan Merkez Bankası (“FED”) federal fon oranını %1 – %1.25 aralığına düşürmüştür. Ekonomistler tarafından ekonominin daha da kötüleşmesi durumunda FED’in manevra için çok az imkânı olacağı tahmin edilmektedir.

Potansiyel sorunları minimuma indirmek için genel tavsiyeler ise şu yöndedir:
  • Şirketler tarafından tedarikçileri çeşitlendirilerek tedarik zinciri stabilizasyonu sağlanabilir ve virüs dolayısıyla problem yaşayan tedarikçiler yerine darboğazları çözebilecek ikame sağlayıcılar tercih edilebilir.
  • Tedarikte çoklu yaklaşımlar benimsenerek eş zamanlı alternatif kaynak arayışında bulunulabilir.
  • İlave üretim kapasitesini kullanmak tedarik zincirindeki dalgalanmaları yönetme konusunda faydalı olabilir.
  • Stoklar ve satışlar üzerinde gerçekleştirilecek inceleme ve değerlendirmeler sonrasında güvenli seviyede stok tutup risk azaltılarak dengenin sağlanması üzerinde çalışmalar yapılabilir.

Birleşme & Devralma İşlemleri:
Belirsiz ekonomi ve piyasa koşullarının uzun süren varlıkları, birleşme ve devralma faaliyetlerini çeşitli aşamalarında olumsuz etkilemekte ve bu girişimleri azaltmaktadır. Korona virüs salgınının da güncel dönemde Birleşme ve Devralma işlemleri üzerinde etkisini göstermesi söz konusu olabilecektir. Bu etkilere aşağıda başlıklar halinde kısaca değinmek istiyoruz.

  • Hedef şirketin strateji, işletme, finansal durum, likidite, müşteriler, tedarikçiler, masraflar, sözleşmeler ve teklifler gibi birçok yönden anlaşılabilmesini ve bu alanlardaki olası olumsuz etkiler ışığında değerlendirilebilmesini zorlaştırabilecektir.
  • Uluslararası Borsalarda yaşanan düşüş ışığında şirket değerleri esaslı şekilde olumsuz etkilenmiştir.
  • Tedarik kanallarındaki zorluk, sürdürülebilir iş planını ve Hedef Şirketin operasyonel faaliyetini olumsuz olarak etkileyebilecektir.
  • Hedef şirketin ticaret ilişkisinde bulunduğu ülkelere göre şirket değerinin düşmesi söz konusu olabileceğinden bu durum değerlendirme faktöründe önemli bir sırada yer almaktadır.
  • Hedef şirket çalışanlarının kapanış işlemleri sonrası sahibi olacakları uzaktan çalışma gibi sağlık ve güvenlik hakları değerlendirilmesi zaruri ilave bir husus olarak göz önünde bulundurulmalıdır.
  • Hedef şirket nezdinde gerçekleştirilecek hukuki ve mali incelemeler kapsam itibariyle belirsizlik kazanabilecek ve söz konusu araştırmaların tamamlanma süreleri kestirilemez hale gelebileceğinden, Korona virüs salgını etkilerinin azımsanmayacak dereceden devam ettiği süreçte işlemin kapanışa giden süreci etkilenebilecektir.
  • Seyahat ve etkinliklerin Korona virüsten etkilenmesi ve bazı hallerde bazı devlet dairelerinin kapanması gibi durumlar kapanış anlaşmalarında gecikmelere neden olabilir.

Esaslı Olumsuz Etki Tanımının Genişlemesi: Korona virüs salgınının Birleşme ve Devralma işlemlerine olumsuz etkisini aza indirgemek adına salgının Hisse Devir Alım Sözleşmeleri içerisinde yer alan Esaslı Olumsuz Etki klozu (“Material Adverse Change” – “MAC”) içerisinde düzenlenmesi önem arz etmektedir. MAC Klozu Birleşme ve Devralma işlemlerinde, İşlem taraflarının alım (genellikle) veya satış kararlarını etkileyebilecek mahiyette esaslı önemli bir olumsuz değişiklik ya da vakıa, önemli bir olumsuz olay, bir şirketin değerini oluşturan koşullardaki bir değişiklik olarak tanımlayabiliriz. Bu maddede yapılacak düzenlemeler kapsamında esaslı olumsuz etki içerisinde tanımlanan olayın gerçekleşmesi ile birlikte Birleşme ve Devralma işlemlerine taraf Alıcı, Hisse Devir Alım Sözleşmesinde düzenlenen vazgeçme haline bağlı yaptırımlar uygulanmaksızın söz konusu işlemden vazgeçme hakkına sahip olacaktır.

Korona virüs salgının olumsuz etkilerini bertaraf edebilmek adına aşağıdaki çözüm önerileri değerlendirilebilecektir.
  • Krizin oluşturduğu beklenmeyen çalkantılar içinde devralma süreçlerinde hızlı raporlama işlemlerinin kurgulanması, böylelikle işin nasıl etkilendiğinin tespiti ve riskten kaçınma noktalarının anlaşılarak operasyonların hangi hızda toparlandığının saptanması faydalı olacaktır.
  • Hukuki/Mali inceleme süreçlerini sağlıklı ve aksama olmadan gerçekleştirebilmek, iletişimde meydana gelebilecek kopuklukları önlemek için güvenli dijital bilgi aktarımı sağlayan sanal veri odası kullanımının yaygınlaştırılmasının önem taşıdığı kanaatindeyiz.
  • Hedef şirketler bakımından yapılacak araştırmaların kapsam ve detayları yeniden gözden geçirilmeli, bahsedilen hususlara ilişkin yakından inceleme gerçekleştirilmelidir.
  • Hisse Alım Sözleşmelerinde Esaslı Olumsuz Etki tanımları yeniden gözden geçirilmelidir.

İstihdam ve İş Sağlığı Güvenliği:
Korona virüs salgınının en önemli izdüşümlerinden birisi istihdam ilişkisinde kendisini göstermektedir. Ufak ve büyük çaplı şirketler binlerce çalışanı ile riskli bir ortam yaratmakta olup, Korona virüsün yayılması ve salgının büyümesinin engellenmesi amacıyla çeşitli önlemler alınmalı ve işyerinde İşverenlerin başvurması gereken tedbirlerin önemini negatif bir tartışma ışığında ele almak isteriz.

Bir çalışana işyerinde veya görev ifası esnasında Korona virüse yakalanması iş kazası addolunur mu?

Korona virüs salgınına yakalanan bir çalışanın iş kazası kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği başta gelen tartışma konuları arasında yer almaktadır. Geçmiş yıllarda verilen Yargıtay kararları incelendiğinde, her ne kadar çalışması sırasında salgın hastalığa yakalanan bir çalışanın iş kazasına uğradığı görüşünün varlığı dikkat çekse de karşılaşılacak her bir durumun kendi içinde ve kendi şartları dâhilinde irdelenmesi gerekmektedir. Bu bakımdan salgından etkilenen her işçinin iş kazası kapsamında değerlendirilmesi doğru olmayacaktır.

İşyerinde Önleyici Tedbirler:
  • Tüm işletmelerin İSG kurullarını toplayarak durumu her ayrıntısıyla değerlendirmesi, işyeri ve çalışma alanlarında alınacak önlemleri belirlemesi, Dezenfektanların temini, konumlandırması, hijyen kurallarının takibi, maske temini gibi kararlar alınması ve ivedilikle hayata geçirilmesi gerekmektedir. İş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimi ile birlikte çalışılarak hijyen ve temizlik konularında gerekli tedbirler alınmalıdır.
  • İşletmelerin çalışanlarına Korona virüs hastalığının belirtileri ve hastalıktan korunma yöntemleriyle ilgili bilgilendirme yapması ve duyurması yarara olacaktır.
  • İşyeri hekimlerinin tüm çalışanları gözetim altında tutması ve mevzuat kapsamında belirli süreler dâhilinde yapılması gereken sağlık kontrollerinin ve periyodik muayenelerin arttırılarak virüs tanılarının ve tespitinin yapılması önem arz edecektir. Ancak bu eylemlerin tamamının işyeri hekimi gözetiminde gerçekleştirilmesi gerektiğinin altını çizmek isteriz.
  • Virüs riski olan ülkelere veya şehirlere seyahat zorunluluğu olan personellerin, 14 gün kuralına riayet edilerek çalışma alanlarına dönmelerine dikkat edilmesi gerekecektir. Tekrar işe başlamada ise hekim onayı veya tam teşekküllü olarak temin edilecek çalışabilir sağlık raporunun alınması koruyucu önlem olarak önerilenler arasındadır.

Tedbirlerin Uygulanması Esnasında Ortaya Çıkabilecek Komplikasyonlar:
  • Çalışanların yurt içinde ve/veya yurtdışında gerçekleşecek toplantılara ve iş seyahatlerine katılmak istememesi durumları söz konusu olabilir.
  • Yurtdışından dönen çalışanın on dört gün süreyle işyerine gelmemesi için alınacak önlem kapsamında ücretsiz izin kullandırılması durumunda uyuşmazlık çıkabilir.
  • İşçinin, işverenin sağlık amaçlı maske takılması talimatına uymayıp işyerinde maske takmaması veya tersi bir durum olan işçinin işverenin maske takmaması yönündeki talimatına uymayıp sağlık amaçlı maske takması söz konusu olabilir.
  • İşverenin kendi inisiyatifiyle işyerini kapatması durumunda işçilere ücret ödemek istemeyebilir.

Riski Aza İndirgemem Yolunda Yasal Mevzuat Çerçevesinde Takip Edilebilecek İmkanlar:
Bilinçlendirme ve Eğitim: Çalışanlar, verilecek eğitimlerle hastalık konusunda bilinçlendirilmelidir. Korona virüsün etkilerinin 14 gün sonra ortaya çıktığı bilgisi göz önünde bulundurularak hastalık riski taşıdığı düşünülen çalışanlar söz konusu bu süre boyunca evde bulunmaya teşvik edilmelidir. DSÖ veya Sağlık Bakanlığı gibi kuruluşlardan gelen ücretsiz malzemelerden yararlanarak bilgilendirme tabelalarının asılmasını tavsiye edilmektedir.

Evden Çalışma Uygulaması:
  • Özellikle, yakın zamanda yurtdışında bulunmuş çalışanların, performanslarının minimum etkileneceği şekilde bir düzenlemeyle evden çalışmaya yönlendirilmeleri yerinde olacaktır. Bu durumda çalışanlar için uzaktan çalışma prosedürlerinin belirlenmesi, iş akışlarının net bir şekilde açıklanması ve evden çalışacak kişilere ilişkin iş sağlığı ve güvenliği yönünden de tedbirlerin alınması gerekecektir. Mevcut yasal düzenlemeler kapsamında direkt olarak evden çalışmaya yönelik hükümler bulunmamakla birlikte 4857 sayılı İş Kanunu kapsamında uzaktan çalışma hususunun düzenlendiğini bu noktada belirtmek faydalı olacaktır. Uzaktan çalışmaya geçiş için öncelikle işyerinde ilan yapılması, uzaktan çalışma yapılacak sürelerin ve çalışma şeklinin ilanda belirtilmesi ve sonrasında bu ilana istinaden işçilerden yazılı muvafakatname metni alınarak bu metinlerin özlük dosyalarında saklanması tavsiyeler arasındadır.
  • Uzaktan çalışma kapsamında çalışacak personellerin evlerinde görevlerini ifa etmeleri sırasında iş ile ilgili geçirecekleri kazalar da iş kazası olarak değerlendirileceği için işverenlerin bu konuda çalışanları bilgilendirmeleri oldukça önemlidir. Uzaktan çalışma yoluna gidecek işverenlerin iş sağlığı ve güvenliği yönünden çalışanlarını bilgilendirmeleri ve bu bilgilendirmelere ilişkin olarak çalışanların onaylarını almaları gerekmektedir. Her ne kadar ev ortamı direkt olarak işyeri sayılmasa ve işverenin ilk elden müdahale yetkisi olmasa da, personellere sağlanan ekipmanlar nedeniyle kazanın meydana gelmesi gibi hallerde –örneğin personele temin edilen elektronik aletlerdeki arızalar nedeniyle personelin evdeki çalışması sırasında akıma kapılması vb.- iş kazası ile karşı karşıya kalınması ihtimal dâhilinde olduğundan bu tür ekipmanların düzenli olarak kontrolden geçirildiğine emin olmak da risklerin minimize edilmesini sağlayacaktır.
  • Uzaktan çalışma kapsamında personeller, kendilerine evde bir sınırlandırılmış ve İş Sağlığı ve Güvenliği kurallarına uygun bir çalışma ortamı yaratmaları konusunda yönlendirilmeli, özel hayatın gizliliği kapsamında çalışan tarafından izin verilmesi halinde, personelin evindeki çalışma ortamı (havalandırma, ışık, çalışma yeri, sandalye ve masası, çalışana sağlanan ekipmanların arızalı olup olmadığı) İSG kuralları bakımından yerinde denetlenmelidir.

Ücretli İzin Uygulaması: Çalışanların bir bölümüne yıllık ücretli izin kullandırılarak kalabalık işyeri ortamı daha risksiz hale getirebilir. Bilindiği üzere yıllık iznin yıl içerisinde ne zaman kullanılabileceği işveren tarafından belirlenmekte olup işverenin bu hakkını iyi niyet kuralları çerçevesinde kullanması gerekmektedir. Bu noktada personellere yıllık izin kullandırılması yoluna da gidilmesinin mümkün olduğunu belirtmekte fayda görülmektedir. İşverenlerin yıllık izin kullanılacak tarih aralığını işçiye yazılı olarak tebliğ etmeleri yeterli olacaktır.

Kısa Çalışma Uygulaması: İşyerlerinde uygulanacak ileri bir yöntem olarak kısa çalışma uygulaması ve kısa çalışma ödeneği de söz konusu olabilir. Kısa çalışma uygulaması, genel ekonomik, sektörel, bölgesel kriz veya zorlayıcı sebeplerle işyerindeki haftalık çalışma sürelerinin geçici olarak en az üçte bir oranında azaltılması veya süreklilik koşulu aranmaksızın işyerinde faaliyetin tamamen veya kısmen en az dört hafta süreyle durdurulması hallerinde, işyerinde üç ayı aşmamak üzere (Cumhurbaşkanı kararı ile 6 aya kadar uzatılabilir.) sigortalılara çalışamadıkları dönem için gelir desteği sağlayan bir uygulamadır. Genel olarak ekonomik sebepler ile söz konusu uygulamanın gündeme gelmesi öngörülmekteyse de, tanımda bahsi geçen zorlayıcı sebepler, işverenin kendi sevk ve idaresinden kaynaklanmayan, önceden kestirilemeyen, bunun sonucu olarak bertaraf edilmesine imkân bulunmayan, geçici olarak çalışma süresinin azaltılması veya faaliyetin tamamen veya kısmen durdurulması ile sonuçlanan dışsal etkilerden kaynaklanan dönemsel durumları ya da deprem, yangın, su baskını, heyelan, salgın hastalık, seferberlik gibi durumları içinde barındırmaktadır. Kısa çalışma uygulaması sırasında işçilere kısa çalışma ödeneği ödenmekte ve işçilerin genel sağlık sigortası primleri karşılanmaktadır. Kısa çalışma ödeneği uygulamasına geçilebilmesi için işverenin bu yönde gerekçelerini açıklayarak bağlı bulunduğu İŞKUR müdürlüğüne başvuruda bulunması gerekmektedir. İŞKUR tarafından başvurunun uygun bulunması halinde bu uygulama hayata geçirilebilecektir.

Ücretsiz İzin Uygulaması: İşverenin çalışanın rızası hilafına çalışanı ücretsiz izne çıkarması Yargıtay içtihatları kapsamında iş sözleşmesinin eylemli feshi olarak nitelendirilmektedir. Çalışana ücretsiz izin verilebilmesi için işveren tarafından ücretsiz izin teklifinde bulunulması ve 6 iş günü içerisinde çalışandan bu hususta yazılı olarak onay alınması gerekmektedir. Çalışanların ücretsiz izin için onayı bulunmadığı takdirde çalışanlara ücretli izin verilmesi veya evden çalışma yaptırılması seçenekleri değerlendirilebilir.

Perakende Sektörü ve Kira Sözleşmeleri:
Dünyayı etkisi altına alan Korona virüs salgını farklı sektörleri farklı şekilde etkilemektedir. Örneğin hızlı tüketim ve e-ticaret sektörü dönemsel panik satın alımlarının esaslı şekilde artışı karşısında olumlu etkilenirken perakende sektörünün offline kanatta olumsuz etkilenmekte olduğu açıktır. Tedarik kanallarında yaşanan ciddi sorunlar, çalışanlar ve işyerlerinin durumlarına ilişkin belirsizliklerin yanı sıra perakende sektörünü zorlayan bir diğer husus da kira sözleşmeleri konusunda kendisini göstermektedir. Korona virüs salgınından korunmak için alışveriş merkezi (“AVM”) veya flagship mağazaların bulunduğu kalabalık cadde ortamından uzak durmaya çabalayan tüketicilerin, mağazalara olan ziyaretlerini azaltmaları sebebiyle, mağaza satışlarında düşüşler yaşanmakta ve bu durum kira ilişkisi ve sürdürülebilirlik bakımından farklı sonuçlar doğurmaktadır.

Korona virüs salgının etkisiyle beraber perakende sektöründe faaliyet gösteren işletmeler yönünden içinde bulundukları kira sözleşmeleriyle ilgili sorunlarla karşılaşılması mümkündür. Kamu sağlığı tedbirleri kapsamında ve/veya AVM ve mağazalara yönelen ziyaretçi/müşteri sayıları (footfall) azaldığından mağazaların belirli süre için kapatma veya daha düşük kapasiteyle faaliyet görme konusu gündeme gelebilir. Bu durumda ilgili kira sözleşmeleri bakımından mücbir sebep uygulamaları gündeme gelebilecektir.

Mağaza satışlarındaki düşüşler karşısında cironun azalması sebebiyle, asgari/sabit kira bedellerinin perakende sektörü bakımından ağırlaşması ve hatta ciro kiralarının dahi asgari kiranın çok altında kalabilmesi mümkün olabilecektir. Diğer taraftan yatırımcı pozisyonundaki Kiraya Veren bakımından da kiralanan ve bulunduğu kompleksi ayakta tutabilmek, proje finansmanı kapsamında kredi veren Banka veya finans kurumlarına karşı yükümlülüklerini ifa etmek zarureti mevcuttur.

Perakende sektöründe markalar, alış veriş merkezi yatırımcıları, cadde mağaza yatırımcıları, banka ve finansal kurumlar sürdürülebilir yaşam döngüsünün birbirinden koparılamayacak halkaları olduğundan Tarafların hiçbirisinin öngöremeyeceği ve kontrolü dahlinde olmayan Korona virüs salgını gibi durumlardan ancak empati ve karşılıklı iyi niyetle Sözleşmelerin hükümleri ışığında diyalog yolu ile kira bedelinde uyarlama, geçici teşvikler, ödemesiz dönemler, salt ciro kirası uygulama gibi alternatif esnek çözümlerle sürdürülebilir ilişkinin güven içerisinde temini yolu tercih edilmelidir. Zira salgın eninde sonunda yenilecek ancak sektörün yaşam döngüsünün tarafları birbirlerine sürekli olarak ihtiyaç duyacaklardır.

Sigorta İlişkileri:
Sigorta şirketleri, Korona virüs dolayısıyla sağlık, turizm, lojistik ve ulaştırma gibi sektörler bazında kayba uğramakta olup öncelikli durumları takiben sanayi ve imalat sektörüne de yansımalarının olacağı beklenmektedir. Diğer bir yandan, mücbir sebepler neticesinde operasyonların yavaşlaması/durması ve gelirin düşmesi, rizikosunu teminat altına alan işyeri paket sigortalarının aynı güvenceyi Korona virüs konusunda sağlayıp sağlamayacağı kapsamları bakımından iş dünyasını düşündürmektedir.

Sağlık sigortası bakımından Korona virüs salgını ve ilişkili hastalıkların teminat kapsamı dâhilinde olup olmadığı tartışmalıdır.

İşyeri sigortalarında Korona virüs salgını sebebiyle üretim aksaması ya da durması dolayısı ile gelir kaybı teminatı uygulanıp uygulanmayacağı tartışmalıdır.

Bu olumsuzlukların yansıması git gide belirgin hale gelmeye başlamış olup, yurtdışına çıkışlarda zorunlu hale getirilen seyahat sağlık sigortaları, uluslararası fuarlar ve etkinliklerin iptal edilmesi ve seyahat sınırlamaları dolayısıyla iptal edilmeye başlanmıştır. Turizm şirketleri de yine tüketiciler için yaptıkları paket tur sigortalarını iptal etme girişimlerinde bulunmakta olup Korona virüs salgını etkilerinin İşyeri Paket Sigortaları kapsamı içinde değerlendirilip değerlendirilmemesi hususu tartışma konusudur.

Kişisel Verilerin Korunması
Korona virüs salgını ile birlikte edinilmek istenen bilgiler dikkate alındığında Kişisel Verilerin Korunması mevzuatının da göz önünde bulundurulması ve tedbir alımı sırasında söz konusu mevzuatın ihlalinden kaçınılması gerekmektedir. Şöyle ki; işveren tarafından işyerine giriş esnasında ziyaretçilerine, çalışanlarına, taşeron firma çalışanlarına ve ilgili kişilere yalnızca Korona virüsten etkilenen ülkelerde bulunup bulunmadıkları hususuna ilişkin olarak soru yöneltmeleri gündeme gelebilecektir.

İşverenin ziyaretçilerinden, çalışanlarından, taşeronlarından ve ilgili kişilerden Korona virüs semptomlarının görülüp görülmediğine dair bilgi isteme ihtiyacı, Korona virüs şüphesiyle işyerinde basit tıbbi müdahaleler gerçekleştirme, karantina altına alma gibi karar alma niyeti söz konusu olabilecektir. Tüm bu ihtimaller doğrultusunda, Kişisel Verilerin Korunmasına yönelik adımlar da dikkatle atılmalıdır.

6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu uyarınca, sağlık verileri özel nitelikli kişisel veri olarak nitelendirilmiş olup bu doğrultuda sağlık verileri ancak veri sahiplerinin açık rızasının mevcut olması halinde işlenebilmektedir.

Aynı zamanda sağlık verileri, kamu sağlığının korunması, koruyucu hekimlik, tıbbî teşhis, tedavi ve bakım hizmetlerinin yürütülmesi, sağlık hizmetleri ile finansmanının planlanması ve yönetimi amaçlarıyla, ancak sır saklama yükümlülüğü altında bulunan kişiler veya yetkili kurum ve kuruluşlar tarafından ilgilinin açık rızası aranmaksızın işlenebilecektir.

Bu doğrultuda işveren tarafından yalnızca iş yeri hekimleri aracılığıyla çalışanların sağlık verileri işlemeye konu edilebilecektir. Başla bir ifadeyle, her ne kadar salgın hastalık ile karşı karşıya kalınsa da işveren tarafından çalışanlara doğrudan sağlık durumuyla ilgili herhangi bir soru yöneltilemeyecektir.

Korona virüs semptomlarının görülüp görülmediğine dair işveren tarafından çalışanlardan bilgi talep edilmek istenmesi halinde, bu soruların işyeri hekimlerince çalışanlara yöneltilmesi gerekmektedir. İşyeri hekimlerinin mevcut olmadığı hallerde ise, çalışanların konuya ilişkin açık rızalarının alınması, rıza vermeyen çalışanlara ise herhangi bir soru yöneltilmemesi uygun olacaktır.

Ayrıca, işyerindeki sağlık ortamının korunması adına işveren tarafından herhangi bir şekilde basit tıbbi kontroller gerçekleştirilmemesi (ör. İşe giriş anında çalışanların ateşlerinin ölçülmesi vs.) veya işçilerin karantina altına alınması yönünde karar alınması gibi herhangi bir uygulamanın gerçekleştirilmemesi ancak böyle bir uygulamanın işveren tarafından uygulanmak istenmesi halinde ise, mutlaka sır saklama yükümlülüğü altında olan işverenler tarafından bahsedilen adımların atılması öneriler arasındadır.

MORAL & PARTNERS

[1] Ticari markalar ve Şirket unvanları basında yer alan aleni bilgilerden alıntıdır.
Benzer Makaleler
Bu yazımızda yenilebilir enerji kaynaklarından elektrik üretimini hukuki yönler başta olmak üzere bir çok açıdan ele aldık.
2023 yılında Rekabet Kurumu’na bildirilen işlemlere ilişkin olarak, Rekabet Kurumu (“Kurum”) Ekonomik Analiz ve Araştırma Dairesi Başkanlığı tarafından hazırlanan 2023 yılı Birleşme ve Devralma Görünüm Raporu (“Rapor”), 5 Ocak 2024 tarihinde, Kurum’un internet sitesinde yayımlanmıştır.
Türk Rekabet Kurumu (“Kurum”) tarafından Birleşme ve Devralma rejimini diğer mehaz Avrupa Birliği (“AB”) hukuklarıyla yeknesak kılmak adına 1997/1 sayılı Rekabet Kurulu’ndan İzin Alınması Gereken Birleşme ve Devralmalar Hakkında Tebliğ’i yürürlükten kaldırılarak
Türk Borçlar Hukuku ve Ticaret Hukukunda, konsinye satış şartı ve konsinye satış sözleşmesi diye anılan sözleşme türü açıkça düzenlenmemiş bir kavram olup sözleşme serbestisi kapsamında uygulama ve öğretide gelişmiş, yargı kararları ve ikincil hukuk kaynaklarında sıkça ifade bulmuş bir kavramdır.
İnternet, günümüzde enformasyon ve iletişim teknolojilerinde meydana gelen gelişmelerle birlikte, ekonomiye yön veren en önemli platformlardan biri haline gelmiştir.
Rusya ve Ukrayna arasında bir süredir gözlemlenmekte olan diplomatik gerginlik ve zıtlaşmaların yerini sıcak çatışma ve Rusya tarafından bazı Ukrayna topraklarının işgaline bırakması ile birlikte, Dünya ülkeleri bu duruma tepkiler göstererek Rusya’ya karşı çeşitli yaptırımlar uygulamaya başlamıştır.
2021 yılı, Türk Rekabet Hukuku bakımından birçok ilke imza atılan bir yıl oldu. Geçtiğimiz son 10 yıldaki gelişmelere kıyasla, 2021 yılında, sadece 1 yıl içinde, Türk Rekabet Hukuku uygulamasına, çeşitli içtihatlar ve mevzuat oluşumları aracılığıyla ciddi bir ivme kazandırıldı.
Türk Borçlar Kanununun en önemli düzenlemelerinden biri olan satış sözleşmelerinde üzerinde durulması gereken en önemli konu satışın yapılmasından sonra satılan üründe ayıp ortaya çıkması ve ayıp halinde alıcının hakları ile satıcının yükümlülüklerinin neler olduğudur. Bu yazımızda da özel olarak ayıp halinde tarafların hak ve yükümlülükleri ile bunlar için düzenlenmiş şekil şartlarından bahsedilmektedir.
İstem konusunun bölünebilir olduğu durumlarda tamamının değil, yalnızca belli bir kesiminin dava edilmesi halinde kısmi dava söz konusu olmaktadır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (“HMK”) 107. maddesinde yapılan düzenleme ile talep sonucunun belirlenemediği hallerde kısmi davaya nazaran daha kolay bir yol olan belirsiz alacak davası seçeneği getirilmiş, böylelikle alacaklıya, alacağının belirlenebilen kısmı üzerinden harç yatırarak açacağı dava kapsamında karşı tarafın iznine veya ıslah yoluna başvurmasına gerek olmadan talep sonucunu kesin olarak belirleme olağanı tanınmıştır.
Ticari hayatta teşebbüsler, faaliyet içerisinde bulunduğu diğer sektör oyuncularından olan alacaklarını tahsil etmek adına alacaklarını taşınmaz ipoteği ile teminat altına alma yöntemini sık sık tercih etmektedir.
“Takas Edilemez/Değiştirilemez Jetonlar’ın ("NFT"- Non-Fungible Token) kullanımının blok zincir teknolojisi ile yaratıcı fikri mülkiyeti birleştirmede kazandığı popülerlik günbegün artmaktadır.
Ticari hayatta teşebbüslerin faaliyetlerini baskı altında olmaksızın serbesti ile gerçekleştirebilmesi, teşebbüslerin bulunduğu pazardaki varlığını koruyabilmesinin yanında son alıcı olan tüketicilerin adil fiyatlandırma ve kaliteli ürün dengesinde piyasaya sunulmuş son üründen faydalanabilmesi açısından da önem taşımaktadır.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın (“Bakanlık”) İş Yerlerinde Covid-19 Tedbirleri başlıklı duyurusu (“Duyuru”) 3 Eylül 2021 tarihinde Bakanlık internet adresinde yayımlanmıştır.
Yazımız kapsamında, En Çok Kayrılan Müşteri koşulunun tanımı ile ticaret hayatındaki temel fonksiyonu ve Türk Rekabet Hukuku kapsamındaki yeri değerlendirilecektir.
Bu makale İcra ve İflas Kanunu’nda Değişiklik Yapan Torba Kanu’nun ne getirdiğine değinmektedir.
2019 yılı Aralık ayından beri hayatımızda yer alan Koronavirüs (“Covid-19”) ile birlikte maskeli, sosyal mesafeli yaşam tarzı yeni normal haline geldi.
Avrupa ve Amerika’da yaklaşık kırk yıla yakın bir süredir uygulanan uyuşmazlık çözüm yöntemi olan arabuluculuk kurumu günümüzde ülkemizde de en sık kullanılan alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerinden birisidir.
Arabuluculuk Sonucunda Yapılan Milletlerarası Sulh Anlaşmaları Hakkında Birleşmiş Milletler Konvansiyonu’nun (“Singapur Konvansiyonu/Konvansiyon”) Onaylanması Hakkında Karar (“Karar”), 22 Nisan 2021 tarihli ve 31462 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Karar ile beraber, Konvansiyon’a ilişkin iç hukuk onay süreci tamamlanmış olup; Türkiye’nin onayı, 22 Ekim 2021 tarihine kadar Birleşmiş Milletler’in New York’ta bulunan merkezine tevdii edilecektir.
Abonelik Sözleşmesinden Kaynaklanan Para Alacaklarına İlişkin Takibin Başlatılması Usulü Hakkında Kanun (“Kanun”), 19 Aralık 2018 tarihli ve 30630 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Kanun uyarınca, arabuluculuk ile ilgili oldukça önemli düzenlemeler mevcuttur. 1 Ocak 2019 tarihi itibariyle yürürlüğe girecek olan düzenleme uyarınca konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat taleplerine ilişkin ticari davalarda arabuluculuk dava şartı haline getirilmiştir.
“Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karara (“Karar”) İlişkin Tebliğ’de (Tebliğ No: 2008-32/34) (“Tebliğ”) Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (Tebliğ No: 2018-32/51)” (“Değişiklik Tebliği”) 6 Ekim 2018 tarihli ve 30557 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak, yayımı tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Kaynağını İsviçre Federal İcra ve İflas Kanunu’ndan alan ve yürürlüğe girdiği 1932 yılından beri metninde birçok kez değişiklikler yapılan 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nda Türkiye’de toplumsal ihtiyaçların değişmesi ve genel ekonomide meydana gelen gelişmeler sebebiyle, mali yönden güçlük yaşayan şirketlerin faaliyetlerinin devam etmesi bir başka deyişle iflas etmelerinin önüne geçilmesi amacıyla bazı kurtuluş çarelerine yer verilmişti. Bunlara örnek olarak “mal varlığının terki suretiyle konkordato”, “iflasın ertelenmesi” ve “uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırma” verilebilir. Her ne kadar kanunda birden fazla kurum yer alsa da, özellikle “iflasın ertelenmesi” dışındaki kurumların işleyişine ilişkin maddelerin süre ve usul bakımından uygulanmasında yaşanan zorluklar sebebiyle ticari anlamda güç durumda olan tacirler son yıllarda sadece “iflasın ertelenmesi” kurumuna başvurmakta idi. Bu kurum yıllar geçtikçe amacından sapmış ve erteleme talep eden tacirin mali durumunu iyileştirmekten çok, alacaklıların alacaklarına kavuşmasına engel olan ya da sürüncemede bırakan bir kurum haline gelmiştir.
Elektronik ticaretin günümüzdeki önemi tartışılmaz. E-ticaret hacminin gittikçe arttığı bugünlerde, e-ticaret işlemlerinde Rekabet Hukukunun da geliştiğini görüyoruz.
Çeşitli gelişmeler karşısında ülke ekonomisinin büyüme hızını arttırmak ve bu suretle kalkınmasını sağlamak için dünyadaki ekonomik ve politik riskler ile yakın coğrafyamızda yaşanan bölgesel olayların ekonomi üzerindeki muhtemel etkisini bertaraf etmek ve müteşebbislerin iş ve yatırım kararlarına daha sıhhatli bir şekilde odaklanmalarına imkan sağlamak, AR-GE faaliyetlerinin desteklenmesi ve ülkemize yönelik yatırımların arttırılması amacıyla, özel sektörün kamuya olan borç yükünün azaltılarak borçlara taksitle ödeme imkanları getirilmekte ve ihtilafların sulh yoluyla sonlandırılmasını ve vergi incelemesinde olan konuların dava yoluna gidilmeksizin çözümlenmesini sağlamak üzere çeşitli düzenlemeler yapılmaktadır.
Yüzyıllardır Aile Şirketlerinde sürdürülebilirliği sekteye uğratan faktörlerden başlıcası hissedarlar arası uyuşmazlıklar olmuştur. Aile büyüdükçe hissedarlık tabanının da genişlemesi, daha fazla hissedar ve daha fazla çatışan görüş ortaya çıkaracaktır. Genişleyen hissedarlık yapısı içerisinde hissedarlardan birisinin payını 3. kişiye devir suretiyle çıkış planı gibi iradi sebepler ya da hissedarlardan birisinin kaybı, boşanması veya payının cebri icra yolu ile alacaklı bir başka kurum ya da kişiye intikali neticesinde Şirketin kurumsal yapısı ile bağdaşmayabilecek hissedarların Şirkete girişinin önü açılabilecek; Şirket operasyonlarını etkileyebilecek kilit durumlar dahi ortaya çıkabilecektir. Şirketler nezdinde gerek iradi gerekse irade dışı pay devirlerine karşı getirilecek bazı sınırlamalar veya mevzuatın çok başvurulmayan bazı enstrümanları Aile Şirketlerinde hissedarlık yapısının korunması ve Şirketin sürdürülebilirliğe giden yolda ilerleyişini kolaylaştırmaktadır.
Son yıllarda en büyük şirketlerden küçük işletmelere kadar hedef ayırt etmeksizin giderek artan siber saldırıların global olarak yol açtığı zararların 2021 yılından itibaren yıllık 6 trilyon dolara çıkması beklenmektedir. İletişim, hizmet ve para akışının sanal ortama taşındığı dünyamızda hem özel sektör hem de kamu kurum ve kuruluşları için siber tehditler varlığını giderek daha fazla hissettirmektedir.
Mali Suçları Araştırma Kurulu (“MASAK”) tarafından hazırlanan Kripto Varlık Hizmet Sağlayıcıları İçin Suç Gelirlerinin Aklanmasının ve Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Yükümlülüklere İlişkin Temel Esaslar (“Kripto Varlık Hizmet Sağlayıcıları Rehberi”) 4 Mayıs 2021 tarihinde MASAK internet adresinde yayımlanmıştır.
İlk kez 2020 arifesinde rapor edilen ve 2020’nin ikinci çeyreğine girilmesiyle bir pandemiye dönüşen COVID19 toplumları her seviyede etkileyerek yaşam tarzlarını ve iş yapma süreçlerini sekteye uğrattı, zaman zaman askıya alınmasına sebep oldu, ya da hızlı bir değişime zorladı.
Tüm Dünyayı ve dolayısıyla da ülkemizi de etkisi altına alan ve özellikle de perakende, lojistik, sağlık, otomotiv, tekstil gibi sektörlerin işleyişinde ve sürekliliğinde aksamalara sebep olan COVID-19 salgınından en çok etkilenen sektörlerin başında perakende sektörü gelmektedir.
COVID-19 salgını çerçevesinde alınması gereken acil durum önlemleri kapsamında icra ve iflas işlemleri yönünden de tedbir alınması gerekmiş, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (“Kanun”) “II-FEVKALADE HALLERDE TATİL” üst başlığını taşıyan, “İcra takiplerinin durdurulması halleri” başlıklı 330. maddesindeki “Salgın hastalık, umumi bir musibet veya harb halinde Cumhurbaşkanı karariyle memleketin bir kısmında veya bazı iktisadi zümreler lehine muayyen bir müddet için icra takipleri durdurulabilir.”
16.03.2020 tarihli yayınımızda da belirtmiş olduğumuz üzere Korona virüs evrensel adıyla COVID-19 (“Korona virüs”) salgınının en önemli izdüşümlerinden birisi işçi – işveren istihdam ilişkisinde kendisini göstermektedir.
Evrensel adıyla COVID-19 (“Koronavirüs”) olarak bilinen Koronavirüs’ün sebep olduğu salgın hastalık, 2019 yılı Aralık ayında Çin’in Wuhan şehrinde ilk kez görülmesinin ardından kısa bir zaman içerisinde tüm dünyayı hem sağlık hem de ekonomik anlamda etkisi altına almıştır.
Korona virüs salgınının global etkisi, küresel krize neden olabilecek nitelikteki çeşitli alan ve sektörlerde yarattığı olumsuz yansımalar, şirketlerin ticari anlaşmaları ve edimlerin ifası yönünden oldukça önemli sonuçlar doğurmaktadır.
COVID-19 (“Koronavirüs”), tüm dünyayı etkisi altına almaya devam etmektedir. Ticaret dünyasında covid-19 salgının olumsuz yansımalarını en derinden hisseden alanlardan birisi perakende sektörüdür.
Covid-19 Salgın sürecinde gerek işverenler gerek ise sağlık kuruluşları tarafından birtakım önlemler alınmakta olup pandemi ile mücadele edilmesi sebebiyle, özellikle sağlık verileri başta olmak üzere pek çok kişisel verinin işlenmesi zaruri hale gelmiştir.
Dünya Sağlık Örgütü (“DSÖ”) tarafından 11.03.2020 tarihinde “Pandemi (salgın)” olarak nitelendirilen Covid-19 virüsünün (“Koronavirüs”) işveren-çalışan ilişkilerini üst düzeyde etkilediği şu günlerde, her çalışan ve işverenin gündemine aldığı konulara dair değerlendirmelerimizi sıkça sorulan sorular formatında bu yazımızda paylaşıyoruz.
COVID-19 salgını sebebiyle alınması gereken acil durum önlemleri kapsamında icra ve iflas hukuku işlemleri yönünden 2279 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile tedbirlerin usul hukukuna ve diğer uygulamalara etkileri bakımından ise 7226 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 20.12.2009 tarihli 5941 sayılı Çek Kanunu’na Geçici 5. Madde eklenerek önemli yenilikler getirilmiştir.
COVID-19 salgını sebebiyle alınması gereken acil durum önlemleri kapsamında ülkemizin de içerisinde bulunduğu süreç sebebiyle birçok konu başlığı yönünden gerekli önlemler alınmış olmakla birlikte, çalışan ve işveren ilişkileri de alınan işbu önlemlerden etkilenmiştir.
Bilindiği üzere, sosyal medya konusundaki yasal düzenlemeler Türkiye’nin gündeminde her zaman önemli bir yere sahip olmuştur.
Teknoloji hayatımızda gün geçtikçe daha büyük bir yer kaplamakta. Bu sayede, artık en basit günlük alışverişlerimizi bile internet üstünden sağlamaya başladığımız yadsınamaz bir gerçek haline geldi. Bu doğrultuda, erişilebilirlik, hız, çeşitlilik gibi kavramlar yaşantımızın daha da önemli bir parçası oldular.
Şirket hisselerin devrinde olduğu gibi ticari hayatın süregelen akışında gerçekleşen işlemlerde vergisel boyut oldukça önemli bir yere sahip olup ticari hayatta atılacak adımlar vergisel anlamdaki sonuçları ile değerlendirilmektedir. Şirket hisse devirlerinde ortaya çıkan kazancın vergisel sonucunu hissedar lehine çevirmek için mevzuat düzenlemeleri dikkatle incelenmeli ve atılacak adımlar buna göre belirlenmelidir.
Günümüzde tüketiciler, satın aldıkları araçlar ile ilgili olarak karşılaştıkları arızaların yetkili servisler tarafından giderilmesini istemektedirler. Ancak, yetkili servisler tarafından bu talepleri yerine getirilmediğinde Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunu’ndan doğan seçimlik haklarını kullanmak maksadıyla yasal yollara başvurmaktadırlar. Bu haklarından bir tanesi de aracın ayıpsız misliyle değişimi yani yenisiyle değiştirilmesidir. İşte tam bu noktada önemle belirtmek gerekir ki, tüketicilerin her araç arızasında bu seçimlik haklarını kullanabilecekleri hatasına düştüklerini ve akabinde yargılama sonrasında hayal kırıklığına uğradıkları gözlemlenmiş olup, tüketicilerin bu haklarını hangi şartlar altında kullanabilecekleri ve aracın yenisi ile değişimine ilişkin hakkın kapsamına değinmek gerekmektedir.
Şirket kapanışı, bir şirketin tasfiye sürecine girmesiyle başlayıp Ticaret Sicilinden terkini ile son bulmaktadır. Tasfiye sürecine giren şirketler, birçok alanda farklı prosedürleri tamamlamakla yükümlü olup işbu Bilgi Notu şirketlerin tasfiye sürecinde Şirketler Hukuku ve İş Hukuku açısından göz önünde bulundurulması gereken hukuki risk ve unsurlara ilişkin olup genel bilgilendirme niteliğindedir. İşbu Bilgi Notu iki bölümden oluşmakla beraber ilk bölümde tasfiye süreci Şirketler Hukuku açısından, ikinci bölümde ise İş Hukuku açısından ele alınacaktır. Ayrıca, işbu Bilgi Notu’nun devamında “şirketin kapanmasına” ilişkin ifadeler hukuki olarak şirketin tasfiyesi olarak anlaşılmalıdır.
Taraflar, sözleşmeden doğan yükümlülüklerini ifa etmemelerinin önüne geçmek amacıyla sözleşmeyle ceza koşulu kararlaştırılabilir. Sözleşmede kararlaştırılacak ceza koşuluyla taraflar, ortaya çıkacak riskleri en aza indirgemeyi ve ifa alacaklısının korunmasını amaçlamaktadır.
Son yıllarda artan ivmeli gelişimi ile perakende sektörünün lokomotifi haline gelen Alışveriş Merkezleri(“AVM”), ülkemiz ekonomisi içinde önemli bir rol oynamaktadır. Ülkemizde AVM’ler yakaladığı giriş sayısı ve harcama miktarları ile ölçümlenen büyüme oranlarıyla Avrupa sıralamalarının da üst basamaklarında yer almaktadır. Bu gelişime paralel olarak, ülkemizde Avrupa Birliği müktesebatına uyum sağlanabilmesi ve perakende sektörü ile AVM’lerin de yasal düzleminin yaratılabilmesi için özel hukuki düzenlemelere ihtiyaç duyulmuştur. Bu bağlamda öncelikle, 29.01.2015 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6585 Sayılı Perakende Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun (“6585 sayılı Kanun”) ile perakende sektöründe genel hukuki bir çerçeve oluşturulmuş, ileride çıkarılacak yönetmeliklere ilişkin altyapı oluşturulmuştur.
“Koronavirüs (“Covid-19”) tüm dünyayı etkisi altına almaya devam ederken ticaret dünyasında salgının olumsuz yansımalarını en derinden hisseden alanlardan birisi olan perakende sektörü, Covid-19 sarmalında çalışanların sağlıklarını koruma, müşterilerini memnun etme ve bu zorlu dönemi minimum kayıpla atlatma amacıyla kurguladıkları planları hukuk filtresinden geçirmeye de özen göstermek durumundadır.
Kurumsal Yönetim uygulamaları ve kurumsal yönetimin özümsenmesinin Şirketlerin sürdürülebilirliğine etkisi tartışmasız olmakla birlikte Şirketler nezdinde etkin uygulamalar, finansmana erişime de olumlu etki etmekte; finansmana erişim de sürdürülebilirliği dolaylı olarak desteklemektedir.
6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (“TTK”) 367. maddesi uyarınca, anonim şirketlerde yönetim kurulu, hazırlayacağı ve yürürlüğe koyacağı bir iç yönerge ile şirketin yönetimine ilişkin birtakım yetkileri bazı yönetim kurulu üyelerine veya yönetim kurulu üyesi olmayan üçüncü kişilere devredebilmektedir.