Önerilen Aramalar

Yeşil Dönüşüm: Yeni İklim Kanunu ile Küresel Sorumluluktan Ulusal Yaptırıma

11.11.2025

Tüm Makaleler

1. Giriş

09.07.2025 tarihli ve 32951 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 7552 sayılı İklim Kanunu’nun (“Kanun”) yürürlüğe girmesiyle Türkiye’nin yeşil dönüşüm süreci resmen başlamış olup, Kanun’a bağlı olarak ilerleyen dönemlerde yayımlanacak ikincil düzenlemelerle uygulamaya yönelik usul ve esaslar belirlenecektir. Yeşil dönüşüm serimizin bu ilk yazısında, Kanun’un dayandığı hukuki çerçeve incelenerek, ulusal politikalar ve uluslararası yükümlülükler gibi Kanun’un temel unsurları ve dayanakları mercek altına alınacaktır.

Günümüzde iklim değişikliği, yalnızca çevre biliminin konusu olmaktan çıkmış; ticaret, enerji, finans ve hukuk başta olmak üzere çeşitli alanlarda yeni düzenlemelere ve uygulamalara yol açan küresel bir dönüşüm süreci halini almıştır. 1997 tarihli Kyoto Protokolü ile ilk kez gelişmiş ülkelere bağlayıcı emisyon azaltım yükümlülükleri getirilmiş, 2015 tarihli Paris Anlaşması ile tüm taraf devletler için ortak bir küresel sorumluluk çerçevesi oluşturulmuştur. Bu hedeflerin somutlaşması ise Avrupa Birliği’nin 2019’da ilan ettiği Yeşil Mutabakat ve 2023/956 sayılı Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (“SKDM”) Tüzüğü ile gerçekleşmiş; sürdürülebilir üretim, uluslararası ticaretin merkezine taşınarak bir ticari zorunluluk haline gelmiştir. Bu gelişmelerin bir yansıması olarak yürürlüğe giren Kanun ile Türkiye, hem Paris Anlaşması kapsamındaki taahhütlerini yerine getirmeyi hem de AB ile ticari uyumu sağlamayı hedeflemiş; böylece uluslararası yükümlülükleri ulusal yaptırıma dönüştüren ilk kapsamlı düzenlemeyi kabul etmiştir.


1.1. Paris Anlaşması

Paris Anlaşması, taraf devletler açısından yalnızca iklim değişikliğiyle mücadeleye yönelik bir çevre politikası metni değil, aynı zamanda küresel düzeyde sorumluluk paylaşımını kurumsallaştıran bağlayıcı bir uluslararası düzenleme niteliği taşımaktadır. Bugün 190’dan fazla ülkenin taraf olması, Anlaşma’yı çevre hukukunun en geniş katılımlı enstrümanı haline getirmiştir. Taraf devletlerin, Anlaşma kapsamında ve küresel iklim eylemine katkı sağlamak amacıyla yürüttükleri faaliyetleri içeren Ulusal Katkı Beyanları, artık tek taraflı niyet açıklamalarının ötesinde, uluslararası hukuk bakımından taahhüt niteliğindedir. Bu taahhütlerin düzenli raporlama ve bağımsız inceleme süreçlerine tabi tutulması, Paris Anlaşması’nı hukuken bağlayıcılığı sınırlı bir nitelikten çıkararak, fiilen uluslararası bir denetim mekanizması işlevi görmesini sağlamaktadır.

Küresel ölçekte bu sistem, devletlerin yalnızca kendi sınırları içerisindeki iklim politikaları bakımından değil, birbirleriyle olan ilişkilerinde de hesap verebilirlik düzeyini artırmaktadır. Her beş yılda bir gerçekleştirilen Küresel Durum Değerlendirmesi süreci, taraf devletlerin toplu ilerlemesini izlemeye olanak tanımakta; doğrudan bir yaptırım mekanizması öngörmese de güçlü bir uluslararası baskı ve diplomatik sorumluluk yaratmaktadır. Bu yönüyle Paris Anlaşması, iklim değişikliği alanında uluslararası iş birliğini soyut bir dayanışma söylemi olmaktan çıkararak, küresel sorumluluğu paylaştıran somut bir hukuk rejimine dönüştürmüştür.

Türkiye ise 2021 yılında Paris Anlaşması’nı onaylayarak küresel iklim rejimine dâhil olmuş ve 2053 Net Sıfır Emisyon hedefini ilan etmiştir. Bu hedef doğrultusunda; Kanun’un kabulü, ulusal emisyon ticaret sisteminin kurulması, yenilenebilir enerji teşviklerinin genişletilmesi, ulaştırma sektöründe elektrikli araç düzenlemeleri ve belediyelere iklim eylem planı hazırlama yükümlülüğü gibi kapsamlı mevzuat adımlarına yönelmiştir.


1.2. AB Yeşil Mutabakat

Paris Anlaşması’nın ardından Avrupa Birliği, 2019 yılında açıkladığı Yeşil Mutabakat (“Mutabakat”) ile küresel iklim hedeflerini ekonomik vizyonu ve büyüme stratejisiyle uyumlu hale getirmiştir. Temel amacı 2050’ye kadar Avrupa’yı iklim nötr hâle getirmek olan Mutabakat, yalnızca çevre politikalarıyla sınırlı kalmayıp, enerji, sanayi, tarım, ulaşım, ticaret ve finans gibi birçok sektörde dönüşümü öngörmektedir. Bu dönüşüm, hukuken bağlayıcı AB mevzuatı ve düzenleyici tüzüklerle desteklenerek küresel ticaret düzenini şekillendiren stratejik bir çerçeve oluşturmaktadır.

Mutabakat’ın en önemli araçlarından biri olan SKDM, karbon yoğun sektörlerden AB’ye ithal edilen ürünlerde, üretim sürecinde ortaya çıkan sera gazı emisyonlarının raporlanmasını ve bu emisyonlara karşılık mali yükümlülük getirilmesini öngörmektedir. Bu düzenleme, AB üyesi olsun olmasın Avrupa ile ticaret yapan tüm ülkeleri ilgilendirdiği için fiilen ihracat ve rekabet koşullarını etkileyen bir nitelik taşımaktadır.

Türkiye açısından Yeşil Mutabakat, ihracatçı firmalar için karbon emisyonlarının izlenmesini, raporlanmasını ve yönetimini zorunlu hale getirmiştir. Türk şirketlerinin AB pazarındaki rekabet gücünü sürdürmesi artık yalnızca çevresel duyarlılığa değil, hukuken öngörülmüş raporlama, doğrulama ve karbon yönetimi yükümlülüklerini yerine getirmelerine bağlı hale gelmiştir.

Sonuç itibarıyla AB Yeşil Mutabakatı, Türkiye açısından dış ticaret ve yatırım ilişkilerini doğrudan etkileyecek, çevresel bir vizyonun ötesine geçerek hukuki ve ticari zorunluluklar doğuran bir düzenleme niteliğindedir. Kanun ise, bu yeni küresel düzene uyum sağlamak amacıyla Paris Anlaşması’nın getirdiği küresel sorumlulukları ve Yeşil Mutabakat kapsamında geliştirilen ticari düzenlemeleri ulusal hukuk sistemine entegre eden temel yasal çerçeve niteliğindedir.


2. Yeni İklim Kanunu

Türkiye’de iklim değişikliğiyle mücadeleye ilişkin ilk kapsamlı ulusal düzenleme olan Kanun, Paris Anlaşması’ndan doğan küresel sorumluluklar ve Mutabakat’ın yarattığı ticari zorunlulukların ulusal hukukta bağlayıcı bir çerçeveye kavuşmasını sağlamıştır. Böylece iklim politikaları, şirketler ve kamu kurumları bakımından keyfi bir “politika tercihi” olmaktan çıkmış, doğrudan uygulanabilir bir hukuk alanına dönüşmüştür.

Kanunla belirlenen iklim politikası kapsamında, eşitlik, iklim adaleti, ihtiyatlılık, katılım, entegrasyon, sürdürülebilirlik, şeffaflık, adil geçiş ve ilerleme ilkeleri gözetilerek, iklim değişikliğiyle mücadele hedeflenmektedir. Bu ilkeler doğrultusunda; alınacak önlemlerin toplumun tüm kesimlerine adil biçimde yansıtılması ve ekonomik büyüme ile sanayileşme süreçlerinin yalnızca sektörel ihtiyaçlara değil, aynı zamanda doğal kaynakların korunması ve ekosistem dengesinin gözetilmesine de hizmet etmesi öngörülmektedir. Ayrıca, karbon yoğun sektörlerde çalışanların dönüşüm sürecinde sosyal destek mekanizmalarıyla korunması, yeşil dönüşümün toplumsal maliyetini, adil paylaşım ilkesiyle güvence altına almaktadır.

Kanun’un uygulanmasında Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na bağlı İklim Değişikliği Başkanlığı merkezi otorite olarak görevlendirilmiş; illerde oluşturulacak koordinasyon kurulları aracılığıyla yerel düzeyde iklim eylem planı hazırlanması yükümlülüğü getirilmiştir. Ayrıca, ulusal ölçekte sera gazı emisyonlarına ilişkin üst sınırların belirlenmesi ve “net sıfır” hedefiyle uyumlu şekilde, emisyon tahsisatlarının alınıp satılmasına dayalı bir Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) kurulması öngörülmektedir. Bu sistem, piyasa temelli mekanizmalar yoluyla emisyon azaltımını ekonomik teşviklerle desteklemeyi amaçlamaktadır. Henüz taslak halinde bulunan ETS Yönetmeliği ise işletmelere, emisyonlarını ölçme, raporlama ve izin mekanizmaları üzerinden yönetme yükümlülüğü getirmekte olup, doğrudan maliyet yapısı, rekabet gücü ve ihracat kapasitesi üzerinde etkili olacaktır.


3. Sonuç ve Değerlendirme

Kanun, Türkiye’nin iklim değişikliğiyle mücadelesinde yalnızca çevre politikalarının değil, aynı zamanda ekonomik ve yapısal dönüşümün hukuki temelini oluşturmayı hedeflemektedir. Yeşil dönüşüm bir politika tercihi olmaktan çıkartılarak, ticaret, yatırım ve üretim ilişkilerini doğrudan şekillendiren bağlayıcı bir hukuk rejimi yaratılmıştır. Bu çerçevede, şirketlerin hem ulusal mevzuata hem de Avrupa Birliği’nin Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması gibi dış ticareti doğrudan etkileyen düzenlemelerine uyum sağlayabilmeleri için stratejik, veri temelli ve bütüncül adımlar atmaları artık kaçınılmaz hale gelmiştir.

Henüz taslak aşamasında olan ETS Yönetmeliği, Türkiye’deki işletmeler için sadece çevresel bir politika aracı olmanın ötesinde, uyum süreçlerini stratejik planlama ve rekabet gücü açısından belirleyici bir düzenleme niteliği taşımaktadır. Bu nedenle şirketlerin ETS’ye uyum sürecinde proaktif bir strateji benimsemeleri; 2026 yılında başlaması planlanan pilot dönem öncesinde hukuki, idari ve finansal altyapılarını bu dönüşüme hazır hâle getirmeleri kritik öneme sahiptir. Bu, sadece gezegen için çaba göstermek adına değil, aynı zamanda uyum yükümlülüklerini eksiksiz yerine getirmek ve rekabet avantajlarını korumak açısından da büyük önem taşımaktadır.

Türkiye’nin Emisyon Ticaret Sistemi’ne ilişkin ayrıntılı düzenlemeler – üst sınır ve ticaret prensipleri, uygulama takvimi, sektör bazlı yükümlülükler ve olası ekonomik etkiler — ise, yeşil dönüşüm serişimizin bir sonraki çalışmalarında ele alınacaktır.



Benzer Makaleler
Borçlunun borcunu vadesinde ödememesi üzerine, alacaklı borçlu aleyhine icra takibi başlatır ve mallarına haciz koyar.
İşverenin yıllık izin ücreti ödeme yükümlülüğünü düzenleyen 4857 sayılı İş Kanunu’nun 57. Maddesinin ilk fıkrası “İşveren, yıllık ücretli iznini kullanan her işçiye, yıllık izin dönemine ilişkin ücretini ilgili işçinin izine başlamasından önce peşin olarak ödemek veya avans olarak vermek zorundadır.” yönünde olmasına rağmen, genellikle işverenler bu ödemeyi yapmaktan imtina etmektedir.
Veri, tek başına cismani bir varlık taşımadığı için eşya hukuku kapsamında klasik “taşınır eşya” tanımına tamamen uymasa da hukuki işlem kabiliyeti, devredilebilirliği ve maddi mallara benzer şekilde kullanıma sunulabilir olması da gözetildiğinde taşınır mal kategorisine yaklaşmaktadır.
Bu yazımızda yenilebilir enerji kaynaklarından elektrik üretimini hukuki yönler başta olmak üzere bir çok açıdan ele aldık.
2023 yılında Rekabet Kurumu’na bildirilen işlemlere ilişkin olarak, Rekabet Kurumu (“Kurum”) Ekonomik Analiz ve Araştırma Dairesi Başkanlığı tarafından hazırlanan 2023 yılı Birleşme ve Devralma Görünüm Raporu (“Rapor”), 5 Ocak 2024 tarihinde, Kurum’un internet sitesinde yayımlanmıştır.
Türk Rekabet Kurumu (“Kurum”) tarafından Birleşme ve Devralma rejimini diğer mehaz Avrupa Birliği (“AB”) hukuklarıyla yeknesak kılmak adına 1997/1 sayılı Rekabet Kurulu’ndan İzin Alınması Gereken Birleşme ve Devralmalar Hakkında Tebliğ’i yürürlükten kaldırılarak
Türk Borçlar Hukuku ve Ticaret Hukukunda, konsinye satış şartı ve konsinye satış sözleşmesi diye anılan sözleşme türü açıkça düzenlenmemiş bir kavram olup sözleşme serbestisi kapsamında uygulama ve öğretide gelişmiş, yargı kararları ve ikincil hukuk kaynaklarında sıkça ifade bulmuş bir kavramdır.
İnternet, günümüzde enformasyon ve iletişim teknolojilerinde meydana gelen gelişmelerle birlikte, ekonomiye yön veren en önemli platformlardan biri haline gelmiştir.
Rusya ve Ukrayna arasında bir süredir gözlemlenmekte olan diplomatik gerginlik ve zıtlaşmaların yerini sıcak çatışma ve Rusya tarafından bazı Ukrayna topraklarının işgaline bırakması ile birlikte, Dünya ülkeleri bu duruma tepkiler göstererek Rusya’ya karşı çeşitli yaptırımlar uygulamaya başlamıştır.
2021 yılı, Türk Rekabet Hukuku bakımından birçok ilke imza atılan bir yıl oldu. Geçtiğimiz son 10 yıldaki gelişmelere kıyasla, 2021 yılında, sadece 1 yıl içinde, Türk Rekabet Hukuku uygulamasına, çeşitli içtihatlar ve mevzuat oluşumları aracılığıyla ciddi bir ivme kazandırıldı.
Türk Borçlar Kanununun en önemli düzenlemelerinden biri olan satış sözleşmelerinde üzerinde durulması gereken en önemli konu satışın yapılmasından sonra satılan üründe ayıp ortaya çıkması ve ayıp halinde alıcının hakları ile satıcının yükümlülüklerinin neler olduğudur. Bu yazımızda da özel olarak ayıp halinde tarafların hak ve yükümlülükleri ile bunlar için düzenlenmiş şekil şartlarından bahsedilmektedir.
İstem konusunun bölünebilir olduğu durumlarda tamamının değil, yalnızca belli bir kesiminin dava edilmesi halinde kısmi dava söz konusu olmaktadır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (“HMK”) 107. maddesinde yapılan düzenleme ile talep sonucunun belirlenemediği hallerde kısmi davaya nazaran daha kolay bir yol olan belirsiz alacak davası seçeneği getirilmiş, böylelikle alacaklıya, alacağının belirlenebilen kısmı üzerinden harç yatırarak açacağı dava kapsamında karşı tarafın iznine veya ıslah yoluna başvurmasına gerek olmadan talep sonucunu kesin olarak belirleme olağanı tanınmıştır.
Ticari hayatta teşebbüsler, faaliyet içerisinde bulunduğu diğer sektör oyuncularından olan alacaklarını tahsil etmek adına alacaklarını taşınmaz ipoteği ile teminat altına alma yöntemini sık sık tercih etmektedir.
“Takas Edilemez/Değiştirilemez Jetonlar’ın ("NFT"- Non-Fungible Token) kullanımının blok zincir teknolojisi ile yaratıcı fikri mülkiyeti birleştirmede kazandığı popülerlik günbegün artmaktadır.
Ticari hayatta teşebbüslerin faaliyetlerini baskı altında olmaksızın serbesti ile gerçekleştirebilmesi, teşebbüslerin bulunduğu pazardaki varlığını koruyabilmesinin yanında son alıcı olan tüketicilerin adil fiyatlandırma ve kaliteli ürün dengesinde piyasaya sunulmuş son üründen faydalanabilmesi açısından da önem taşımaktadır.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın (“Bakanlık”) İş Yerlerinde Covid-19 Tedbirleri başlıklı duyurusu (“Duyuru”) 3 Eylül 2021 tarihinde Bakanlık internet adresinde yayımlanmıştır.
Yazımız kapsamında, En Çok Kayrılan Müşteri koşulunun tanımı ile ticaret hayatındaki temel fonksiyonu ve Türk Rekabet Hukuku kapsamındaki yeri değerlendirilecektir.
Bu makale İcra ve İflas Kanunu’nda Değişiklik Yapan Torba Kanu’nun ne getirdiğine değinmektedir.
2019 yılı Aralık ayından beri hayatımızda yer alan Koronavirüs (“Covid-19”) ile birlikte maskeli, sosyal mesafeli yaşam tarzı yeni normal haline geldi.
Avrupa ve Amerika’da yaklaşık kırk yıla yakın bir süredir uygulanan uyuşmazlık çözüm yöntemi olan arabuluculuk kurumu günümüzde ülkemizde de en sık kullanılan alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerinden birisidir.
Kaynağını İsviçre Federal İcra ve İflas Kanunu’ndan alan ve yürürlüğe girdiği 1932 yılından beri metninde birçok kez değişiklikler yapılan 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nda Türkiye’de toplumsal ihtiyaçların değişmesi ve genel ekonomide meydana gelen gelişmeler sebebiyle, mali yönden güçlük yaşayan şirketlerin faaliyetlerinin devam etmesi bir başka deyişle iflas etmelerinin önüne geçilmesi amacıyla bazı kurtuluş çarelerine yer verilmişti. Bunlara örnek olarak “mal varlığının terki suretiyle konkordato”, “iflasın ertelenmesi” ve “uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırma” verilebilir. Her ne kadar kanunda birden fazla kurum yer alsa da, özellikle “iflasın ertelenmesi” dışındaki kurumların işleyişine ilişkin maddelerin süre ve usul bakımından uygulanmasında yaşanan zorluklar sebebiyle ticari anlamda güç durumda olan tacirler son yıllarda sadece “iflasın ertelenmesi” kurumuna başvurmakta idi. Bu kurum yıllar geçtikçe amacından sapmış ve erteleme talep eden tacirin mali durumunu iyileştirmekten çok, alacaklıların alacaklarına kavuşmasına engel olan ya da sürüncemede bırakan bir kurum haline gelmiştir.
Çeşitli gelişmeler karşısında ülke ekonomisinin büyüme hızını arttırmak ve bu suretle kalkınmasını sağlamak için dünyadaki ekonomik ve politik riskler ile yakın coğrafyamızda yaşanan bölgesel olayların ekonomi üzerindeki muhtemel etkisini bertaraf etmek ve müteşebbislerin iş ve yatırım kararlarına daha sıhhatli bir şekilde odaklanmalarına imkan sağlamak, AR-GE faaliyetlerinin desteklenmesi ve ülkemize yönelik yatırımların arttırılması amacıyla, özel sektörün kamuya olan borç yükünün azaltılarak borçlara taksitle ödeme imkanları getirilmekte ve ihtilafların sulh yoluyla sonlandırılmasını ve vergi incelemesinde olan konuların dava yoluna gidilmeksizin çözümlenmesini sağlamak üzere çeşitli düzenlemeler yapılmaktadır.
Yüzyıllardır Aile Şirketlerinde sürdürülebilirliği sekteye uğratan faktörlerden başlıcası hissedarlar arası uyuşmazlıklar olmuştur. Aile büyüdükçe hissedarlık tabanının da genişlemesi, daha fazla hissedar ve daha fazla çatışan görüş ortaya çıkaracaktır. Genişleyen hissedarlık yapısı içerisinde hissedarlardan birisinin payını 3. kişiye devir suretiyle çıkış planı gibi iradi sebepler ya da hissedarlardan birisinin kaybı, boşanması veya payının cebri icra yolu ile alacaklı bir başka kurum ya da kişiye intikali neticesinde Şirketin kurumsal yapısı ile bağdaşmayabilecek hissedarların Şirkete girişinin önü açılabilecek; Şirket operasyonlarını etkileyebilecek kilit durumlar dahi ortaya çıkabilecektir. Şirketler nezdinde gerek iradi gerekse irade dışı pay devirlerine karşı getirilecek bazı sınırlamalar veya mevzuatın çok başvurulmayan bazı enstrümanları Aile Şirketlerinde hissedarlık yapısının korunması ve Şirketin sürdürülebilirliğe giden yolda ilerleyişini kolaylaştırmaktadır.
Son yıllarda en büyük şirketlerden küçük işletmelere kadar hedef ayırt etmeksizin giderek artan siber saldırıların global olarak yol açtığı zararların 2021 yılından itibaren yıllık 6 trilyon dolara çıkması beklenmektedir. İletişim, hizmet ve para akışının sanal ortama taşındığı dünyamızda hem özel sektör hem de kamu kurum ve kuruluşları için siber tehditler varlığını giderek daha fazla hissettirmektedir.
İlk kez 2020 arifesinde rapor edilen ve 2020’nin ikinci çeyreğine girilmesiyle bir pandemiye dönüşen COVID19 toplumları her seviyede etkileyerek yaşam tarzlarını ve iş yapma süreçlerini sekteye uğrattı, zaman zaman askıya alınmasına sebep oldu, ya da hızlı bir değişime zorladı.
Tüm Dünyayı ve dolayısıyla da ülkemizi de etkisi altına alan ve özellikle de perakende, lojistik, sağlık, otomotiv, tekstil gibi sektörlerin işleyişinde ve sürekliliğinde aksamalara sebep olan COVID-19 salgınından en çok etkilenen sektörlerin başında perakende sektörü gelmektedir.
COVID-19 salgını çerçevesinde alınması gereken acil durum önlemleri kapsamında icra ve iflas işlemleri yönünden de tedbir alınması gerekmiş, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (“Kanun”) “II-FEVKALADE HALLERDE TATİL” üst başlığını taşıyan, “İcra takiplerinin durdurulması halleri” başlıklı 330. maddesindeki “Salgın hastalık, umumi bir musibet veya harb halinde Cumhurbaşkanı karariyle memleketin bir kısmında veya bazı iktisadi zümreler lehine muayyen bir müddet için icra takipleri durdurulabilir.”
Korona virüs, evrensel adıyla COVID-19 (“Korona virüs”), 2019 yılı Aralık ayında Çin’in Wuhan şehrinde ilk kez görülmesinden bu yana hızlı yayılmasının önlenmesi amacıyla seyahat politikalarının gözden geçirmesi, üretim kesintileri, karantina uygulamaları, ülkesel olağanüstü hal kararları gibi tedbirler sebebiyle iş hayatını çok kısa zaman içerisinde olumsuz olarak etkilemiştir.
16.03.2020 tarihli yayınımızda da belirtmiş olduğumuz üzere Korona virüs evrensel adıyla COVID-19 (“Korona virüs”) salgınının en önemli izdüşümlerinden birisi işçi – işveren istihdam ilişkisinde kendisini göstermektedir.
Evrensel adıyla COVID-19 (“Koronavirüs”) olarak bilinen Koronavirüs’ün sebep olduğu salgın hastalık, 2019 yılı Aralık ayında Çin’in Wuhan şehrinde ilk kez görülmesinin ardından kısa bir zaman içerisinde tüm dünyayı hem sağlık hem de ekonomik anlamda etkisi altına almıştır.
Korona virüs salgınının global etkisi, küresel krize neden olabilecek nitelikteki çeşitli alan ve sektörlerde yarattığı olumsuz yansımalar, şirketlerin ticari anlaşmaları ve edimlerin ifası yönünden oldukça önemli sonuçlar doğurmaktadır.
COVID-19 (“Koronavirüs”), tüm dünyayı etkisi altına almaya devam etmektedir. Ticaret dünyasında covid-19 salgının olumsuz yansımalarını en derinden hisseden alanlardan birisi perakende sektörüdür.
Covid-19 Salgın sürecinde gerek işverenler gerek ise sağlık kuruluşları tarafından birtakım önlemler alınmakta olup pandemi ile mücadele edilmesi sebebiyle, özellikle sağlık verileri başta olmak üzere pek çok kişisel verinin işlenmesi zaruri hale gelmiştir.
Dünya Sağlık Örgütü (“DSÖ”) tarafından 11.03.2020 tarihinde “Pandemi (salgın)” olarak nitelendirilen Covid-19 virüsünün (“Koronavirüs”) işveren-çalışan ilişkilerini üst düzeyde etkilediği şu günlerde, her çalışan ve işverenin gündemine aldığı konulara dair değerlendirmelerimizi sıkça sorulan sorular formatında bu yazımızda paylaşıyoruz.
COVID-19 salgını sebebiyle alınması gereken acil durum önlemleri kapsamında icra ve iflas hukuku işlemleri yönünden 2279 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile tedbirlerin usul hukukuna ve diğer uygulamalara etkileri bakımından ise 7226 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 20.12.2009 tarihli 5941 sayılı Çek Kanunu’na Geçici 5. Madde eklenerek önemli yenilikler getirilmiştir.
COVID-19 salgını sebebiyle alınması gereken acil durum önlemleri kapsamında ülkemizin de içerisinde bulunduğu süreç sebebiyle birçok konu başlığı yönünden gerekli önlemler alınmış olmakla birlikte, çalışan ve işveren ilişkileri de alınan işbu önlemlerden etkilenmiştir.
Bilindiği üzere, sosyal medya konusundaki yasal düzenlemeler Türkiye’nin gündeminde her zaman önemli bir yere sahip olmuştur.
Teknoloji hayatımızda gün geçtikçe daha büyük bir yer kaplamakta. Bu sayede, artık en basit günlük alışverişlerimizi bile internet üstünden sağlamaya başladığımız yadsınamaz bir gerçek haline geldi. Bu doğrultuda, erişilebilirlik, hız, çeşitlilik gibi kavramlar yaşantımızın daha da önemli bir parçası oldular.
Şirket hisselerin devrinde olduğu gibi ticari hayatın süregelen akışında gerçekleşen işlemlerde vergisel boyut oldukça önemli bir yere sahip olup ticari hayatta atılacak adımlar vergisel anlamdaki sonuçları ile değerlendirilmektedir. Şirket hisse devirlerinde ortaya çıkan kazancın vergisel sonucunu hissedar lehine çevirmek için mevzuat düzenlemeleri dikkatle incelenmeli ve atılacak adımlar buna göre belirlenmelidir.
Günümüzde tüketiciler, satın aldıkları araçlar ile ilgili olarak karşılaştıkları arızaların yetkili servisler tarafından giderilmesini istemektedirler. Ancak, yetkili servisler tarafından bu talepleri yerine getirilmediğinde Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunu’ndan doğan seçimlik haklarını kullanmak maksadıyla yasal yollara başvurmaktadırlar. Bu haklarından bir tanesi de aracın ayıpsız misliyle değişimi yani yenisiyle değiştirilmesidir. İşte tam bu noktada önemle belirtmek gerekir ki, tüketicilerin her araç arızasında bu seçimlik haklarını kullanabilecekleri hatasına düştüklerini ve akabinde yargılama sonrasında hayal kırıklığına uğradıkları gözlemlenmiş olup, tüketicilerin bu haklarını hangi şartlar altında kullanabilecekleri ve aracın yenisi ile değişimine ilişkin hakkın kapsamına değinmek gerekmektedir.
Şirket kapanışı, bir şirketin tasfiye sürecine girmesiyle başlayıp Ticaret Sicilinden terkini ile son bulmaktadır. Tasfiye sürecine giren şirketler, birçok alanda farklı prosedürleri tamamlamakla yükümlü olup işbu Bilgi Notu şirketlerin tasfiye sürecinde Şirketler Hukuku ve İş Hukuku açısından göz önünde bulundurulması gereken hukuki risk ve unsurlara ilişkin olup genel bilgilendirme niteliğindedir. İşbu Bilgi Notu iki bölümden oluşmakla beraber ilk bölümde tasfiye süreci Şirketler Hukuku açısından, ikinci bölümde ise İş Hukuku açısından ele alınacaktır. Ayrıca, işbu Bilgi Notu’nun devamında “şirketin kapanmasına” ilişkin ifadeler hukuki olarak şirketin tasfiyesi olarak anlaşılmalıdır.
Taraflar, sözleşmeden doğan yükümlülüklerini ifa etmemelerinin önüne geçmek amacıyla sözleşmeyle ceza koşulu kararlaştırılabilir. Sözleşmede kararlaştırılacak ceza koşuluyla taraflar, ortaya çıkacak riskleri en aza indirgemeyi ve ifa alacaklısının korunmasını amaçlamaktadır.
Son yıllarda artan ivmeli gelişimi ile perakende sektörünün lokomotifi haline gelen Alışveriş Merkezleri(“AVM”), ülkemiz ekonomisi içinde önemli bir rol oynamaktadır. Ülkemizde AVM’ler yakaladığı giriş sayısı ve harcama miktarları ile ölçümlenen büyüme oranlarıyla Avrupa sıralamalarının da üst basamaklarında yer almaktadır. Bu gelişime paralel olarak, ülkemizde Avrupa Birliği müktesebatına uyum sağlanabilmesi ve perakende sektörü ile AVM’lerin de yasal düzleminin yaratılabilmesi için özel hukuki düzenlemelere ihtiyaç duyulmuştur. Bu bağlamda öncelikle, 29.01.2015 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6585 Sayılı Perakende Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun (“6585 sayılı Kanun”) ile perakende sektöründe genel hukuki bir çerçeve oluşturulmuş, ileride çıkarılacak yönetmeliklere ilişkin altyapı oluşturulmuştur.
“Koronavirüs (“Covid-19”) tüm dünyayı etkisi altına almaya devam ederken ticaret dünyasında salgının olumsuz yansımalarını en derinden hisseden alanlardan birisi olan perakende sektörü, Covid-19 sarmalında çalışanların sağlıklarını koruma, müşterilerini memnun etme ve bu zorlu dönemi minimum kayıpla atlatma amacıyla kurguladıkları planları hukuk filtresinden geçirmeye de özen göstermek durumundadır.
Kurumsal Yönetim uygulamaları ve kurumsal yönetimin özümsenmesinin Şirketlerin sürdürülebilirliğine etkisi tartışmasız olmakla birlikte Şirketler nezdinde etkin uygulamalar, finansmana erişime de olumlu etki etmekte; finansmana erişim de sürdürülebilirliği dolaylı olarak desteklemektedir.
6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (“TTK”) 367. maddesi uyarınca, anonim şirketlerde yönetim kurulu, hazırlayacağı ve yürürlüğe koyacağı bir iç yönerge ile şirketin yönetimine ilişkin birtakım yetkileri bazı yönetim kurulu üyelerine veya yönetim kurulu üyesi olmayan üçüncü kişilere devredebilmektedir.