Önerilen Aramalar

Türk Hukuku'nda Fahiş Fiyat Artışı Sınırlamaları

25.02.2025

Tüm Makaleler

A. Giriş

Serbest piyasa ekonomisinin temel prensiplerinden biri, fiyatların arz ve talep dengesi doğrultusunda serbestçe belirlenmesidir. Mal ve hizmetlerin bedelini belirleme yetkisi büyük ölçüde kişilere ait olmakla birlikte, piyasanın işleyişini önemli ölçüde bozabilecek durumlar, kimi zaman kamu otoritelerinin müdahale etmesini zorunlu hale getirebilmektedir. Özellikle ekonomik dalgalanmalar ve küresel tedarik zincirinde yaşanan aksaklıklar gibi olağan dışı gelişmeler ve satıcıların maliyetlerinde yaşanan artışlar belirli mal ve hizmetlerin fiyatlarında aşırı artışlara yol açabilmekte ve tüketicilerin ekonomik çıkarlarını ciddi ölçüde zedeleyebilmektedir.

Belirtildiği şekilde fahiş fiyat artışı, ekonomik dengelere etki edebilecek boyutlara varan birçok faktörden kaynaklanabilmektedir. Bu değişkenlerin varlığı fiyat istikrarı ve piyasa öngörülebilirliğini kısıtlamakta, satıcıların karşılaştığı bu risk de doğrudan ürünlerin fiyatlarına yansımaktadır.

Yukarıda sayılan nispeten haklı maliyet ve fiyat artışı sebepleri olarak nitelendirilebilecek etkenler bir yana, bazı üreticilerin, haklı olarak nitelendirilebilecek bir sebebe dayanmaksızın, yalnızca enflasyon ekonomisinin tüketici nezdinde oluşturduğu psikolojik baskı ve alışmışlığa dayanarak veya ilgili piyasadaki ekonomik gücü ve bağımsızlığını kullanarak ürünler özelinde olması gerekenden daha yüksek fiyat artışlarına gittikleri ve ticari düzeni bozarak piyasalarda dengesizlik yarattıkları görülebilmektedir. Söz konusu koşullar altında tüketicinin fahiş fiyat artışlarının etkilerinden bir nebze korunması amacıyla düzenleyici ve denetleyici mekanizmaların devreye alınması kaçınılmaz hale gelmektedir. Türk Hukuku’nda bu kapsamda çeşitli mekanizmalar geliştirilmiş olup, fahiş fiyat artışlarını sınırlamaya yönelik, caydırıcı olarak nitelendirilebilecek idari ve hukuki düzenlemeler getirilmiştir.


B. Türk Hukuku'nda Fahiş Fiyat Artışı Sınırlamalarına İlişkin Düzenlemeler

1. Perakende Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun Bağlamında Haksız Fiyat Artışları

Türk Hukuku’nda fahiş fiyat artışının sınırlandırılmasına ilişkin düzenlemeler en genel kapsamda 16 Nisan 2020 tarihli ve 7244 sayılı Perakende Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun'un (“PTDHK”) Ek 1. Maddesi ile getirilmiştir.

Ek Madde 1’in 1. Fıkrası’na göre;
Üretici, tedarikçi ve perakende işletmeler tarafından bir mal veya hizmetin satış fiyatında fahiş artış yapılamaz.

Ek Madde 1’in 2. Fıkrası’na göre ise;
Üretici, tedarikçi ve perakende işletmeler tarafından piyasada darlık yaratıcı, piyasa dengesini ve serbest rekabeti bozucu faaliyetler ile tüketicinin mallara ulaşmasını engelleyici faaliyetlerde bulunulamaz.


Hukukumuzda Anayasa ile güvence altına alınan, serbest piyasa ekonomisi ve sözleşme serbestîsi ilkeleri birlikte göz önüne alındığında, her ne kadar söz konusu ilkelerle ile birebir örtüşmüyor olsa da çeşitli düzenlemeler aracılığıyla perakende ticaret özelinde birtakım sınırlandırmaların öngörüldüğü anlaşılabilmektedir. PTDHK’nin Ek 1. Maddesi vasıtasıyla; üretici, tedarikçi ve perakende işletmeler gibi çeşitli sektörel aktörlerin, mal veya hizmetlerin satış fiyatında fahiş artışlar gerçekleştirmeleri yasaklanmış olup, piyasadaki ürün arzını kısıtlayabilecek, akabinde ise piyasa dengesine ve rekabet ortamına zarar verebilecek faaliyetlerde bulunmaları engellenmiştir. Sonuç olarak, kamu ve idari otoritelerin etki ve müdahale alanının genişletilmesiyle birlikte, serbest piyasa ekonomisi düzeninden bir nebze de olsa uzaklaşıldığının söylenmesi mümkün hale gelmiştir.

PTDHK’da yer alan fahiş fiyata ilişkin düzenleyici mekanizmaların etkin bir şekilde uygulanabilmesi için PTDHK‘nin Ek 1. Maddesi’nin 3. Fıkrası’nda düzenlenen Haksız Fiyat Değerlendirme Kurulu ("HFDK") oluşturulmuştur. HFDK, üretici, tedarikçi ve perakende işletmelerin fahiş fiyat artışı ve stokçuluk uygulamalarına yönelik gerekli denetim ve incelemeleri yapmak, idari para cezaları uygulamak ve piyasa dengesini korumak adına her türlü tedbiri almakla yetkilendirilmiştir. Böylelikle, yalnızca yasağa ilişkin genel bir çerçeve çizilmekle kalınmamış, aynı zamanda hem aykırı davranışların önlenmesi hem yaptırımların layığıyla uygulanması için uygun bir denetim mercii de oluşturulmuştur. HFDK’nin çalışma usul ve esasları Haksız Fiyat Değerlendirme Kurulu Yönetmeliği kapsamında ("HFDKY") düzenlenmektedir. HFDKY kapsamında tanımlamalara bakıldığında fahiş fiyat artışı;

“Olağanüstü hâl, afet ve ekonomik dalgalanma dönemleri ile diğer acil durumlarda üretici, tedarikçi ve perakende işletmeler tarafından satışa sunulan ve kamunun beslenme, sağlıklı yaşama ve korunma gibi temel ihtiyaçlarını karşılamak için zorunlu olan mal ve hizmetlerin fiyatında girdi ve diğer üretim maliyetlerindeki artış gibi haklı bir sebebe dayanmaksızın yapılan aşırı ve adil olmayan artış”

olarak tanımlanmaktadır.

Fahiş fiyat artışı tanımı, olağanüstü hâl, afet ve ekonomik dalgalanma dönemleri ile diğer acil durumlara özgülenmiş olarak değerlendiriliyor olsa dahi, PTDHK’da yer verilen ifadelerden anlaşılabileceği üzere fahiş fiyat artışlarına ilişkin geliştirilen düzenlemelerin ve mekanizmaların kapsamı yalnızca belirtilen dönemler ile sınırlı tutulmamıştır. Bu nedenle; HFDK’ya tanınan yetkilerin yalnızca olağanüstü dönemler esnasında değil, gerekli koşulların oluşması halinde, olağan dönemlerde de kullanılabileceğini söylemek mümkündür.

HFDKY’nin temel amacına bakıldığında; HFDK’nın yapısını, yetkilerini ve sorumluluklarını belirlemek, üretici, tedarikçi ve perakende işletmelerin gerçekleştirdiği fahiş fiyat artışı ve stokçuluk uygulamalarını denetlemek ve aykırı fiillerin tespiti halinde öngörülen idari para cezalarının uygulanmasını sağlamaktır. HFDK’nin fahiş fiyat denetimini nasıl gerçekleştirildiğine ilişkin ise; HFDK, fahiş fiyat artışı uygulamalarını tespit etmek ve piyasadaki dengesizlikleri gidermek amacıyla inceleme ve denetim yapma yetkisine sahiptir. Bu kapsamda, üretici, tedarikçi ve perakende işletmeleri denetlemesi ve aykırı uygulamaların tespit edilmesi akabinde, usulüne uygun bir süreç yöneterek ilgililerin savunmalarını, talep etmekte ve fiyat artışlarının makul bir gerekçeye dayanıp dayanmadığını değerlendirmektedir.

Ancak 01/08/2023 tarihli ve 32266 karar sayılı Resmî Gazete’de yayınlanan Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı sonucunda HFDK’nın yetkilerinde bazı değişiklikler meydana gelmiştir.

Anayasa Mahkemesi, E.2020/56 esas numaralı dosya kapsamında yaptığı incelemeler sonucunda, 1 Haziran 2023 tarihinde PTDHK’nın Ek 1. Maddesi’nin 3. Fıkrası’nda yer alan düzenlemelerin anayasal ilkelere aykırı olduğuna hükmetmiştir.

Anayasa Mahkemesi’nin ilgili kararında; mevcut düzenlemenin, üretici, tedarikçi ve perakende işletmelerin, fahiş fiyat artışı ve stokçuluk uygulamalarına ilişkin düzenlemeler yapma yetkisini herhangi bir kanuni çerçeve belirlenmeksizin ve temel ilke ve esaslar ortaya konulmaksızın doğrudan HFDK‘nın takdirine bırakılmasının, hukuki belirlilik ve kanunilik ilkesiyle bağdaşmadığına dair tespitlere yer verilmiş olup, Anayasa’ya aykırılıklar nedeniyle fahiş fiyat artışlarını denetleyip idari para cezası kesen Haksız Fiyat Değerlendirme Kurulu’nun fahiş fiyat artışı ve stokçuluk faaliyetlerine yönelik “düzenlemeler yapma yetkisine ilişkin iptal kararı verilmiştir.

Bu çerçevede, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararının doğal bir sonucu olarak, hukuki dayanaktan yoksun biçimde getirilen düzenlemelere istinaden gerçekleştirilen denetimlerin ve uygulanan idari para cezalarının da hukuki dayanaktan yoksun olacağının kabul edilmesi gerekmektedir. Zira temel hak ve özgürlüklere yönelik sınırlamaların, yalnızca kanunla ve açık, öngörülebilir ilkeler doğrultusunda düzenlenmesi hukuk devleti ilkesinin bir gereğidir.

Ancak Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararına rağmen, HFDK’nın görev ve yetkilerini düzenleyen mevzuat HFDKY, günümüz itibariyle halen yürürlükte olduğundan ötürü, kapsamında düzenlenen görev ve yetkilere dayanılarak HFDK tarafından fahiş fiyat artışlarına dair denetimler sürdürebilmektedir. Bu kapsamda ürünlere yapılacak fiyat artışlarının ekonomik haklı gerekçelere dayandırılması (maliyet artışı, enflasyon, gider artışı vs.) ve/veya ticari hayat uyarınca makul aralık veya oranlarda artış yapılması bu kapsamda HFDK tarafından yapılabilecek olası bir denetimde fiyat artışının gerekçelendirilmesini sağlayacaktır.

Her ne kadar HFDK’nın düzenleme yapma yetkisi iptal edildiğinden bu yetki kapsamındaki düzenlemelere aykırılıktan ötürü yapılan denetimlerin ve idari para cezalarının dayanağının kalmadığı söylenebilecekse de HFDK’nın “idari para cezası kesme” yetkisi açıkça iptal edilmediğinden hali hazırda kesilmiş cezalara karşı açılan iptal davalarındaki durumun ne olacağı hakkında belirsizlikle ve tutarsız kararlarla karşılaşılması da ihtimal dahilindedir. Gelinen noktada, bu denetimlerin yasal dayanağı olan yasal mevzuatların çerçevesinin netleştirilmesi ve PTDHK ve HFDKY kapsamında yeni düzenlemeler getirilmesi gerekmektedir.


2. Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun Bağlamında Haksız Fiyat Artışları

Fahiş fiyat artışına ilişkin bir diğer düzenleme ise 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un ("TKHK") 62. Maddesi altında düzenlenmektedir.

62 Madde’nin 1. Fıkrası’nda;
"Bir ticari uygulamanın; mesleki özenin gereklerine uymaması ve ulaştığı ortalama tüketicinin ya da yöneldiği grubun ortalama üyesinin mal veya hizmete ilişkin ekonomik davranış biçimini önemli ölçüde bozması veya önemli ölçüde bozma ihtimalinin olması durumunda haksız olduğu kabul edilir. Özellikle aldatıcı veya saldırgan nitelikte olan uygulamalar ile yönetmelik ekinde yer alan uygulamalar haksız ticari uygulama olarak kabul edilir. Tüketiciye yönelik haksız ticari uygulamalar yasaktır."

Özellikle aldatıcı veya saldırgan olarak nitelendirilebilecek uygulamalar ile ek mevzuatlar ile detaylandırılan diğer uygulamaların, haksız ticari uygulama olarak kabul edildiği belirtilmekte ve tüketiciye yönelik bu tür uygulamalar, oldukça net bir şekilde yasaklanmaktadır.

Fiyat artışlarının TKHK kapsamında haksız bir davranış olarak değerlendirilebilmesi için iki temel unsurun aynı anda gerçekleşmesi gerekmektedir. Bunlardan ilki, ticari uygulamanın mesleki özen yükümlülüğüne aykırılık teşkil etmesidir.

Mesleki özen yükümlülüğü kavramı incelendiğinde; geniş bir anlam taşıdığı anlaşılabiliyor olsa da özellikle serbest rekabet koşullarını bozucu şekilde fiyatları yükseltmek, tüketiciyi sömürmeye yönelik, aldatıcı veya saldırgan fiyat politikaları izlemek ya da tüketicinin zor durumunu kötüye kullanarak fiyat artışı yapmak, bu yükümlülüğe aykırı davranışlar kapsamında sayılabilecektir. İkinci unsur ise; ticari uygulamanın, hedef kitlesinde yer alan ortalama tüketicinin veya tüketici grubunun ekonomik kararlarını önemli ölçüde etkilemesi ya da etkileme potansiyeli taşımasıdır. Bu durum, tüketicinin mal veya hizmete yönelik tercihlerini manipüle edebilecek, yanlış yönlendirebilecek ya da ekonomik çıkarlarını olumsuz yönde etkileyecek şekilde fiyatlandırma stratejileri içermesi halinde söz konusu olabilir. Tüketicinin yanıltılması, aldatılması veya karar alma sürecinin haksız bir şekilde yönlendirilmesi, bu kapsamda haksız ticari uygulama olarak değerlendirilmektedir.

TKHK kapsamında; haksız ticari uygulamalara karşı tüketicileri koruması, ürünü gerçeğe aykırı biçimde, gerçekte olandan daha iyi gibi lanse eden tanıtım faaliyetlerini düzenleyerek gerektiği takdirde idari yaptırımlar uygulaması amacıyla Reklam Kurulu yetkilendirilmiştir. Reklam Kurulu, TKHK’nın 62. Maddesi’nde düzenlenen yükümlülüklere aykırı davranan işletmelere; haksız ticari uygulamanın üç aya kadar tedbiren durdurulması, tamamen durdurulması veya idari para cezası uygulanması yetkisine sahiptir. İhlalin niteliğine göre bu yaptırımları ayrı ayrı veya birlikte de uygulayabilecektir.


3. Rekabetin Korunması Hakkında Kanun Kapsamında Aşırı Fiyatlandırma

4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun ("Rekabet Kanunu") kapsamında işletmeler tarafından ürün fiyatlarında yüksek fiyat belirlenmesi doğrudan bir ihlal sayılmamakla birlikte ilgili Rekabet Kurulu kararları incelendiğinde, aşırı fiyatlandırmanın Rekabet Kanunu’nun hâkim durumun kötüye kullanılmasına ilişkin 6. Maddesi altında "sömürücü kötüye kullanma" kapsamında değerlendirildiği anlaşılmaktadır. Rekabet Kurumu tarafından yapılan tanımlamaya göre sömürücü kötüye kullanma tüketici refahında doğrudan bir kayba yol açan fiyatlama veya diğer uygulamalar olarak kabul edilmektedir. Buna göre sömürücü kötüye kullanma; hâkim durumdaki şirketin hâkim durumda olmasaydı elde edemeyeceği şekilde tüketicilerden rant elde etmek amacıyla pazar gücünün avantajını kullanması olarak açıklanabilmektedir. Aşırı fiyatlama da bir ürünün ekonomik değeri ile fiyatı arasında makul olmayan düzeyde bir farklılığın bulunması olarak tanımlanarak hâkim durumun varlığı halinde sömürücü kötüye kullanma hali olarak kabul edilmektedir.

Bu kapsamda; aşırı fiyatlandırmanın Rekabet Kanunu kapsamında ihlal teşkil edebilmesi için herhangi bir ürüne yapılan olağanın üzerindeki fiyat artışı varlığının yeterli olmadığı ve öncelikle fiyat artışını yapan işletmenin ilgili pazarda hâkim durumda olması gerektiği söylenebilmektedir. Rekabet Kurulu tarafından aşırı fiyatlandırmaya ilişkin verilen kararlar değerlendirildiğinde de Rekabet Kurulu’nun aşırı fiyatlandırma değerlendirmesi yapmadan önce ilgili işletmenin hâkim durumda olup olmadığını değerlendirdiği görülmektedir.

Ek olarak, Rekabet Kurulu tarafından ilgili işletmenin hâkim durumda olduğuna kanaat getirilmesi sonrasında aşırı fiyatlandırmanın olup olmadığına yönelik ayrıca değerlendirme yapılmaktadır. Bu değerlendirmelerde Rekabet Kurulu tarafından; ilk aşamada ilgili ürünün fiyat ve maliyet karşılaştırmasının yapıldığı ve ikinci aşamada ise ilgili ürünün kendi içerisinde veya rakip ürünleri ile kıyaslandığı ekonomik değer testinin benimsendiği görülmektedir.

Yukarıdaki açıklamalarımız kapsamında Rekabet Kurulu tarafından “aşırı fiyatlandırma” sebebiyle hâkim durumun kötüye kullanıldığı yönünde karar verilmesi halinde ilgili karardan bir önceki mali yıl sonunda oluşan veya bunun hesaplanması mümkün olmazsa nihai karar tarihine en yakın mali yıl sonunda oluşan ve Kurul tarafından saptanacak olan yıllık gayri safi gelirlerinin yüzde onuna kadar idarî para cezası verilmesi riski söz konusu olacaktır. Özetle; serbest ekonomi ortamına ve organik rekabetçi piyasaya müdahale edilmesi tercih edilmemekle birlikte Rekabet Kanunu kapsamında ilgili pazarda hâkim durumda olan bir işletmenin hâkim durumdan kaynaklı gücünü kötüye kullanarak ürün fiyatlarında aşırı fiyatlandırma yapması tüketici refahını sömürmesi sebebiyle hâkim durumun kötüye kullanılması olarak kabul edilmekte ve yaptırımla karşı karşıya kalınması söz konusu olabilmektedir.


C. Sonuç

Fahiş fiyat artışları, serbest piyasa ekonomisinin işleyişini bozarak tüketicilerin ekonomik çıkarlarını olumsuz etkileyen oldukça önemli bir konu olmayı sürdürmektedir. Özellikle olağanüstü dönemlerde veya ekonomik dalgalanmalar sırasında belirli mal ve hizmetlerde aşırı fiyat artışlarının yaşanması, piyasa dengesini bozmakta ve tüketicilerin mağduriyetine yol açmaktadır. Bu tür durumların önüne geçebilmek adına, çeşitli sınırlamalar getirilmiş ve denetim mekanizmaları oluşturulmuştur.

Bu kapsamda, üretici, tedarikçi ve perakende işletmelerin fiyat belirleme serbestileri bazı sınırlama ve kurallara bağlanmış, fiyat artışlarının haksız ve aşırı olması durumunda uygulanması amacıyla birtakım yaptırımlar öngörülmüştür. Piyasadaki rekabet ortamını bozucu uygulamaların engellenebilmesi, tüketicilerin korunması, adil ve rekabetçi bir ticari düzenin sağlanması amacıyla oluşturulan denetim mekanizmaları, fahiş fiyat artışlarını tespit etmek ve engellemek üzere yetkili kılınmışlardır.

Son olarak vurgulamak gerekir ki; söz konusu düzenlemelerin kapsamı yalnızca olağanüstü hallerle sınırlandırılmayarak, serbest ekonomi esasına müdahale edilmeksizin, piyasa dengesini, dürüst ve rekabetçi piyasa şartlarını bozabilecek her türlü fahiş fiyatlandırma uygulamasının, pratikte önüne geçilebilmesi amaçlanmıştır.


Cerensu Çetin Yenigün, Kıdemli Avukat
Işılay Işık, Avukat
Cemile Tekdemir, Stajyer Avukat


İlgili Çalışma Alanları
Benzer Makaleler
Bu yazımızda yenilebilir enerji kaynaklarından elektrik üretimini hukuki yönler başta olmak üzere bir çok açıdan ele aldık.
2023 yılında Rekabet Kurumu’na bildirilen işlemlere ilişkin olarak, Rekabet Kurumu (“Kurum”) Ekonomik Analiz ve Araştırma Dairesi Başkanlığı tarafından hazırlanan 2023 yılı Birleşme ve Devralma Görünüm Raporu (“Rapor”), 5 Ocak 2024 tarihinde, Kurum’un internet sitesinde yayımlanmıştır.
Türk Rekabet Kurumu (“Kurum”) tarafından Birleşme ve Devralma rejimini diğer mehaz Avrupa Birliği (“AB”) hukuklarıyla yeknesak kılmak adına 1997/1 sayılı Rekabet Kurulu’ndan İzin Alınması Gereken Birleşme ve Devralmalar Hakkında Tebliğ’i yürürlükten kaldırılarak
Türk Borçlar Hukuku ve Ticaret Hukukunda, konsinye satış şartı ve konsinye satış sözleşmesi diye anılan sözleşme türü açıkça düzenlenmemiş bir kavram olup sözleşme serbestisi kapsamında uygulama ve öğretide gelişmiş, yargı kararları ve ikincil hukuk kaynaklarında sıkça ifade bulmuş bir kavramdır.
İnternet, günümüzde enformasyon ve iletişim teknolojilerinde meydana gelen gelişmelerle birlikte, ekonomiye yön veren en önemli platformlardan biri haline gelmiştir.
Rusya ve Ukrayna arasında bir süredir gözlemlenmekte olan diplomatik gerginlik ve zıtlaşmaların yerini sıcak çatışma ve Rusya tarafından bazı Ukrayna topraklarının işgaline bırakması ile birlikte, Dünya ülkeleri bu duruma tepkiler göstererek Rusya’ya karşı çeşitli yaptırımlar uygulamaya başlamıştır.
2021 yılı, Türk Rekabet Hukuku bakımından birçok ilke imza atılan bir yıl oldu. Geçtiğimiz son 10 yıldaki gelişmelere kıyasla, 2021 yılında, sadece 1 yıl içinde, Türk Rekabet Hukuku uygulamasına, çeşitli içtihatlar ve mevzuat oluşumları aracılığıyla ciddi bir ivme kazandırıldı.
Türk Borçlar Kanununun en önemli düzenlemelerinden biri olan satış sözleşmelerinde üzerinde durulması gereken en önemli konu satışın yapılmasından sonra satılan üründe ayıp ortaya çıkması ve ayıp halinde alıcının hakları ile satıcının yükümlülüklerinin neler olduğudur. Bu yazımızda da özel olarak ayıp halinde tarafların hak ve yükümlülükleri ile bunlar için düzenlenmiş şekil şartlarından bahsedilmektedir.
İstem konusunun bölünebilir olduğu durumlarda tamamının değil, yalnızca belli bir kesiminin dava edilmesi halinde kısmi dava söz konusu olmaktadır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (“HMK”) 107. maddesinde yapılan düzenleme ile talep sonucunun belirlenemediği hallerde kısmi davaya nazaran daha kolay bir yol olan belirsiz alacak davası seçeneği getirilmiş, böylelikle alacaklıya, alacağının belirlenebilen kısmı üzerinden harç yatırarak açacağı dava kapsamında karşı tarafın iznine veya ıslah yoluna başvurmasına gerek olmadan talep sonucunu kesin olarak belirleme olağanı tanınmıştır.
Ticari hayatta teşebbüsler, faaliyet içerisinde bulunduğu diğer sektör oyuncularından olan alacaklarını tahsil etmek adına alacaklarını taşınmaz ipoteği ile teminat altına alma yöntemini sık sık tercih etmektedir.
“Takas Edilemez/Değiştirilemez Jetonlar’ın ("NFT"- Non-Fungible Token) kullanımının blok zincir teknolojisi ile yaratıcı fikri mülkiyeti birleştirmede kazandığı popülerlik günbegün artmaktadır.
Ticari hayatta teşebbüslerin faaliyetlerini baskı altında olmaksızın serbesti ile gerçekleştirebilmesi, teşebbüslerin bulunduğu pazardaki varlığını koruyabilmesinin yanında son alıcı olan tüketicilerin adil fiyatlandırma ve kaliteli ürün dengesinde piyasaya sunulmuş son üründen faydalanabilmesi açısından da önem taşımaktadır.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın (“Bakanlık”) İş Yerlerinde Covid-19 Tedbirleri başlıklı duyurusu (“Duyuru”) 3 Eylül 2021 tarihinde Bakanlık internet adresinde yayımlanmıştır.
Yazımız kapsamında, En Çok Kayrılan Müşteri koşulunun tanımı ile ticaret hayatındaki temel fonksiyonu ve Türk Rekabet Hukuku kapsamındaki yeri değerlendirilecektir.
Bu makale İcra ve İflas Kanunu’nda Değişiklik Yapan Torba Kanu’nun ne getirdiğine değinmektedir.
2019 yılı Aralık ayından beri hayatımızda yer alan Koronavirüs (“Covid-19”) ile birlikte maskeli, sosyal mesafeli yaşam tarzı yeni normal haline geldi.
Avrupa ve Amerika’da yaklaşık kırk yıla yakın bir süredir uygulanan uyuşmazlık çözüm yöntemi olan arabuluculuk kurumu günümüzde ülkemizde de en sık kullanılan alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerinden birisidir.
Arabuluculuk Sonucunda Yapılan Milletlerarası Sulh Anlaşmaları Hakkında Birleşmiş Milletler Konvansiyonu’nun (“Singapur Konvansiyonu/Konvansiyon”) Onaylanması Hakkında Karar (“Karar”), 22 Nisan 2021 tarihli ve 31462 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Karar ile beraber, Konvansiyon’a ilişkin iç hukuk onay süreci tamamlanmış olup; Türkiye’nin onayı, 22 Ekim 2021 tarihine kadar Birleşmiş Milletler’in New York’ta bulunan merkezine tevdii edilecektir.
Abonelik Sözleşmesinden Kaynaklanan Para Alacaklarına İlişkin Takibin Başlatılması Usulü Hakkında Kanun (“Kanun”), 19 Aralık 2018 tarihli ve 30630 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Kanun uyarınca, arabuluculuk ile ilgili oldukça önemli düzenlemeler mevcuttur. 1 Ocak 2019 tarihi itibariyle yürürlüğe girecek olan düzenleme uyarınca konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat taleplerine ilişkin ticari davalarda arabuluculuk dava şartı haline getirilmiştir.
“Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karara (“Karar”) İlişkin Tebliğ’de (Tebliğ No: 2008-32/34) (“Tebliğ”) Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (Tebliğ No: 2018-32/51)” (“Değişiklik Tebliği”) 6 Ekim 2018 tarihli ve 30557 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak, yayımı tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Kaynağını İsviçre Federal İcra ve İflas Kanunu’ndan alan ve yürürlüğe girdiği 1932 yılından beri metninde birçok kez değişiklikler yapılan 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nda Türkiye’de toplumsal ihtiyaçların değişmesi ve genel ekonomide meydana gelen gelişmeler sebebiyle, mali yönden güçlük yaşayan şirketlerin faaliyetlerinin devam etmesi bir başka deyişle iflas etmelerinin önüne geçilmesi amacıyla bazı kurtuluş çarelerine yer verilmişti. Bunlara örnek olarak “mal varlığının terki suretiyle konkordato”, “iflasın ertelenmesi” ve “uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırma” verilebilir. Her ne kadar kanunda birden fazla kurum yer alsa da, özellikle “iflasın ertelenmesi” dışındaki kurumların işleyişine ilişkin maddelerin süre ve usul bakımından uygulanmasında yaşanan zorluklar sebebiyle ticari anlamda güç durumda olan tacirler son yıllarda sadece “iflasın ertelenmesi” kurumuna başvurmakta idi. Bu kurum yıllar geçtikçe amacından sapmış ve erteleme talep eden tacirin mali durumunu iyileştirmekten çok, alacaklıların alacaklarına kavuşmasına engel olan ya da sürüncemede bırakan bir kurum haline gelmiştir.
Elektronik ticaretin günümüzdeki önemi tartışılmaz. E-ticaret hacminin gittikçe arttığı bugünlerde, e-ticaret işlemlerinde Rekabet Hukukunun da geliştiğini görüyoruz.
Çeşitli gelişmeler karşısında ülke ekonomisinin büyüme hızını arttırmak ve bu suretle kalkınmasını sağlamak için dünyadaki ekonomik ve politik riskler ile yakın coğrafyamızda yaşanan bölgesel olayların ekonomi üzerindeki muhtemel etkisini bertaraf etmek ve müteşebbislerin iş ve yatırım kararlarına daha sıhhatli bir şekilde odaklanmalarına imkan sağlamak, AR-GE faaliyetlerinin desteklenmesi ve ülkemize yönelik yatırımların arttırılması amacıyla, özel sektörün kamuya olan borç yükünün azaltılarak borçlara taksitle ödeme imkanları getirilmekte ve ihtilafların sulh yoluyla sonlandırılmasını ve vergi incelemesinde olan konuların dava yoluna gidilmeksizin çözümlenmesini sağlamak üzere çeşitli düzenlemeler yapılmaktadır.
Yüzyıllardır Aile Şirketlerinde sürdürülebilirliği sekteye uğratan faktörlerden başlıcası hissedarlar arası uyuşmazlıklar olmuştur. Aile büyüdükçe hissedarlık tabanının da genişlemesi, daha fazla hissedar ve daha fazla çatışan görüş ortaya çıkaracaktır. Genişleyen hissedarlık yapısı içerisinde hissedarlardan birisinin payını 3. kişiye devir suretiyle çıkış planı gibi iradi sebepler ya da hissedarlardan birisinin kaybı, boşanması veya payının cebri icra yolu ile alacaklı bir başka kurum ya da kişiye intikali neticesinde Şirketin kurumsal yapısı ile bağdaşmayabilecek hissedarların Şirkete girişinin önü açılabilecek; Şirket operasyonlarını etkileyebilecek kilit durumlar dahi ortaya çıkabilecektir. Şirketler nezdinde gerek iradi gerekse irade dışı pay devirlerine karşı getirilecek bazı sınırlamalar veya mevzuatın çok başvurulmayan bazı enstrümanları Aile Şirketlerinde hissedarlık yapısının korunması ve Şirketin sürdürülebilirliğe giden yolda ilerleyişini kolaylaştırmaktadır.
Son yıllarda en büyük şirketlerden küçük işletmelere kadar hedef ayırt etmeksizin giderek artan siber saldırıların global olarak yol açtığı zararların 2021 yılından itibaren yıllık 6 trilyon dolara çıkması beklenmektedir. İletişim, hizmet ve para akışının sanal ortama taşındığı dünyamızda hem özel sektör hem de kamu kurum ve kuruluşları için siber tehditler varlığını giderek daha fazla hissettirmektedir.
Mali Suçları Araştırma Kurulu (“MASAK”) tarafından hazırlanan Kripto Varlık Hizmet Sağlayıcıları İçin Suç Gelirlerinin Aklanmasının ve Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Yükümlülüklere İlişkin Temel Esaslar (“Kripto Varlık Hizmet Sağlayıcıları Rehberi”) 4 Mayıs 2021 tarihinde MASAK internet adresinde yayımlanmıştır.
İlk kez 2020 arifesinde rapor edilen ve 2020’nin ikinci çeyreğine girilmesiyle bir pandemiye dönüşen COVID19 toplumları her seviyede etkileyerek yaşam tarzlarını ve iş yapma süreçlerini sekteye uğrattı, zaman zaman askıya alınmasına sebep oldu, ya da hızlı bir değişime zorladı.
Tüm Dünyayı ve dolayısıyla da ülkemizi de etkisi altına alan ve özellikle de perakende, lojistik, sağlık, otomotiv, tekstil gibi sektörlerin işleyişinde ve sürekliliğinde aksamalara sebep olan COVID-19 salgınından en çok etkilenen sektörlerin başında perakende sektörü gelmektedir.
COVID-19 salgını çerçevesinde alınması gereken acil durum önlemleri kapsamında icra ve iflas işlemleri yönünden de tedbir alınması gerekmiş, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (“Kanun”) “II-FEVKALADE HALLERDE TATİL” üst başlığını taşıyan, “İcra takiplerinin durdurulması halleri” başlıklı 330. maddesindeki “Salgın hastalık, umumi bir musibet veya harb halinde Cumhurbaşkanı karariyle memleketin bir kısmında veya bazı iktisadi zümreler lehine muayyen bir müddet için icra takipleri durdurulabilir.”
Korona virüs, evrensel adıyla COVID-19 (“Korona virüs”), 2019 yılı Aralık ayında Çin’in Wuhan şehrinde ilk kez görülmesinden bu yana hızlı yayılmasının önlenmesi amacıyla seyahat politikalarının gözden geçirmesi, üretim kesintileri, karantina uygulamaları, ülkesel olağanüstü hal kararları gibi tedbirler sebebiyle iş hayatını çok kısa zaman içerisinde olumsuz olarak etkilemiştir.
16.03.2020 tarihli yayınımızda da belirtmiş olduğumuz üzere Korona virüs evrensel adıyla COVID-19 (“Korona virüs”) salgınının en önemli izdüşümlerinden birisi işçi – işveren istihdam ilişkisinde kendisini göstermektedir.
Evrensel adıyla COVID-19 (“Koronavirüs”) olarak bilinen Koronavirüs’ün sebep olduğu salgın hastalık, 2019 yılı Aralık ayında Çin’in Wuhan şehrinde ilk kez görülmesinin ardından kısa bir zaman içerisinde tüm dünyayı hem sağlık hem de ekonomik anlamda etkisi altına almıştır.
Korona virüs salgınının global etkisi, küresel krize neden olabilecek nitelikteki çeşitli alan ve sektörlerde yarattığı olumsuz yansımalar, şirketlerin ticari anlaşmaları ve edimlerin ifası yönünden oldukça önemli sonuçlar doğurmaktadır.
COVID-19 (“Koronavirüs”), tüm dünyayı etkisi altına almaya devam etmektedir. Ticaret dünyasında covid-19 salgının olumsuz yansımalarını en derinden hisseden alanlardan birisi perakende sektörüdür.
Covid-19 Salgın sürecinde gerek işverenler gerek ise sağlık kuruluşları tarafından birtakım önlemler alınmakta olup pandemi ile mücadele edilmesi sebebiyle, özellikle sağlık verileri başta olmak üzere pek çok kişisel verinin işlenmesi zaruri hale gelmiştir.
Dünya Sağlık Örgütü (“DSÖ”) tarafından 11.03.2020 tarihinde “Pandemi (salgın)” olarak nitelendirilen Covid-19 virüsünün (“Koronavirüs”) işveren-çalışan ilişkilerini üst düzeyde etkilediği şu günlerde, her çalışan ve işverenin gündemine aldığı konulara dair değerlendirmelerimizi sıkça sorulan sorular formatında bu yazımızda paylaşıyoruz.
COVID-19 salgını sebebiyle alınması gereken acil durum önlemleri kapsamında icra ve iflas hukuku işlemleri yönünden 2279 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile tedbirlerin usul hukukuna ve diğer uygulamalara etkileri bakımından ise 7226 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 20.12.2009 tarihli 5941 sayılı Çek Kanunu’na Geçici 5. Madde eklenerek önemli yenilikler getirilmiştir.
COVID-19 salgını sebebiyle alınması gereken acil durum önlemleri kapsamında ülkemizin de içerisinde bulunduğu süreç sebebiyle birçok konu başlığı yönünden gerekli önlemler alınmış olmakla birlikte, çalışan ve işveren ilişkileri de alınan işbu önlemlerden etkilenmiştir.
Bilindiği üzere, sosyal medya konusundaki yasal düzenlemeler Türkiye’nin gündeminde her zaman önemli bir yere sahip olmuştur.
Teknoloji hayatımızda gün geçtikçe daha büyük bir yer kaplamakta. Bu sayede, artık en basit günlük alışverişlerimizi bile internet üstünden sağlamaya başladığımız yadsınamaz bir gerçek haline geldi. Bu doğrultuda, erişilebilirlik, hız, çeşitlilik gibi kavramlar yaşantımızın daha da önemli bir parçası oldular.
Şirket hisselerin devrinde olduğu gibi ticari hayatın süregelen akışında gerçekleşen işlemlerde vergisel boyut oldukça önemli bir yere sahip olup ticari hayatta atılacak adımlar vergisel anlamdaki sonuçları ile değerlendirilmektedir. Şirket hisse devirlerinde ortaya çıkan kazancın vergisel sonucunu hissedar lehine çevirmek için mevzuat düzenlemeleri dikkatle incelenmeli ve atılacak adımlar buna göre belirlenmelidir.
Günümüzde tüketiciler, satın aldıkları araçlar ile ilgili olarak karşılaştıkları arızaların yetkili servisler tarafından giderilmesini istemektedirler. Ancak, yetkili servisler tarafından bu talepleri yerine getirilmediğinde Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunu’ndan doğan seçimlik haklarını kullanmak maksadıyla yasal yollara başvurmaktadırlar. Bu haklarından bir tanesi de aracın ayıpsız misliyle değişimi yani yenisiyle değiştirilmesidir. İşte tam bu noktada önemle belirtmek gerekir ki, tüketicilerin her araç arızasında bu seçimlik haklarını kullanabilecekleri hatasına düştüklerini ve akabinde yargılama sonrasında hayal kırıklığına uğradıkları gözlemlenmiş olup, tüketicilerin bu haklarını hangi şartlar altında kullanabilecekleri ve aracın yenisi ile değişimine ilişkin hakkın kapsamına değinmek gerekmektedir.
Şirket kapanışı, bir şirketin tasfiye sürecine girmesiyle başlayıp Ticaret Sicilinden terkini ile son bulmaktadır. Tasfiye sürecine giren şirketler, birçok alanda farklı prosedürleri tamamlamakla yükümlü olup işbu Bilgi Notu şirketlerin tasfiye sürecinde Şirketler Hukuku ve İş Hukuku açısından göz önünde bulundurulması gereken hukuki risk ve unsurlara ilişkin olup genel bilgilendirme niteliğindedir. İşbu Bilgi Notu iki bölümden oluşmakla beraber ilk bölümde tasfiye süreci Şirketler Hukuku açısından, ikinci bölümde ise İş Hukuku açısından ele alınacaktır. Ayrıca, işbu Bilgi Notu’nun devamında “şirketin kapanmasına” ilişkin ifadeler hukuki olarak şirketin tasfiyesi olarak anlaşılmalıdır.
Taraflar, sözleşmeden doğan yükümlülüklerini ifa etmemelerinin önüne geçmek amacıyla sözleşmeyle ceza koşulu kararlaştırılabilir. Sözleşmede kararlaştırılacak ceza koşuluyla taraflar, ortaya çıkacak riskleri en aza indirgemeyi ve ifa alacaklısının korunmasını amaçlamaktadır.
Son yıllarda artan ivmeli gelişimi ile perakende sektörünün lokomotifi haline gelen Alışveriş Merkezleri(“AVM”), ülkemiz ekonomisi içinde önemli bir rol oynamaktadır. Ülkemizde AVM’ler yakaladığı giriş sayısı ve harcama miktarları ile ölçümlenen büyüme oranlarıyla Avrupa sıralamalarının da üst basamaklarında yer almaktadır. Bu gelişime paralel olarak, ülkemizde Avrupa Birliği müktesebatına uyum sağlanabilmesi ve perakende sektörü ile AVM’lerin de yasal düzleminin yaratılabilmesi için özel hukuki düzenlemelere ihtiyaç duyulmuştur. Bu bağlamda öncelikle, 29.01.2015 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6585 Sayılı Perakende Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun (“6585 sayılı Kanun”) ile perakende sektöründe genel hukuki bir çerçeve oluşturulmuş, ileride çıkarılacak yönetmeliklere ilişkin altyapı oluşturulmuştur.
“Koronavirüs (“Covid-19”) tüm dünyayı etkisi altına almaya devam ederken ticaret dünyasında salgının olumsuz yansımalarını en derinden hisseden alanlardan birisi olan perakende sektörü, Covid-19 sarmalında çalışanların sağlıklarını koruma, müşterilerini memnun etme ve bu zorlu dönemi minimum kayıpla atlatma amacıyla kurguladıkları planları hukuk filtresinden geçirmeye de özen göstermek durumundadır.
Kurumsal Yönetim uygulamaları ve kurumsal yönetimin özümsenmesinin Şirketlerin sürdürülebilirliğine etkisi tartışmasız olmakla birlikte Şirketler nezdinde etkin uygulamalar, finansmana erişime de olumlu etki etmekte; finansmana erişim de sürdürülebilirliği dolaylı olarak desteklemektedir.
6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (“TTK”) 367. maddesi uyarınca, anonim şirketlerde yönetim kurulu, hazırlayacağı ve yürürlüğe koyacağı bir iç yönerge ile şirketin yönetimine ilişkin birtakım yetkileri bazı yönetim kurulu üyelerine veya yönetim kurulu üyesi olmayan üçüncü kişilere devredebilmektedir.