Önerilen Aramalar

Covid-19 Salgınının Perakende Sektörüne Etkisi

23.03.2020

Tüm Makaleler
Evrensel adıyla COVID-19 (“Koronavirüs”) olarak bilinen Koronavirüs’ün sebep olduğu salgın hastalık, 2019 yılı Aralık ayında Çin’in Wuhan şehrinde ilk kez görülmesinin ardından kısa bir zaman içerisinde tüm dünyayı hem sağlık hem de ekonomik anlamda etkisi altına almıştır.
Covid-19 Salgınının Perakende Sektörüne Etkisi

Koronavirüs salgını ile birlikte iş hayatı ve birçok sektör çok kısa zaman içerisinde olumsuz olarak etkilemiştir. Küresel bir tehdit noktasına ulaşan salgının, 11 Mart 2020 itibariyle Dünya Sağlık Örgütü (“DSÖ”) tarafından “pandemi” (bölgeler ve gruplar üstü coğrafi salgın) olarak nitelendirilmesi ile birlikte, salgının global etkisi yadsınamaz düzeye gelmiştir.

Koronavirüs’ün bu kadar kısa süre içerisinde tüm dünyayı etkisi altına alması farklı sektörlerde farklı şekilde yansımalara yol açmıştır. Dünya çapında yayılan Koronavirüs salgını ve salgının kamu sağlığına yönelik ve ekonomik etkisi gözetildiğinde, özellikle Perakende sektöründe bu kapsamda alınması gereken acil durum önlemlerinin oldukça fazla olduğu göze çarpmaktadır. Perakende sektöründe salgın sebebiyle ele alınması gereken konulardan biri tedarik zincirlerindeki aksamalar olurken, mağazacılık tarafında satışların düşmesi, kira ilişkilerindeki problemler, istihdam alanında yaşanacak komplikasyonlar diğer başlıkları oluşturmakta ve salgının etkileri ile birlikte bu konularda çözüm arayışına girilmesi ihtiyacı doğmaktadır.

Bu çalışmamızda Koronavirüs salgınının Perakende Sektörü özelinde etkileri ve çözüm önerileri ele alınacak ve tüm sektörleri kapsayan ve özel olarak ele aldığımız İstihdam konuları haricinde kalan konular irdelenecektir.

Perakende sektöründe en önemli konulardan biri sektörün offline tüketici bağlılığıdır. Tüketicilere yapılan offline satışlar, e-ticaret sektörü oyuncuları haricinde sektörün temelini oluşturduğundan, aşağıda paylaştığımız güncel idari tedbirler ve daha öncesinde başlayan tüketicilerin Koronavirüs salgını sebebiyle toplu alanlardan bilinçli olarak kaçınması, özellikle birçok mağazanın bir arada bulunduğu Alışveriş Merkezleri (“AVM”) ve “flagship store” olarak adlandırılan cadde mağazalara giren müşteri sayısını da doğrudan olumsuz yönde etkilemiştir. Bahse konu etki de ilgili mağazalardan beklenilen ticari verimin elde edilememesi sebebiyle kiracı olarak yüklenilen edimleri ağırlaştırmakta ve kira ilişkisinin sürdürülebilirliğini ve mağazaların devamlılığını tehlikeye atmaktadır.

Öncelikle karşılaşılan en büyük sorunlardan biri alınan idari önlemler ve insanların günlük alışkanlıklarının değişmesi sebebiyle AVM’ye giren insan sayısının (footfall) düşüşüdür. Son günlerde yaşanan gelişmeler ışığında doğrudan etkilenen kira ilişkilerinin durumu da bu etki çerçevesinde ayrıca değerlendirilmelidir. Açıklandığı üzere mağaza satışlarındaki düşüşler karşısında cironun azalması sebebiyle, asgari/sabit kira bedellerinin Perakende sektörü tarafından karşılanması neredeyse imkânsız hale gelmektedir. Önümüzdeki günlerde ciro kiralarının asgari kiraların çok altında kalması da söz konusu olabilecektir.

Güncel gelişmeler ışığında Perakende sektöründe faaliyet gösteren birçok markaya ait mağaza Cumhurbaşkanlığı tavsiye kararı ve kamu sağlığı kaygısı ile 19 Mart 2020 tarihinden itibaren geçici olarak kapanmış; birçok AVM de öncelikli tüketim mağazaları (market, eczane gibi) haricinde faaliyetlerini geçici olarak durdurmuştur; faaliyetlerini durdurmayan AVM’ler de mevcut olmakla birlikte, fiili durumları kapalı mağazalar sebebiyle kapanan AVM’lerden farklı değildir. Mağaza ve AVM kapanışları sebebiyle kira ilişkilerindeki sorun öncelikli olarak ele alınırken, Perakende alanında faaliyet gösteren çoğu şirketin online kanallar aracılıyla satışa devam etmesi sebebiyle, tedarik zincirinde yaşanan problemlere de ayrıca değinilmesi gerekmektedir.

1. Perakende Sektöründe Kira ve AVM ilişkileri
1.1. Mağazaların ve AVM’lerin Kapanması
Koronavirüs salgınının önlenmesi amacıyla izlenebilecek etkin çözüm yollarından biri de Mağazaların ve AVM’lerin kapatılması şeklinde ortaya çıkmıştır. Bu doğrultuda Perakende sektöründe faaliyet gösteren birçok büyük markanın mağazalarını kapattıkları ve AVM’lerin de bunu takiben kapanmaya başladığı görülmektedir. Özellikle, AVM Geliştiricisi Şirketler ile Perakende Sektör Oyuncuları arasında akdedilen kira sözleşmelerinin içeriği gözetildiğinde, mağazaların AVM açılış ve kapanış saatlerine aykırı olarak kapanması konusunun birçok yaptırıma bağlanmış olduğu görülebilecektir. Koronavirüs salgınının önlenmesi açısından alınan bu tedbirlerin kira ilişkileri üzerindeki olumsuz sonuçlarının da hukuki olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.

Öncelikle kira sözleşmelerinde Koronavirüs salgını ve buna bağlı idari tedbirlerin mücbir sebep olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği tartışma konusu haline gelmiştir. Koronovirüs salgınının sözleşmelere mücbir sebep etkisi ayrıntılı olarak 23.03.2020 tarihli Covid-19 Sözleşmelere Etkisi Mücbir Sebep (“Force Majeure”) Tartışması yazımızda yer almaktadır. Bu minvalde mücbir sebebi, iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde, tarafların en az birisi bakımından, sözleşmenin başlangıcında mevcut olmayan ve sözleşme akdedilmesinden sonra ortaya çıkan, maruz kalan tarafın, sözleşme ile üstlendiği edimi ifa etmesini engelleyen veya ifa etmesinin beklenemeyeceği, tarafların kontrolü dışında ortaya çıkabilecek ve belli bir süre devamı halinde taraflardan birine sözleşmeyi fesih hakkı verebilen durumlar olarak tanımlayabiliriz. Buna istinaden Koronavirüs salgınının mücbir sebep olarak değerlendirilmesi halinde, salgın sebebiyle ve salgının önlenmesi adına mağazaların kapatılması ve/veya AVM’lerin kapatılması gibi kira sözleşmelerindeki edimlerin ifa güçlüğü sebebiyle ifa edilememesi hallerinde de oluşan ihlalin sorumluluk kapsamı dışında kalması gündeme gelebilecektir.

Güncel gelişmelerden bir tanesi de, İçişleri Bakanlığı’nın 16.03.2020 tarihinde 81 il genelinde yürürlüğe soktuğu tedbir kararları doğrultusunda TC Cumhurbaşkanlığı tarafından yapılan 18.03.2020 tarihli açıklamadır. Söz konusu açıklama kapsamında vatandaşların 3 (üç) hafta boyunca evde kalarak sosyal hayattan imtina etmeleri gerektiği belirtilmiş olup bu açıklama, mevcut ticari hayatı ve dolayısıyla AVM’lerde yer alan mağaza çalışanları ve müşterilerini de doğrudan etkilemektedir. Alışveriş Merkezi Yatırımcıları Derneği (“AYD”) de alınan bu önlemler doğrultusunda, halk sağlığı için toplum ve perakende sektör temsilcilerinin de taleplerini dikkate alarak Cumhurbaşkanlığına başvuruda bulunarak AVM’lerin kapatılmasına yönelik bir tavsiye karar almıştır. Yine ayrıca Türkiye Alışveriş Merkezleri ve Perakendeciler Federasyonu (“TAMPF”) tarafından yapılan açıklamada, hükümetin zorunlu haller dışında vatandaşların evlerinde kalmaları gerektiği kararına tamamen katıldıklarını, ülke genelinde açık kalması zorunlu olan sağlık, lojistik hizmetleri ile gıda ve temel ihtiyaç ürünleri satış noktaları dışındaki tüm ticari alanların, AVM’ler, yeme içme işletmelerinin kapatılması kararının ivedilikle alınmasını desteklediklerini ve en önemlisi TAMPF bünyesinde olan AVM ve mağazaların kapalı kaldığı dönem boyunca kapanan işletmelere kira faturası düzenlenmemesi ve kira alınmaması yoluyla destek olacaklarını belirtmişlerdir.

Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde, kira sözleşmeleri açısından ifa imkânsızlığının ortaya çıkması da kaçınılmazdır. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (“TBK”) madde 136 hükmü; “sözleşme kapsamındaki tüm yükümlülüklerin yerine getirilmesi borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle imkânsızlaşırsa, borçlu o yükümlülüklerini yerine getirmekten kurtulur” düzenlemesini içermektedir. Güncel gelişmeler ışığında olağanüstü önlemler alınmasının da kaçınılmaz hale gelmesi sebebiyle sözleşmesel ilişkilerde ifa imkânsızlığının ortaya çıkmış olduğu özellikle değerlendirilmelidir.

Bu doğrultuda her bir kira sözleşmesinin özel olarak analizi ve değerlendirilmesi gerekmekle birlikte salgın kapsamında kapatma kararı alan AVM’ler ile bu AVM’lerde mağazalarını kapatan perakende sektör temsilcileri arasındaki kira sözleşmelerinde Tarafların bu süreci azami iyiniyetle yürütmek suretiyle mücbir sebep hükümlerinin uygulanmasının adaletli olacağı ifade edilebilir. Bu sözleşmelerde mücbir sebep klozu mevcut olması halinde uygulama usulünün söz konusu hükümde detaylı olarak tanımlandığı bilinmektedir. Buna göre Tarafların Sözleşmeye uygun yazışma ve tebligat usulü çerçevesinde etkin iletişim yürütmeleri, mücbir sebep süresince yükümlülüklerini askıya alabilmeleri, mücbir sebep sonlandığında da Sözleşmenin tüm hükümlerine aynen riayet ederek Sözleşmeyi iyiniyetle devam ettirmeleri esastır. Burada altını önemle çizdiğimiz karşılıklı azami iyiniyet kavramının, hakkın kötüye kullanımı önünde en önemli denge mekanizması olduğunu unutmamak gerekir.

1.2. Mağaza Kiralarının Uyarlanması ve/veya İndirilmesi
Her ne kadar yukarıda açıklandığı üzere gerek İçişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan genelge, gerekse Cumhurbaşkanlığı tarafından yapılan açıklamalar doğrultusunda AYD ve TAMPF’nin de desteği ile birçok mağaza ve AVM kapatılmakta olsa da, sayıları kapatılanlara oranla daha az açık AVM ve mağazalar da değerlendirme altına alınmalıdır. Tavsiye kararları uyarınca mağazalar ve AVM’ler açık kalarak çalışma saatlerini 12.00-20.00 olarak değiştirseler dahi bu durum giriş sayısı düşüşünü engellemeyecek olup kira sözleşmelerinin duruma uyarlanması konularının gündeme gelmesi kaçınılmaz olacaktır.

İşin hukuki boyutuna değinecek olursak, Koronavirüs etkisi sebebiyle alınan önlemlerin, halin icabına göre kira sözleşmesi hükümlerini yerine getirme konusunda ifa güçlüğü olarak değerlendirilmesi halinde; TBK madde 138’den yararlanılabilecektir. Amir kanun hükmü durumu “Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır.” Şeklinde düzenlemiştir. Söz konusu hüküm kira sözleşmelerini de yakından ilgilendirmektedir. Bu durumda sözleşmelerin uyarlanması hususu karşımıza çıkacak olup, burada önemli olan uyarlama yapılabilmesi için bazı şartların yerine gelmesi gerekliliğidir. Bu şartlardan ilki sözleşmenin kurulmasından sonra ortaya çıkan durum değişikliğidir. Burada aranan şart aslında olağanüstü durumdur. Her ne kadar doktrinde olağanüstü durumun dar yorumlanması gerektiği görüşü ön plana çıkmışsa da özellikle AVM’lerin taraf olduğu kira sözleşmelerinde mağazaların boş kalması sebebiyle öngörülen konseptin dışına çıkılması ya da AVM’lere müşterilerin gelmesine yol açan sinema, tiyatro ya da tema parkının kapanması da olağanüstü durum olarak değerlendirilebilir. Diğer şartlardan olan öngörülemezlik, sözleşmenin süresinin uzunluğu ve ifanın beklenemezliği şartlarının da somut olayda mevcut olması gerekmekte olup, bu durumda kiracı, kiralayandan uyarlama talep edebilecek ve bu talebi cevapsız kalırsa bahse konu talebin yerine getirilmesini de yargı yolu ile isteyebilecektir. Unutulmaması gereken bir diğer husus ise Koronavirüs salgınının etkilerinin ne kadar süreceğinin ya da toplumsal davranışlarda yaratacağı değişimlerin hala bilinmemesidir.

Kapanan ve açık kalmaya devam eden mağazalar yönünden durumu değerlendirecek olursak Koronavirüs salgınının olumsuz etkisinin Sözleşme tarafları arasında bir uyuşmazlığa dönüşmesine izin vermeden, iyi niyet kuralları çerçevesinde karşılıklı anlaşma sağlanmasının öncelik olması gerektiği görüşündeyiz. Perakende sektöründe markalar, AVM yatırımcıları, cadde mağaza yatırımcıları, banka ve finansal kurumları sürdürülebilir yaşam döngüsünün birbirinden koparılamayacak halkaları olduğundan; tarafların hiçbirinin öngöremeyeceği ve kontrolü dahilinde olmayan Koronavirüs salgını gibi durumlardan ancak empati, karşılıklı iyi niyet ve iletişim yolu ile daha az hasar alarak kurtulmak mümkün olacaktır. Bu bağlamda zincirin en önemli halkalarından birini oluşturan perakende sektöründeki mağazaların zararını minimuma indirebilmek adına sözleşme hükümleri ışığında kira bedelinde uyarlama, geçici teşvikler, ödemesiz dönemler, salt ciro kirası uygulaması gibi alternatif çözümlerle sürdürülebilir ilişkinin güven içerisinde temini yolu tercih edilmelidir. Zira salgın eninde sonunda yenilecek ancak sektörün yaşam döngüsünün tarafları birbirlerine sürekli olarak ihtiyaç duyacaklardır. Bu sebeple, öncelikli olarak ilgili kira sözleşmelerine tadil protokolleri akdedilmesi için görüşmelere başlanması ve kiraların bu dönem sürecince uyarlanması ve indirilmesi kapsamında gerekli düzenlemelerin imza altına alınması önerilmektedir.

2. Tedarik Zincirlerinde Yaşanan Problemler
Koronavirüs salgının Çin başta olmak üzere Dünya’nın birçok yerinde kendisini göstermesi ve güncel olarak ülkemizde de etkisinin bir hayli artması sonucunda, şirketlerin tedarik zincirlerinde aksamalar görülmeye başlanmıştır. Avrupa’da her geçen gün artan kısıtlama ve olağanüstü hal tedbirleri ışığında uluslararası alanda ticaretin sekteye uğraması sebebiyle Dünya genelinde bir tedarik zinciri bozulmasından bahsetmek mümkündür.

Türkiye’de alınan önlemler kapsamında, 18.03.2020 tarihinde TC Cumhurbaşkanlığı tarafından yapılan açıklamada “3 hafta evde kalma” tavsiyesi uyarınca birçok insan gibi şirket çalışanları da bu tavsiyeye uymak istemekte, globalde etkisini fazlasıyla gösteren tedarik sorunu, ülkemize de yansıyarak iç tedarik zincirinde de gerek üretim gerek taşımacılık alanında aksamalara sebebiyet vermektedir.

Bu alandaki potansiyel sorunları minimuma indirmek amacıyla;
  • Perakende sektöründe faaliyet gösteren şirketler tarafından tedarikçiler çeşitlendirilerek tedarik zinciri stabilizasyonu sağlanabilir ve virüs dolayısıyla problem yaşayan tedarikçiler yerine darboğazları çözebilecek ikame sağlayıcılar da tercih konusu yapılabilir.
  • Gıda, sağlık, hızlı tüketim dışındaki perakende temsilcileri talepteki geçici azalmaya bağlı olarak tedarik planlamaları ve siparişlerini ilgili tedarikçilerle mevcut sözleşmeleri çerçevesinde etkin iletişim ve yazılı mutabakatla revize edebilirler.
  • Tedarikte çoklu yaklaşımlar benimsenerek eş zamanlı alternatif kaynak arayışında bulunulabilir.
  • İlave üretim kapasitesini kullanmak tedarik zincirindeki dalgalanmaları yönetme konusunda faydalı olabilir.
  • Stoklar ve satışlar üzerinde gerçekleştirilecek inceleme ve değerlendirmeler sonrasında güvenli seviyede stok tutup risk azaltılarak dengenin sağlanması üzerinde çalışmalar yapılabilir.
Ayrıca, salgın döneminde hem yoğunluk hem de havayolu, karayolu ve deniz yolu sınırlarındaki önlemler neticesinde önlerine çıkan engellerin daha da arttığı lojistik sektörü temsilcilerinin sorunları ayrıca ele alınacak olmakla beraber, perakende sektör temsilcileri bakımından lojistik ve gümrük süreçlerinde aksamalar yaşanabileceği de unutulmamalıdır. Bu doğrultuda anlaşmalı lojistik hizmet tedarikçileri ve gümrük müşavirleri ile azami iletişim içerisinde süreçleri yönetmek isabetli olacaktır.

Nitekim yukarıda bahsedilen 18.03.2020 tarihli Cumhurbaşkanlığı açıklamasında; Küresel tedarik zincirlerindeki aksama ihtimaline karşı hem üretimde, hem de Perakende sektöründe belirlenen önceliklere göre alternatif kanallar geliştirileceği de ayrıca belirtilmiş olup, hükümetin söz konusu tedarik zinciri aksamalarına da çözüm getirme yaklaşımı da önem teşkil etmektedir.

Bu doğrultuda Perakende sektörünü ve AVM’leri de doğrudan ilgilendiren Muhtasar ve KDV tevkifatı ile SGK primlerinin Nisan, Mayıs ve Haziran ödemelerini 6’şar ay ertelenmesi de sektörü bir nebze rahatlatıcı niteliktedir.

3. Türkiye’de Tek Satıcı Durumda Bulunulan Sözleşmeler Uyum:
Bu noktada ithalat odaklı perakende temsilcilerinin yaşayabileceği komplikasyonlara ve çözüm önerilerine kısaca değinmek faydalı olacaktır.

İthalat odaklı çalışan perakende sektör temsilcilerinin bir kısmı Dünya’da bilinen önemli markaların Türkiye ve yakın bölgelerde Tek Satıcısı konumundadır. Distribütörlük, lisans, bayilik veya franchising çerçevelerinden birisinde vücut bulan bu sözleşmesel ilişkilerde tek satıcının yıllık ve sözleşme süresi boyunca asgari satın alım, bölgede satış, hedef bütçe çerçevesinde pazarlama giderlerine katlanma gibi yükümlülükleri bulunmaktadır. Koronavirüs salgını sebebiyle tüketici taleplerindeki azalma, perakende satış noktalarının geçici kapanması gibi gerçekler karşısında bu hedef ve yükümlülüklerin geçici surette ve özellikle “sezonsal bakımdan” sekteye uğrayacağı aşikârdır. İlgili Tek Satıcılık Sözleşmeleri bakımından herhangi bir ihlal veya uyuşmazlık konusuna maruz kalmamak adına, perakende temsilcileri talepteki geçici azalmaya bağlı olarak temsilcisi oldukları markaların tedarikçisi konumundaki taraflar ile mevcut sözleşmeleri çerçevesinde etkin iletişim ve yazılı mutabakatla Mücbir Sebep veya Esaslı Olumsuz Durum ışığında Sözleşmenin uyarlanması enstrümanlarını kullanmaları önerilmektedir.

Sonuç olarak, Koronavirüs salgınının etkilerinin artan şiddetle hissedilmekte olduğunu ve her yeni gelişmenin durumun seyrini değiştirdiğini söyleyebiliriz. Yaşanan bu değişim çerçevesinde gerek idari makamların gerek kurumların alacağı önlem ve tedbirler yakından takip edilmelidir. Gelişmeleri yakından takip ederek, meydana gelen olumsuz etkileri, karşılıklı iyiniyet, sözleşme ve mevzuata uyum çerçevesinde en doğru ve etkin müzakere yöntemine çözümlemek en doğru yol olacaktır.

MORAL & PARTNERS
Bilge Binay Kanat, Kıdemli Avukat
Aslı Kınsız, Avukat
Melis Menkü, Avukat
Egemen Akyol, Stj. Avukat

Benzer Makaleler
Bu yazımızda yenilebilir enerji kaynaklarından elektrik üretimini hukuki yönler başta olmak üzere bir çok açıdan ele aldık.
2023 yılında Rekabet Kurumu’na bildirilen işlemlere ilişkin olarak, Rekabet Kurumu (“Kurum”) Ekonomik Analiz ve Araştırma Dairesi Başkanlığı tarafından hazırlanan 2023 yılı Birleşme ve Devralma Görünüm Raporu (“Rapor”), 5 Ocak 2024 tarihinde, Kurum’un internet sitesinde yayımlanmıştır.
Türk Rekabet Kurumu (“Kurum”) tarafından Birleşme ve Devralma rejimini diğer mehaz Avrupa Birliği (“AB”) hukuklarıyla yeknesak kılmak adına 1997/1 sayılı Rekabet Kurulu’ndan İzin Alınması Gereken Birleşme ve Devralmalar Hakkında Tebliğ’i yürürlükten kaldırılarak
Türk Borçlar Hukuku ve Ticaret Hukukunda, konsinye satış şartı ve konsinye satış sözleşmesi diye anılan sözleşme türü açıkça düzenlenmemiş bir kavram olup sözleşme serbestisi kapsamında uygulama ve öğretide gelişmiş, yargı kararları ve ikincil hukuk kaynaklarında sıkça ifade bulmuş bir kavramdır.
İnternet, günümüzde enformasyon ve iletişim teknolojilerinde meydana gelen gelişmelerle birlikte, ekonomiye yön veren en önemli platformlardan biri haline gelmiştir.
Rusya ve Ukrayna arasında bir süredir gözlemlenmekte olan diplomatik gerginlik ve zıtlaşmaların yerini sıcak çatışma ve Rusya tarafından bazı Ukrayna topraklarının işgaline bırakması ile birlikte, Dünya ülkeleri bu duruma tepkiler göstererek Rusya’ya karşı çeşitli yaptırımlar uygulamaya başlamıştır.
2021 yılı, Türk Rekabet Hukuku bakımından birçok ilke imza atılan bir yıl oldu. Geçtiğimiz son 10 yıldaki gelişmelere kıyasla, 2021 yılında, sadece 1 yıl içinde, Türk Rekabet Hukuku uygulamasına, çeşitli içtihatlar ve mevzuat oluşumları aracılığıyla ciddi bir ivme kazandırıldı.
Türk Borçlar Kanununun en önemli düzenlemelerinden biri olan satış sözleşmelerinde üzerinde durulması gereken en önemli konu satışın yapılmasından sonra satılan üründe ayıp ortaya çıkması ve ayıp halinde alıcının hakları ile satıcının yükümlülüklerinin neler olduğudur. Bu yazımızda da özel olarak ayıp halinde tarafların hak ve yükümlülükleri ile bunlar için düzenlenmiş şekil şartlarından bahsedilmektedir.
İstem konusunun bölünebilir olduğu durumlarda tamamının değil, yalnızca belli bir kesiminin dava edilmesi halinde kısmi dava söz konusu olmaktadır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (“HMK”) 107. maddesinde yapılan düzenleme ile talep sonucunun belirlenemediği hallerde kısmi davaya nazaran daha kolay bir yol olan belirsiz alacak davası seçeneği getirilmiş, böylelikle alacaklıya, alacağının belirlenebilen kısmı üzerinden harç yatırarak açacağı dava kapsamında karşı tarafın iznine veya ıslah yoluna başvurmasına gerek olmadan talep sonucunu kesin olarak belirleme olağanı tanınmıştır.
Ticari hayatta teşebbüsler, faaliyet içerisinde bulunduğu diğer sektör oyuncularından olan alacaklarını tahsil etmek adına alacaklarını taşınmaz ipoteği ile teminat altına alma yöntemini sık sık tercih etmektedir.
“Takas Edilemez/Değiştirilemez Jetonlar’ın ("NFT"- Non-Fungible Token) kullanımının blok zincir teknolojisi ile yaratıcı fikri mülkiyeti birleştirmede kazandığı popülerlik günbegün artmaktadır.
Ticari hayatta teşebbüslerin faaliyetlerini baskı altında olmaksızın serbesti ile gerçekleştirebilmesi, teşebbüslerin bulunduğu pazardaki varlığını koruyabilmesinin yanında son alıcı olan tüketicilerin adil fiyatlandırma ve kaliteli ürün dengesinde piyasaya sunulmuş son üründen faydalanabilmesi açısından da önem taşımaktadır.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın (“Bakanlık”) İş Yerlerinde Covid-19 Tedbirleri başlıklı duyurusu (“Duyuru”) 3 Eylül 2021 tarihinde Bakanlık internet adresinde yayımlanmıştır.
Yazımız kapsamında, En Çok Kayrılan Müşteri koşulunun tanımı ile ticaret hayatındaki temel fonksiyonu ve Türk Rekabet Hukuku kapsamındaki yeri değerlendirilecektir.
Bu makale İcra ve İflas Kanunu’nda Değişiklik Yapan Torba Kanu’nun ne getirdiğine değinmektedir.
2019 yılı Aralık ayından beri hayatımızda yer alan Koronavirüs (“Covid-19”) ile birlikte maskeli, sosyal mesafeli yaşam tarzı yeni normal haline geldi.
Avrupa ve Amerika’da yaklaşık kırk yıla yakın bir süredir uygulanan uyuşmazlık çözüm yöntemi olan arabuluculuk kurumu günümüzde ülkemizde de en sık kullanılan alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerinden birisidir.
Arabuluculuk Sonucunda Yapılan Milletlerarası Sulh Anlaşmaları Hakkında Birleşmiş Milletler Konvansiyonu’nun (“Singapur Konvansiyonu/Konvansiyon”) Onaylanması Hakkında Karar (“Karar”), 22 Nisan 2021 tarihli ve 31462 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Karar ile beraber, Konvansiyon’a ilişkin iç hukuk onay süreci tamamlanmış olup; Türkiye’nin onayı, 22 Ekim 2021 tarihine kadar Birleşmiş Milletler’in New York’ta bulunan merkezine tevdii edilecektir.
Abonelik Sözleşmesinden Kaynaklanan Para Alacaklarına İlişkin Takibin Başlatılması Usulü Hakkında Kanun (“Kanun”), 19 Aralık 2018 tarihli ve 30630 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Kanun uyarınca, arabuluculuk ile ilgili oldukça önemli düzenlemeler mevcuttur. 1 Ocak 2019 tarihi itibariyle yürürlüğe girecek olan düzenleme uyarınca konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat taleplerine ilişkin ticari davalarda arabuluculuk dava şartı haline getirilmiştir.
“Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karara (“Karar”) İlişkin Tebliğ’de (Tebliğ No: 2008-32/34) (“Tebliğ”) Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (Tebliğ No: 2018-32/51)” (“Değişiklik Tebliği”) 6 Ekim 2018 tarihli ve 30557 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak, yayımı tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Kaynağını İsviçre Federal İcra ve İflas Kanunu’ndan alan ve yürürlüğe girdiği 1932 yılından beri metninde birçok kez değişiklikler yapılan 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nda Türkiye’de toplumsal ihtiyaçların değişmesi ve genel ekonomide meydana gelen gelişmeler sebebiyle, mali yönden güçlük yaşayan şirketlerin faaliyetlerinin devam etmesi bir başka deyişle iflas etmelerinin önüne geçilmesi amacıyla bazı kurtuluş çarelerine yer verilmişti. Bunlara örnek olarak “mal varlığının terki suretiyle konkordato”, “iflasın ertelenmesi” ve “uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırma” verilebilir. Her ne kadar kanunda birden fazla kurum yer alsa da, özellikle “iflasın ertelenmesi” dışındaki kurumların işleyişine ilişkin maddelerin süre ve usul bakımından uygulanmasında yaşanan zorluklar sebebiyle ticari anlamda güç durumda olan tacirler son yıllarda sadece “iflasın ertelenmesi” kurumuna başvurmakta idi. Bu kurum yıllar geçtikçe amacından sapmış ve erteleme talep eden tacirin mali durumunu iyileştirmekten çok, alacaklıların alacaklarına kavuşmasına engel olan ya da sürüncemede bırakan bir kurum haline gelmiştir.
Elektronik ticaretin günümüzdeki önemi tartışılmaz. E-ticaret hacminin gittikçe arttığı bugünlerde, e-ticaret işlemlerinde Rekabet Hukukunun da geliştiğini görüyoruz.
Çeşitli gelişmeler karşısında ülke ekonomisinin büyüme hızını arttırmak ve bu suretle kalkınmasını sağlamak için dünyadaki ekonomik ve politik riskler ile yakın coğrafyamızda yaşanan bölgesel olayların ekonomi üzerindeki muhtemel etkisini bertaraf etmek ve müteşebbislerin iş ve yatırım kararlarına daha sıhhatli bir şekilde odaklanmalarına imkan sağlamak, AR-GE faaliyetlerinin desteklenmesi ve ülkemize yönelik yatırımların arttırılması amacıyla, özel sektörün kamuya olan borç yükünün azaltılarak borçlara taksitle ödeme imkanları getirilmekte ve ihtilafların sulh yoluyla sonlandırılmasını ve vergi incelemesinde olan konuların dava yoluna gidilmeksizin çözümlenmesini sağlamak üzere çeşitli düzenlemeler yapılmaktadır.
Yüzyıllardır Aile Şirketlerinde sürdürülebilirliği sekteye uğratan faktörlerden başlıcası hissedarlar arası uyuşmazlıklar olmuştur. Aile büyüdükçe hissedarlık tabanının da genişlemesi, daha fazla hissedar ve daha fazla çatışan görüş ortaya çıkaracaktır. Genişleyen hissedarlık yapısı içerisinde hissedarlardan birisinin payını 3. kişiye devir suretiyle çıkış planı gibi iradi sebepler ya da hissedarlardan birisinin kaybı, boşanması veya payının cebri icra yolu ile alacaklı bir başka kurum ya da kişiye intikali neticesinde Şirketin kurumsal yapısı ile bağdaşmayabilecek hissedarların Şirkete girişinin önü açılabilecek; Şirket operasyonlarını etkileyebilecek kilit durumlar dahi ortaya çıkabilecektir. Şirketler nezdinde gerek iradi gerekse irade dışı pay devirlerine karşı getirilecek bazı sınırlamalar veya mevzuatın çok başvurulmayan bazı enstrümanları Aile Şirketlerinde hissedarlık yapısının korunması ve Şirketin sürdürülebilirliğe giden yolda ilerleyişini kolaylaştırmaktadır.
Son yıllarda en büyük şirketlerden küçük işletmelere kadar hedef ayırt etmeksizin giderek artan siber saldırıların global olarak yol açtığı zararların 2021 yılından itibaren yıllık 6 trilyon dolara çıkması beklenmektedir. İletişim, hizmet ve para akışının sanal ortama taşındığı dünyamızda hem özel sektör hem de kamu kurum ve kuruluşları için siber tehditler varlığını giderek daha fazla hissettirmektedir.
Mali Suçları Araştırma Kurulu (“MASAK”) tarafından hazırlanan Kripto Varlık Hizmet Sağlayıcıları İçin Suç Gelirlerinin Aklanmasının ve Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Yükümlülüklere İlişkin Temel Esaslar (“Kripto Varlık Hizmet Sağlayıcıları Rehberi”) 4 Mayıs 2021 tarihinde MASAK internet adresinde yayımlanmıştır.
İlk kez 2020 arifesinde rapor edilen ve 2020’nin ikinci çeyreğine girilmesiyle bir pandemiye dönüşen COVID19 toplumları her seviyede etkileyerek yaşam tarzlarını ve iş yapma süreçlerini sekteye uğrattı, zaman zaman askıya alınmasına sebep oldu, ya da hızlı bir değişime zorladı.
Tüm Dünyayı ve dolayısıyla da ülkemizi de etkisi altına alan ve özellikle de perakende, lojistik, sağlık, otomotiv, tekstil gibi sektörlerin işleyişinde ve sürekliliğinde aksamalara sebep olan COVID-19 salgınından en çok etkilenen sektörlerin başında perakende sektörü gelmektedir.
COVID-19 salgını çerçevesinde alınması gereken acil durum önlemleri kapsamında icra ve iflas işlemleri yönünden de tedbir alınması gerekmiş, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (“Kanun”) “II-FEVKALADE HALLERDE TATİL” üst başlığını taşıyan, “İcra takiplerinin durdurulması halleri” başlıklı 330. maddesindeki “Salgın hastalık, umumi bir musibet veya harb halinde Cumhurbaşkanı karariyle memleketin bir kısmında veya bazı iktisadi zümreler lehine muayyen bir müddet için icra takipleri durdurulabilir.”
Korona virüs, evrensel adıyla COVID-19 (“Korona virüs”), 2019 yılı Aralık ayında Çin’in Wuhan şehrinde ilk kez görülmesinden bu yana hızlı yayılmasının önlenmesi amacıyla seyahat politikalarının gözden geçirmesi, üretim kesintileri, karantina uygulamaları, ülkesel olağanüstü hal kararları gibi tedbirler sebebiyle iş hayatını çok kısa zaman içerisinde olumsuz olarak etkilemiştir.
16.03.2020 tarihli yayınımızda da belirtmiş olduğumuz üzere Korona virüs evrensel adıyla COVID-19 (“Korona virüs”) salgınının en önemli izdüşümlerinden birisi işçi – işveren istihdam ilişkisinde kendisini göstermektedir.
Korona virüs salgınının global etkisi, küresel krize neden olabilecek nitelikteki çeşitli alan ve sektörlerde yarattığı olumsuz yansımalar, şirketlerin ticari anlaşmaları ve edimlerin ifası yönünden oldukça önemli sonuçlar doğurmaktadır.
COVID-19 (“Koronavirüs”), tüm dünyayı etkisi altına almaya devam etmektedir. Ticaret dünyasında covid-19 salgının olumsuz yansımalarını en derinden hisseden alanlardan birisi perakende sektörüdür.
Covid-19 Salgın sürecinde gerek işverenler gerek ise sağlık kuruluşları tarafından birtakım önlemler alınmakta olup pandemi ile mücadele edilmesi sebebiyle, özellikle sağlık verileri başta olmak üzere pek çok kişisel verinin işlenmesi zaruri hale gelmiştir.
Dünya Sağlık Örgütü (“DSÖ”) tarafından 11.03.2020 tarihinde “Pandemi (salgın)” olarak nitelendirilen Covid-19 virüsünün (“Koronavirüs”) işveren-çalışan ilişkilerini üst düzeyde etkilediği şu günlerde, her çalışan ve işverenin gündemine aldığı konulara dair değerlendirmelerimizi sıkça sorulan sorular formatında bu yazımızda paylaşıyoruz.
COVID-19 salgını sebebiyle alınması gereken acil durum önlemleri kapsamında icra ve iflas hukuku işlemleri yönünden 2279 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile tedbirlerin usul hukukuna ve diğer uygulamalara etkileri bakımından ise 7226 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 20.12.2009 tarihli 5941 sayılı Çek Kanunu’na Geçici 5. Madde eklenerek önemli yenilikler getirilmiştir.
COVID-19 salgını sebebiyle alınması gereken acil durum önlemleri kapsamında ülkemizin de içerisinde bulunduğu süreç sebebiyle birçok konu başlığı yönünden gerekli önlemler alınmış olmakla birlikte, çalışan ve işveren ilişkileri de alınan işbu önlemlerden etkilenmiştir.
Bilindiği üzere, sosyal medya konusundaki yasal düzenlemeler Türkiye’nin gündeminde her zaman önemli bir yere sahip olmuştur.
Teknoloji hayatımızda gün geçtikçe daha büyük bir yer kaplamakta. Bu sayede, artık en basit günlük alışverişlerimizi bile internet üstünden sağlamaya başladığımız yadsınamaz bir gerçek haline geldi. Bu doğrultuda, erişilebilirlik, hız, çeşitlilik gibi kavramlar yaşantımızın daha da önemli bir parçası oldular.
Şirket hisselerin devrinde olduğu gibi ticari hayatın süregelen akışında gerçekleşen işlemlerde vergisel boyut oldukça önemli bir yere sahip olup ticari hayatta atılacak adımlar vergisel anlamdaki sonuçları ile değerlendirilmektedir. Şirket hisse devirlerinde ortaya çıkan kazancın vergisel sonucunu hissedar lehine çevirmek için mevzuat düzenlemeleri dikkatle incelenmeli ve atılacak adımlar buna göre belirlenmelidir.
Günümüzde tüketiciler, satın aldıkları araçlar ile ilgili olarak karşılaştıkları arızaların yetkili servisler tarafından giderilmesini istemektedirler. Ancak, yetkili servisler tarafından bu talepleri yerine getirilmediğinde Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunu’ndan doğan seçimlik haklarını kullanmak maksadıyla yasal yollara başvurmaktadırlar. Bu haklarından bir tanesi de aracın ayıpsız misliyle değişimi yani yenisiyle değiştirilmesidir. İşte tam bu noktada önemle belirtmek gerekir ki, tüketicilerin her araç arızasında bu seçimlik haklarını kullanabilecekleri hatasına düştüklerini ve akabinde yargılama sonrasında hayal kırıklığına uğradıkları gözlemlenmiş olup, tüketicilerin bu haklarını hangi şartlar altında kullanabilecekleri ve aracın yenisi ile değişimine ilişkin hakkın kapsamına değinmek gerekmektedir.
Şirket kapanışı, bir şirketin tasfiye sürecine girmesiyle başlayıp Ticaret Sicilinden terkini ile son bulmaktadır. Tasfiye sürecine giren şirketler, birçok alanda farklı prosedürleri tamamlamakla yükümlü olup işbu Bilgi Notu şirketlerin tasfiye sürecinde Şirketler Hukuku ve İş Hukuku açısından göz önünde bulundurulması gereken hukuki risk ve unsurlara ilişkin olup genel bilgilendirme niteliğindedir. İşbu Bilgi Notu iki bölümden oluşmakla beraber ilk bölümde tasfiye süreci Şirketler Hukuku açısından, ikinci bölümde ise İş Hukuku açısından ele alınacaktır. Ayrıca, işbu Bilgi Notu’nun devamında “şirketin kapanmasına” ilişkin ifadeler hukuki olarak şirketin tasfiyesi olarak anlaşılmalıdır.
Taraflar, sözleşmeden doğan yükümlülüklerini ifa etmemelerinin önüne geçmek amacıyla sözleşmeyle ceza koşulu kararlaştırılabilir. Sözleşmede kararlaştırılacak ceza koşuluyla taraflar, ortaya çıkacak riskleri en aza indirgemeyi ve ifa alacaklısının korunmasını amaçlamaktadır.
Son yıllarda artan ivmeli gelişimi ile perakende sektörünün lokomotifi haline gelen Alışveriş Merkezleri(“AVM”), ülkemiz ekonomisi içinde önemli bir rol oynamaktadır. Ülkemizde AVM’ler yakaladığı giriş sayısı ve harcama miktarları ile ölçümlenen büyüme oranlarıyla Avrupa sıralamalarının da üst basamaklarında yer almaktadır. Bu gelişime paralel olarak, ülkemizde Avrupa Birliği müktesebatına uyum sağlanabilmesi ve perakende sektörü ile AVM’lerin de yasal düzleminin yaratılabilmesi için özel hukuki düzenlemelere ihtiyaç duyulmuştur. Bu bağlamda öncelikle, 29.01.2015 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6585 Sayılı Perakende Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun (“6585 sayılı Kanun”) ile perakende sektöründe genel hukuki bir çerçeve oluşturulmuş, ileride çıkarılacak yönetmeliklere ilişkin altyapı oluşturulmuştur.
“Koronavirüs (“Covid-19”) tüm dünyayı etkisi altına almaya devam ederken ticaret dünyasında salgının olumsuz yansımalarını en derinden hisseden alanlardan birisi olan perakende sektörü, Covid-19 sarmalında çalışanların sağlıklarını koruma, müşterilerini memnun etme ve bu zorlu dönemi minimum kayıpla atlatma amacıyla kurguladıkları planları hukuk filtresinden geçirmeye de özen göstermek durumundadır.
Kurumsal Yönetim uygulamaları ve kurumsal yönetimin özümsenmesinin Şirketlerin sürdürülebilirliğine etkisi tartışmasız olmakla birlikte Şirketler nezdinde etkin uygulamalar, finansmana erişime de olumlu etki etmekte; finansmana erişim de sürdürülebilirliği dolaylı olarak desteklemektedir.
6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (“TTK”) 367. maddesi uyarınca, anonim şirketlerde yönetim kurulu, hazırlayacağı ve yürürlüğe koyacağı bir iç yönerge ile şirketin yönetimine ilişkin birtakım yetkileri bazı yönetim kurulu üyelerine veya yönetim kurulu üyesi olmayan üçüncü kişilere devredebilmektedir.